- 1578 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
262 - GÜLBEYAZ
Onur BİLGE
Eve geldiğimde, içeriye girer girmez, kapının sağındaki bayan ayakkabılarından, bizde misafir olduğunu anladım. İçerden de yabancı sesler geliyordu. Anneme, kimlerin geldiğini sordum, yavaşça:
_ “Gülbeyaz’la annesi...” dedi.
Arka sokakta oturuyorlardı. Bursa’nın bir köyünden Ankara’ya, oradan da İstanbul’a gitmişler. Babası oralarda ticaret yapmış. Sonra da gelip bu mahalleye yerleşmişler.
Gülbeyaz, çok güzel fakat okuma yazması bile olmayan bir kadıncağızın tek kızı... Onun küçüğü bir de evli oğlu varmış. O normalmiş. Bu kız, doğuştan kulakları duymadığı için konuşamamış.
Annesinin anlattığına göre köylerinde, karşılıklı iki küçük evin birinde Esma adında, kumral, orta boylu, ela gözlü, balıketinde, diğerinde Sıdıka adında, esmer, kara kaşlı, kara gözlü, kıvırcık saçlı, zayıf, uzun boylu birer kız yaşıyormuş. Bu ikisi, köyün gelinlik çağına gelmiş kızlarından talibi en çok olanlardanmış. Günün birinde Esma, birkaç ay sonra da Sıdıka evlenmiş.
Askerden henüz gelen iki amca çocuğuyla evlenen bu kızlar, aynı sokakta bir ev arayla oturuyorlarmış. Bunların evi de bu evlerin arasındaymış.
Adet olduğu üzere, kınaları yakılır yakılmaz, gelinliklerini giyer giymez; çiçeklerle, kurdelelerle süslenen, ön kaputunun üstüne plastik bir bebek oturtulan gelin arabasıyla yapılan gelin almasında arabalara biner binmez ve evlerine girer girmez kucaklarına birer oğlan çocuk oturtulan bu kızlardan mutlaka beklenenin ne olduğunu söylemeye gerek var mı, bilmiyorum. Ana babalarda bir telaş, bir merak! Ya çocuğu olmazsa?
İki katlı, bahçeli, ahşap ve yan yana dizilen bu evlerin ikinci katlarında gelinler, alt katlarında da ana babalar oturmaktaymış. Pencereden seslenseler, birbirlerini duyabilirlermiş.
Gelinlik çağına gelmiş, duymadığı için konuşamayan, konuşamadığı ve derdini anlatamadığı için, özellikle de vaktiyle uğradığı zulüm nedeniyle aklını oynatan Gülbeyaz, evlenecek durumda olmadığını bilmediğinden; önce sağlarına, sonra da sollarına gelin getirilince krizler geçirmiş, camları kırmış! Hele Sıdıka gelin getirildiği gece, kendisini ikinci katın arka penceresinden atmaya kalktığı için acilen Bursa Devlet Hastanesi’ne götürülmüş, bir hafta kadar psikiyatride yatarak tedavi görmüş.
Annesinin anlattığına göre Gülbeyaz’ı babası delirtmiş. Zaten geri zekâlı olan bu kız, sekiz yaşındayken, arkadaşları ile oynamaya gittiği günlerin birinde, kırda yolunu kaybedip eve geç geldiği için babası tarafından şiddetle dövülmüş, küçük odaya kadar yerde sürüklenerek götürülmüş, ayağından urganla tahta sedirin ayağına, elleri de bileklerinden arkasına bağlanmış, bağırmaması için ağzı da annesinin tülbendiyle kapatılnış; bu karanlık odaya sürüklenirken, bağırırsa tekrar eşek sudan gelinceye kadar dövüleceği, işaretlerle anlatıldığından, korkusundan ses çıkarmayıp saatlerce çırpınmaktan ve kendisini yerden yere atmaktan bitap düşünce, orada aç susuz uyuyup kalmış. Ancak ertesi gün, babası tarlaya gittikten sonra annesi tarafından kurtarılarak mutfağa getirilebilmiş. Fakat artık sağır ve dilsizliğine bir de delilik eklenmiş.
Bu aileyi o zamanlardan beri tanıyan diğer bir komşudan duyduğuma göre bu kız, yıllarca kapalı tutulduktan sonra ilk fırsat bulup evden kaçtığında on beş yaşlarındaymış. Kaybolduğu yerlere kadar gittikten sonra ana yolu bulmayı başarıp, bir minibüse binmek isterken, mesuliyet almak istemeyen şoför tarafından karakola götürülerek teslim edilince, kendisini elinden tutup, evlerine kadar götüren, ailesine teslim eden askere âşık olmuş.
Köyün tek ebesi, askerliğini onbaşı olarak yapan Yusuf Efendi’nin hanımı olduğu için köylüler arasında, ’Yusuf Onbaşı’nın Karısı’ ismiyle maruf, İsmihan olan asıl ismi unutulmaya yüz tutmuş, oldukça zayıf, kamburu çıkmış, yetmiş yetmiş beş yaşlarında, sarışın, çilli yüzlü, kırmızı yanaklı, değil diploması veya izin belgesi, okuması yazması bile olmayan bir kadıncağızmış.
Gülbeyaz, o ere âşık olduğunu ve onunla evlenmek istediğini işaretlerle anlatmaya çalışınca, sevgiden aşktan falan anlamayan babasının yersiz şüphesi üzerine tarihi bir dayak daha yemiş; ağzı burnu kan içinde, üstü başı yırtık, yalınayak, anası tarafından kolundan çekiştirile çekiştirile, apar topar Yusuf Onbaşı’nın Karısı’nın önüne dikilmiş. Kızcağızın fal taşı gibi açılmış gözlerindeki ifadeden korkan ihtiyar kadın, yanına yaklaşmaya çekinmiş. Köyün ebesini, avazları çıktığı kadar bağırarak doğum yapan kadınlarla beraber gördüğü için başına öyle çok acı verecek bir olay geleceği zannıyla olacak; korkudan, kudurmuş gibi ağzından köpükler saça saça bağırıyormuş! Anasının ve ebenin iki kız torununun yardımıyla zorla tamamlanan muayene sonucu aileyi rahatlatmış da bir töre cinayetinin önüne geçilmiş.
Kendini bildi bileli yediği dayaklar, hele bu son eziyet karşısında ana babaya karşı hırsı iyice bilenen kız, intikam duyguları içinde kıvranmaya başlamış. O ikisini büyüteç altına almış. Dedektif gibi adım adım izlemeye başlamış. Bir dakika yalnız bırakmıyor, ikisine de göz açtırmıyormuş! Odalarına çekilseler, kapıyı kilitleseler, anahtar deliğinden gözetliyor, boyuna kapıyı yumrukluyor, tekmeliyormuş. Kendisine yasak edilen şeylerin onlara neden serbest olduğuna akıl erdiremiyor, her ikisini de suçluyormuş.
Her geldiklerinde, evde tüm olanı biteni, en küçük ayrıntılarına kadar üşenmeden hepimize birer birer işaret diliyle anlatırken, annesine kaşlarını çatarak, gözlerini yuvalarından dışarıya fırlatarak, dişlerini gıcırdatarak bakıyor; sakin olduğu zamanlarda konuşmaya çalışırken ağzından çıkan anlamsız hecelere benzer sesleri daha da abartarak, en hızlı bir biçimde, avazı çıktığı kadar bağırarak sıralıyor; sağ elinin işaret parmağını anasının gözüne sokarcasına uzatıp, şiddetle tehdit edercesine sallıyor, bir taraftan da: “Ben sana soracağım! Bu bir şey değil! Daha dur!..” dercesine sinirli sinirli kafa sallıyor, hırsını alamayıp ayağa fırlıyor!
Annesi, alt dudağını ısırarak, işaret diliyle, yaptığının ayıp olduğunu anlatmaya çalışıyor, kolundan tutup, yerine oturtturuyor, sohbete kaldığı yerden devam ederek kızının ayıbını örtbas etmeye çalışıyor ama o, konuşma arasında da defalarca anasını işaret edip hepimize gösterdikten sonra dikkati kendisine çekiyor; gördüklerini, jestler ve mimiklerle anlatıyor, anlatmak isteyip de anlatamadıklarını, konuşma esnasında alt yazı olarak geçmenin rahatlığını yaşıyor, ara sıra da alaycı kahkahalar atarak, aklı sıra hem anasından, hem de babasından intikamını almış olmanın keyfini çıkarıyor. Onu, hiçbir kuvvet engelleyemiyor.
İçeriye girdim. Beni görünce, dünyalar onun oldu! Kalkıp kapıda karşıladı, sarıldı, elimden kolumdan çeke çeke götürüp, yanına oturttu. Başladı işaret diliyle ta o zamanlar görüp aşık olduğu, bir türlü unutamadığı asker sevgilisinden bahsetmeye. Önce onu hatırlattı, siperli bir şapka, apolet tarif edip, asker selamı vererek, sonra da onunla nişanlanmak, evlenmek istediğini, bebekleri olacağını, ona nasıl süt vereceğini, ayağına koyup nasıl sallayacağını, giysilerini nasıl yıkayacağını anlattı, uzun uzun. Asker, daha o yıllarda evlenmiş, çoluğa çocuğa karışmıştır, boyunca evlat sahibidir, ölmüştür belki de ama Gülbeyaz’ın takvimi o el ele eve getirildiği gün durmuş, saat gibi.
Tutmadan nasıl götürebilir? Ya elinden kolundan tutacak ya kelepçe falan takacak. Baba korkusu da var. Eve dönmek ister mi? Nasıl ikna etsin? Nasıl zapt etsin? Bir de ’deli kuvveti’ diye bir şey var. Demek ki evlerine getirip, ailesine teslim edinceye kadar; korkutmadan, güler yüzle, yumuşak tavırlarla kandırdı, o da onun kendisini sevdiğini sandı.
Anlatacaklarını anlattıktan sonra canı sıkılmış bir yüz ifadesiyle teybi açmamı işaret etti. Oynamak istediğini belirtti. Müziği nasıl duyacağını anlayamamakla beraber açtım. Teybin yanına gitti, ellerini cihazın üstüne koydu ve titreşimleri hissetmeye çalıştı. Sonra benden, daha hızlı, oynayabileceği bir müzik bulmamı istedi. Oyun havası kaseti koydum. Aynı şekilde yokladı ve beğenmiş olacak ki başladı oynamaya... Yoruluncaya kadar oynadı.
Akşam oluyordu. Ezan okunmak üzereydi. Nerden haber aldıysa, annesine abdest almasını işaret etti ve ellerini kulaklarına götürüp, caminin olduğu tarafı gösterek yarım yamalak ama gayet iyi anlaşılan bir şekilde:
_ “Allah! Allah!..” dedi, acele acele ve heyecanla!
Sözünü bitirdikten birkaç saniye sonra minarenin hoparlöründe bir tıkırtı oldu ve ezan okunmaya başladı.
(Devam ediyor işte! Bin bir tane olacaktı. Dörtte biri tamamlandı. İki yüz altmış ikinci öykü bu!)
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ
YORUMLAR
Annesinin anlattığına göre Gülbeyaz’ı babası delirtmiş. Zaten geri zekâlı olan bu kız, sekiz yaşındayken, arkadaşları ile oynamaya gittiği günlerin birinde, kırda yolunu kaybedip eve geç geldiği için babası tarafından şiddetle dövülmüş, küçük odaya kadar yerde sürüklenerek götürülmüş, ayağından urganla tahta sedirin ayağına, elleri de bileklerinden arkasına bağlanmış, bağırmaması için ağzı da annesinin tülbendiyle kapatılnış; bu karanlık odaya sürüklenirken, bağırırsa tekrar eşek sudan gelinceye kadar dövüleceği, işaretlerle anlatıldığından, korkusundan ses çıkarmayıp saatlerce çırpınmaktan ve kendisini yerden yere atmaktan bitap düşünce, orada aç susuz uyuyup kalmış. Ancak ertesi gün, babası tarlaya gittikten sonra annesi tarafından kurtarılarak mutfağa getirilebilmiş. Fakat artık sağır ve dilsizliğine bir de delilik eklenmiş.
cok ezdi icimi bu öykünün cok yeri.
keske suan bu hikayeyi okumasaydim dedim icimden nedense.
insanin cocugu nasil dövülür bu kadar cehalet ne kötü birsey
sagir ve dilsizse birde nasil deli olmaz sevgisiz sevkatsiz bir insan.
yüregine saglik
sevgilerimle
Acikli bir öykü. Anlatim dili her zamanki gibi sahane. En ince ayrintisini bile düsünür benim Onur Bilge'm. Gercek yazar o. Ancak gercek yazarlarda böylesine genis bir hayal gücü olabilir!
Final cok etkileyici. Allah ne büyük!
KUTLUYORUM CAN! Allah bin bir tanesini de yazmak/okutmak nasip eder insallah!
Kim olursa olsun bir geri zekâlının bile bir iç dünyası vardır bence. Kendi iç dünyasında neler yaşadığını dışa vurmadıkça kim bilebilir? Hangimiz kendimizi bir geri zekâlının yerine koyduk?
Her gün yeni bir öykü biçiminde yayımladığınız için bu binbir gece öykülerini sıkılmadan okuyoruz. Ve tabi ertesi günü merakla bekliyoruz.En azından ben...