- 786 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZAMAN KAYMALARI (8)
SAHNE 8
DEKOR: (Birinci sahnenin aynısı. Televizyonda haberler verilmektedir. Palto ve şemsiye askılıkta yoktur. Duvar saati l7.55’i göstermektedir. Eczacı haberler başladığında yattığı yerden kısa bir müddet haberleri izler.)
SPİKER: Sayın seyirciler, şimdi bir son dakika haberi veriyoruz. Az önce aldığımız bir habere göre eski cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel tedavi olduğu Hacettepe Hastanesi’nden bugün taburcu oldu.
ECZACI: (Televizyonu kaparken) Yine mucizeni gösterdin yarabbim! (Sehpadaki gazeteyi aceleyle açıp okur.) Nijerya’da deprem. (Gazeteyi atarken) Yarabbim, sana şükürler olsun. Geçmişe dönük bu zaman kaymaları niçin yarabbim? Beni mi çok seviyorsun, yoksa Kenan’ı mı? Ya beni çok seviyorsun, hatalarımı telâfi için fırsat veriyorsun bana...Veya Kenan’ı çok seviyorsun, yaşaması için yeni bir şans tanıyorsun ona... Bu sorunun cevabını bilmiyorum ama ikimize de bir fırsat daha verdiğin için şükürler olsun. Büyüksün Allah’ım. Rahmansın, rahimsin... Saat kaç? (Duvar saatine bakar.) Aynı dün akşamki gibi... Paltoyla şemsiye de yok... Sana söz Allah’ım, bütün hatalarımı telâfi edeceğim bu akşam. Onu kurtaracağım. Dur Orhan, önce sakin ol... (Telefon çalar. Sevinçle açar.) Doğum günün kutlu olsun sevgilim... Sen beni düşüncesiz biri kabul edersin ama ben sana ne sürprizler hazırladım bir bilsen!... Hani bir ay önce pahalıdır diye almadığımız Trabzon işi bilezik vardı ya... Evet sevgilim, onu aldım. Dur, daha bitmedi... Bir de gerdanlık aldım ki bir gören bir daha bakar... Fiyatı önemli mi karıcığım? Ey gündüzlerimi karanlık, gecelerimi aydınlık eden güzel... Biz eskiden beri şairiz kızım. Bana bak, bu akşam çok önemli bir iş görüşmem var. Kızı okuldan sen alacaksın tamam mı? Bu işi bağlarsam en az beş milyar çantada keklik. Tamam tamam, gelsinler. Çok işim var, Murat meselesini eve geldiğimde görüşürüz. Öptüm canım. (Telefonu kapatır.) Şimdi çok iyi plân yapmalısın Orhan. Önce Belma Hanımı arayacaksın, sonra Ercan’ı, daha sonra Murat’ı... Hepsinin gönlünü alacaksın. Son olarak da kuyumcuyu... Bilezik ve gerdanlık , ayrıca çiçek... Şunları not edeyim hele... (Tezgâhın başına geçip bir şeyler yazar.)
DİLENCİ KADIN: (Birinci sahnedeki gibi) Allah rızası için bir ekmek parası evlâdım!
ECZACI : (Cep telefonundan numara çevirirken) Gel buraya gel.
DİLENCİ KADIN: (Gelirken.) Allah seni çoluk çocuğuna bağışlasın evlâdım.
ECZACI: (Kasadan para çıkarıp verirken) Amin teyze. Haydi güle güle. (Dilenci kadın çıkar.) Alo, Belma Hanım... Ben Orhan... Eczacı Orhan... (Telefonla konuşurken kapıyı içerden kilitler, tezgâhın arkasına, kapıdan bakan birinin göremeyeceği şekilde siner) Hürmetlerimi sunarım sayın hocam... Çok teşekkür ederim, inşallah siz de iyisinizdir... Çok şükür ikisi de sıhhat ve afiyetteler... Sayın hocam, sizi çok çok önemli bir konu için rahatsız ettim. Bu akşam yarım saatinizi bana ayıramaz mısınız?
MÜŞTERİ: (Birinci sahnedeki gibi gelir. Kapının camından içeri bakar.) Muhterem, içerde kimse var mı muhterem?
ECZACI: (Müşteriye görünmemek için daha da siner. Kısık sesle) Anlıyorum, yorgunsunuzdur, Tıp Fakültesinde profesör olmak kolay değil elbette.. Şey , biraz üşütmüşüm de... Onun için sesim boğuk gelebilir...
MÜŞTERİ: (Sert bir cisimle cama vurarak) Eczacı bey, eczacı bey, muhterem... Öööf, işin yoksa nöbetçi eczane ara şimdi. (Gider.)
ECZACI: Şu anda neredesiniz hocam?... Ooo, çok iyi... Demek otomobildesiniz.. Peki mekân olarak nerdesiniz hocam?.... Çekirge mi? Çekirge bizim dükkâna bir adımlık yer... Direksiyonu kırırıverin, iki dakika sonra buradasınız. Hocam inan ki çok önemli... Bir hayat kurtaracaksınız... Seans ücretinizi fazlasıyla veririm... Peki sayın hocam, madem öyle istiyorsunuz biz de para lâfı etmeyiz... Hani iki elin kanda da olsa gel derler ya, işte ben o durumdayım hocam... İki eliniz kanda da olsa buraya gelin... Hocam, anlayın beni, değil bir gün yarım saat bile ertelemem mümkün değil... Çok teşekkür ederim sayın hocam, bekliyorum. (Gidip kapıyı açar, nöbetçi eczane listesini asar, yazar kasayı kapatır. Bütün bunları yaparken şarkı söyler.) Neşeli ol ki genç kalasın / Bu dünyadan da zevk alasın.
SARHOŞ: (Şarkı söyleyerek gelir.) Öyle sarhoş olsam ki, / Bir daha ayılmasam.
ECZACI: (Camı silmesine fırsat vermeden kapıyı açarak reverans yapar.) Buyursunlar beyefendi, buyursunlar…
SARHOŞ: (Etrafına bakınır, şaşkınlıkla) Ben mi?
ECZACI: Tabii ki siz, buyrun efendim, bir arzunuz mu vardı?
SARHOŞ: Şey diyecektim be aabem, silinecek cam çerçeve var mı?
ECZACI: Yok; camlar, çerçeveler pırıl pırıl.
SARHOŞ: O zaman bi şarap parası be aabem!
ECZACI: Ben sana şarap parası değil de bir şişe viski versem kabul eder misin?
SARHOŞ: (Kafasını kaşır.) Anlamadım, bir daha tekrar eder misin?
ECZACI: Bunda anlaşılmayacak ne var? Sana bir şişe viski versem ne dersin?
SARHOŞ: Allah derim be aabem!
ECZACI: O halde gel peşimden. (Buzdolabına yaklaşır, Sarhoş peşinden gelir.
Dolaptan viski şişesini çıkarıp uzatır.) Al bakalım.
SARHOŞ: Bu gerçekten viski mi? Benimle dalga geçme be aabem.
ECZACI: Ne dalgası be kardeşim? Bu sabah, bir daha içki içmeyeceğim diye kendi kendime söz verdim, dolaptakileri sana veriyorum işte! Rakı içer misin?
SARHOŞ: Hastaya yatak sorulur mu be aabem? Rakı içmeyen adama ben adam mı derim?
ECZACI: Hop hooop, ayıp ediyorsun ama! Biz adam değil miyiz yani? (Yarısı boş bir şişe rakıyı vermek üzereyken tekrar dolaba koymaya çalışır.)
SARHOŞ: Adam olmasan yarısını içer miydin be aabem? Aman şişeye dikkat et, Allah muhafaza kırılır mırılır...
ECZACI: Peki, al bakalım, bu senin kısmetinmiş.
SARHOŞ: Sizin gibi bir büyüğümüze asla yanlış yapmayız. Bilmeden bir hata yaptıysak affola!
ECZACI: Peki bira içer misin?
SARHOŞ: (Şişeleri paltosunun iç ceplerine koyarken) Bira bizim ilk göz ağrımız be aabem. Bu merete birayla başladık. Ölürüz de biraya ihanet etmeyiz.
ECZACI: (İki şişe bira çıkarıp verir.) Al bakalım, hepsi bu. Git şimdi.
SARHOŞ: (Biraları paltosunun dış ceplerine koyar, çıkarken) Büyüksün be aabem, ulusun be aabem, yücesin be aabem!...
ECZACI: Güle güle, güle güle.
KENAN: (Birinci sahnedeki gibi gelir.) Abi be, bi kutu hap alacaktım be abi.
ECZACI: Kolay be koçum, hele şu koltuğa otur da biraz dinlen. Ben ortalığı toparlayayım. Hemen veririm.
KENAN: Bi kutu hap alıp hemen gidecektim be abi.
ECZACI: (Dışarı çıkarken) Bak, kapıda nöbetçi eczanelerin listesi var. Bu saatten sonra benim ilâç satmam yasaktır. Dışarı bakayım, eczaneyi gözetleyen yoksa sana istediğin ilâcı gizlice veririm. Sen rahat otur, müşteri gibi değil de benim oğlum veya kardeşim gibi rahatça yayıl koltuğa.
KENAN: Tamam abi. (Koltuğa oturur.)
(Kapıda Belma Hanım görünür.)
ECZACI: (Belma hanımın içeri girmesine fırsat vermeden dışarı çıkarken) Bi saniye sayın hocam, bi saniye....
(Kapının önünde sessizce konuşurlar. Kenan eczanenin raflarına bakarak oyalanır. Eczacı ve Belma Hanım içeri girerler.)
BELMA HANIM: Orhan Bey, kim bu yakışıklı delikanlı? (Kenan’ın yanına yaklaşırlar.)
ECZACI: Sayın hocam, onu size takdim edemem ama sizi ona tanıtabilirim. Delikanlı, Belma Hanım Tıp Fakültesi profesörlerindendir.
KENAN: (Şaşkın ve utangaç ayağa kalkıp Belma Hanımın elini öpmeye çalışır.)
BELMA HANIM: (Elini öptürmez.) Maşallah, böyle fidan gibi delikanlıları gördükçe ülkemle gurur duyuyorum, bu memleketin sırtı yere gelmez diye düşünüyorum. Adın ne senin delikanlı?
KENAN: Kenan efendim... Kusuru bakmayın, ben ilk defa bir profesörle tanışıyorum. Ben bir hap alıp gidecektim.
BELMA HANIM: Hangi haptan istiyordun delikanlı?
KENAN: Dermatragon efendim.
BELMA HANIM: Ooo, dermatragon istediğine göre senin bir derdin var. Artı senin bir rehbere ihtiyacın var. Otur bakalım şöyle, seninle biraz konuşalım.
(Otururlar.)
ECZACI: Belma Hanım, bana birkaç dakika müsaade eder misiniz? Bazı telefon görüşmeleri yapmam gerekiyor da...
BELMLA HANIM: Müsaade sizin Orhan Bey, biz delikanlıyla sohbet ederiz. Eczacı cep telefonunu alıp çıkar.) Kenan sana bir hikâye anlatmak istiyorum. Zamanın var mı? Beni dinler misin?
KENAN: Elbette efendim.
BELMA HANIM: Vaktiyle bir ülkede anne ve kızından oluşan iki kişilik bir aile varmış. Anne kızını o kadar çok seviyormuş ki yemez yedirir, giymez giydirirmiş. Yıllarca kızının bir dediğini iki etmemiş, onu el bebek gül bebek büyütmüş. Kızına ismiyle değil de prensesim, gülüm, çiçeğim gibi sözcüklerle hitap edermiş. Gel zaman git zaman kız büyümüş, okul çağına gelmiş. Okula gidip de başka insanlarla sosyal ilişkiye girdiğinde ömrü boyunca unutamayacağı bir şok yaşamış. Çünkü sınıf arkadaşları kızın çilli suratıyla; kısa, çelimsiz vücuduyla, çarpık bacaklarıyla alay ediyorlarmış. Gerçekten de bu küçük kız pek çirkinmiş. Zavallı kızcağız akşamleyin ağlayarak eve gelmiş ve annesini suçlamış. Ona : “Sen bir yalancısın, doğduğum günden beri beni aldatıyorsun, güzel olmadığım halde bana sürekli prenses dedin.” demiş ve geceler boyu ağlamış. Aradan yıllar geçmiş, kız buluğ çağına gelmiş. Fakat hayatında hiçbir şey değişmemiş. Annesi yine ona prenses diyormuş, sınıf arkadaşları ise çirkinliğiyle alay ediyorlarmış. Neyse; talihsizlik bu ya, kızcağız bir trafik kazası geçirmiş. Bu kazada iki gözü de kör olmuş. Doktorlar kızı ameliyata almışlar ve ona göz nakli yapmışlar. Yaraları iyileşip de gözlerindeki sargılar çıkarılınca kız aynaya bakmış, bir de ne görsün! Aynada prensesler gibi güzel bir kız... İpek gibi saçlar; taze, pembe bir cilt... O kaşlar, o gözler... Bakmaya kıyamayacağın bir güzellik... Kız şaşırmış. Doktorlara : “Siz bana estetik ameliyatı da mı yaptınız?” diye sormuş. Doktorlar da şöyle demiş: “Hayır, yüzüne ve vücuduna dokunmadık, fakat göz naklinde sana gözlerini veren kişi annendi, şimdi sen kendini annenin gözleriyle görüyorsun.” demişler.
(Perde iner)
Devamı var
erturanelmas.megabb.com
kanesyayinlari.com
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.