Kapımı Çalan Tek Sizsiniz...
Yalnızlık yaradana mahsus. Gayrısına zordur yalnızlığa dayanmak. Gecelerin güne, günlerin aya, ayların yıla dönüştüğü ahrı ömürde düşünsenize yapayalnızsınız. Kapı Duvar adeta. Gelen yok ki hatır soranınız olsun. Birkaç kuş konuyor her sabah erkenden pencerenize, hiç aksatmadan koyduğunuz ekmek kırıntıları için; bir de mahallenin kedileri uğruyor o da bazen. İçeri girmeye bile nazlanıyorlar eğer doluysa onlar için hep kapı girişinde hazır bekletilen tabak zorunlu olarak misafir oluyorlar. Uzun sürsün istiyorsunuz kalışları. Eskileri anlatıyorsunuz. Rahmetli babanızı, nasıl bir beyefendi olduğunu; annenizi… Ne çok üzerinize titrediklerini ve sizi yapayalnız koyup gittikleri o kaza gününü. Ağlamak istemiyorsunuz acı verse de bu size başınızı yaslayacağınız bir omuz yok; gözyaşınızı silecek bir el. Siz anlatmaya devam ediyorsunuz; ama o da ne kediler birer birer atlıyorlar balkondan bahçeye, doydular artık. Aslında haklılar da ezberlediler bunları; kaç kere dinlediler kimbilir.
Kedilerin ardından bakarken çiçekleriniz ilişiyor gözünüze. Dün sabah sulamıştınız ama olsun yarım mı kalacak anlatmak istedikleriniz. “Günaydın Güzellerim” diye selamlıyorsunuz begonyaları, teker teker seviyorsunuz menekşelerin kadifemsi yapraklarını. Hayat arkadaşınız geliyor gözünüzün önüne. Sabahları kahvesini yudumlarken gazetesini okuduğu koltuğuna ilişiyor gözünüz; “Ah Akif Bey ah çok zor biliyor musun? İyi ki sen değilsin benim yerimde, nasıl dayanırdın yoksa. “Yalnızlık Dünyadayken Ölmek “ derdin; o zaman, aman bey der geçerdim. Ama şimdi ne iyi anlıyorum seni. Oğlan evlenip gelin ayrı oturma kararı aldıklarını söylediğinde ne çok üzülmüştün bir şey belli etmemiştin ama o gece sabaha kadar uyumadığını biliyorum. Yastığı ıslatan göz yaşlarını da. Ağlamaktan çekinmezdin güya: “Erkekler de ağlar hem de aşikar, ağlamak en insancıl duygu bırak aksın gözyaşlarım silme yar.” diyordun en sevdiğim şiirinde ama hiç göstermedin bana ağladığını. Senden miras kaldı artık ben de ağlayamıyorum. İçimde yanan volkanları söndürür ümidiyle hep içime akıtıyorum yaşlarımı ama yetmiyor.
Oğlan ayrıldıktan sonra da hiç yalnız koymamıştı bizi. Sık sık gelirdi. Gelirdi de güneş doğardı evimize. Sanaymış düşkünlüğü belli yoksa ölümünün üstünden daha sene geçmeden ne işi vardı gencecik yaşında yanında. Seni görüyorum da o hiç gelmiyor rüyama söyle bari onu çok görmesin. Gelin, dilim varmıyor ama layık değilmiş oğlumuza. Kendi gelmiyor, torunları da göndermiyor. Küçüğü o kadar benziyor ki oğlana, sen görmedin tabi onu, adaşın bu arada “Gelin istememişti de Ahmet dedesinin adını taşıyacak yavrum” diye kesip atmıştı. Arada dayanamıyor arıyorum, göremiyorum bari seslerini duyayım diyorum; çoğunlukla evde yoklar diyor gelin. Gideyim diyorum ah gidebilsem; serde kalmayınca gençlik istemek nafile. “Torunlarımı özledim kızım” diyorum; “Selamınızı söylerim” diyor… Ayaklarım olmaz ya, bir gün olsun taşısa beni okullarına gidip onları görsem oradan sana gelsem kabrini ot basmıştır sohbet ederken temizlesem. Belki torunları da getiririm… Hayali bile güzel. Gerçi az kaldı kavuşmamıza. Sağlığında o aile kabristanlığını almasan ne yapardım ben. Beklemek zor da olsa eninde sonunda yanına geleceğimi bilmenin huzuruyla dayanıyorum.
Ve çalan zil geçmişle gelecek arasındaki o uzun yolculuktan günümüze döndürüyor sizi… Usul usul mutfağa gidiyor her gün bir gün sonra dolu olan yenisiyle değiştirilmek üzere bırakılan sefer taslarını alıyor ve açıyorsunuz kapıyı. Merdivenlerden inen ayak sesini dinlerken, bu sesin sizin için anlamını düşünüyorsunuz.
Geçen yıla kadar varlığını unuttuğunuz kapı zilinizi size hatırlatan, yaşlılık ve hastalıklar yüzünden ayakta bile durmakta zorlanırken alış veriş yapmayı bırakın mevcut gıdaları bile pişiremediğinizden yarı aç yarı tok yattığınız günleri mazi yapan, yıllar sonra size ilk kez anne diyen, hal hatır sorup derdinizi dert edinen ses bu ses. Deniz Feneri aşevinden tüm Deniz Feneri adına gelen size sadece yemek değil saygı ve sevgi getiren yüzünüzdeki ufacık bir tebessümü dünyadaki en büyük kazanımlardan sayan bağışçı, gönüllü ve çalışanların sesi…
- “Annem nasılsın? Geç kalmadım ya…” – “Yok yavrum yok… Annen kurban size… Gelin kızım nasıl; çocuklar? Gene getir, kendi gelimim ve torunum yerine koydum ben onları” – “ Onlar da seni soruyorlar her akşam eve gittiğimde, selamları var. Çocuklar okula gidiyor; hafta sonu inşallah.” –“ Hay yaşa sen, hepiniz çok yaşayın. Ayağınıza taş değmesin, yalnızlık yuvanızın kapısından girmesin.” Sizden önce bu zil bile yalnızdı çalmadı yıllardır. Kapımı çalan tek sensin evlat, tek Deniz Feneri…”
“Gelemeyene Gidiyoruz” projemiz tam da bu amaç için geçirilmedi mi hayata . Her gün 130 kapı yalnızlığını unutuyor, 130 yuvada 305 yürek hatırlanmanın mutluluğuyla hayata daha güzel bakıyor. Sevgi mutfağında saygıyla pişirilen yemeklerimiz tencere kaynayamayan evlerin sofralarını kuruyor. Kiminin evladı, kiminin kardeşi, kiminin arkadaşı oluyoruz. Hepsinden aynı duaları alıyor ve bunları tüm Deniz Feneri Ailesi adına kabul ediyoruz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.