- 1069 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOKLU ZEKA KURAMI VE PEYGAMBERLERİN KONUMU
(SARICAKAYA-27.05.2006)
Su, insanların hayatında, hep azîz oldu.. Suyla; insanlar hayat buldu, kuru topraklar yeşerdi. Kâinat, suyla canlandı. Yüce Allâh: “Biz her şeyi sudan yarattık.” Buyurdu.
Su; bazen, yukarıdan aşağıya; bazen de, aşağıdan yukarıya aktı; akıtıldı. Derin kuyulardan pompalarla, tulumbalarla çekilen su; artezyen borularında doğal basınçla yükseldi. Motorlarla, hidroforlarla; alçaklardan, yükseklere atıldı sular. Dağların diplerinden tepelere, ağaç köklerinden, uçlara doğru geçişim yoluyla ilerleyen su; yapraklara, dağ tepelerindeki kaynaklara hayat verdi.
Allâh’ın arzı yeşerecek; susuz kalmamalı!
Yüce Allâh; arzının ırmaklarını, derelerini, çaylarını, nehirlerini, hep aynı yönde akıtmadı. Kaynaklarından doğan sular; çayları, dereleri, ırmakları, nehirleri oluşturdu. Sular; menzillerine doğru yol alırken; kimisi güneye, kimisi kuzeye, kimisi, doğuya-batıya; kısacası değişik istikametlere yöneldiler. Geçtikleri bölgelere hayat vererek son duraklarına ulaştılar.
“Sabah çiyi ile, dağların tepelerindeki ekinler başağa durur.” Rahmânî söz ne güzel ifade ediyor: Demek ki, sabah çiyi, dağların tepelerinde, insanların rızkına sebep oluşturuyor.
“Allâh’ın adı anılsın diye, Allâh’ın arzına yayılmak”; ilâhî murat! Sular gibi değişik yönlere akın, Allâh’ın arzına yayılın ki; Allâh’ın adı anılmayan hiçbir toprak parçası kalmasın yer yüzünde!
Ulaşmadığı yerlere ulaştırılmak üzere, kaynaklarından; borularla, kanallarla alınan sular için, dağıtım merkezleri yapıldı; adına da, “maslak” dediler: sülûk edilen, akılan yer manasına. Maslak (Yada: “meslek”)lardan; çeşmelere, evlere borular döşendi. Su, ana kanallara bağlı tâlî kanallarla, en ücra toprak parçasına kadar ulaştırıldı. Evlerde; banyo, lavabo, tuvalet “musluk”larından akan sular, temizlik ve hayat kaynağı oldu.
İnsanlar, tarihin derinliklerinden sular gibi akıp geldiler, sular gibi Allâh’ın arzına yayıldılar; rızık temini ve geçim derdiyle. Geçimlerini temin için, değişik alanlara yönelen insanlar, bu alanlara da; “meslek” dediler: çünkü, zamanları, “meslekleri” içerisinde akıp gidiyordu. Kimileri mal, kimileri hizmet üretti. Üretilen mal ve hizmetlerin pazarlanması için; pazarlar, borsalar, haller, meslek birlikleri kuruldu. “Akıllarının erdiği”, “kafalarının sardığı” işlerin peşi sıra gidenler; zamanla, mesleklerinin sırlarına, meslek inceliklerine vakıf oldular. Mesleklerinin inceliklerini kavrayışları arttıkça, ürettikleri mal ve hizmetlerin kalitesi de arttı. Kaliteli mal ve hizmet üretimi, beraberinde, sürümü ve piyasasında söz sahibi olmayı getirdi.
“Piyasada söz sahibi, danışılan, Kur’ân’ın deyimiyle; “râsih” olmak: mesleki bilgisinde kök almış olmak…
Mesleklerin inceliklerini anlamak ve anlatmak, ancak mesleki ıstılahları (kavramları) kullanarak mümkün olacağından; zamanla meslekî kavramlar, meslekî deyimler; akabinde, meslek grup dilleri oluştu. “Fıkıh” kelimesi, kök itibariyle; “ince anlamak” demektir. Bir başka deyimle: mesleklerin inceliklerini anlamak ve anlatmak için; “meslek fıkhı’nı” bilmek gerekiyordu.
Bir mesleğin, haramını-helâlını, farzını, vacibini, sünnetini bilmek; ancak o mesleğin fıkhını bilmek, o mesleğin akıl programı, kafa ve zeka seviyesi ile donanımlı olmakla mümkün…
Nasrettin Hoca’ya sormuşlar: “Hocam: sabah olduğunda, niçin insanlar değişik yönlere doğru gidiyorlar?” Hoca: “Eğer tüm insanlar aynı yönde gitseydi; dünyanın dengesi bozulurdu!(!)” diye cevap vermiş.
Halk deyimleri vardır; imbikten çıkmış gibi. Bir cümle, bazen, bir-kaç kitaplık anlam ifade eder: “Her kafa bir olaydı; Bilecik’e Pazar mı kurulurdu?!” Eğer, Yüce Allâh, yarattığı kullarının beyinlerine tüm mesleklerin programlarını (akıl) yükleseydi; tüm beyinler, aynı depolama kapasitesinde, işlemci hızları yani zeka seviyeleri aynı, olsaydı; ihtiyaç duydukları mal ve hizmetleri kendileri üretebilirler, veya üretmeye kalkarlardı- ki, buna zamanları ve güçleri yetmez-. Bu durumda, birbirlerine muhtaç olmazlar, pazarlar kurulmaz, alış-verişler olmaz: sonuçta, para dolaşımı olmaz; değişik ellerde yığılma olur. Birbirleriyle iletişim içerisine girmeyen insanlar, sosyal varlık olma özelliklerini kaybederler.
Kafa: “başın arkası (ana bellek), peşine düşülen şey. “Her kafa, sahibini, yüklü olduğu beyin programı (akıl) ile anlayabildiği şeylerin peşine düşürdü. Bedenler; akılların aldığı, kafaların sardığı yönlere yöneldiler, sülûk ettiler: Aktılar; Maslaklardan, mesleklerine…
Meslekler, su gibi temiz olmalı! Allâh’ın boyasıyla; arıtılmalı, donatılmalı! Mesleklerin fıkhı olmalı! Meslek fıkhını (Mesleğin inceliklerini, kimyasını) bilen insanlar ancak, meslekleri, kirlerinden arındırabilirler.. O halde; meslekleri fıkhını bilebilecek insanların, mutlaka, o mesleğin akıl programıyla donanımlı olması gerekir ki; zamanla oluşan meslek diliyle, meslek erbabına, mesleğin fıkhını anlatabilsin, tebliğ edebilsin.
----Bilgisayarlar, hayatımızın içerisine iyice girmiş durumda. Bilgilerin depolandığı ana bellekleri (hark disk) ve bu belleklerin bilgi depolama kapasiteleri var (Bayt, kb., mb., gb., tb. gibi depolama kavramlarıyla ifade edildiği gibi.). İşlemci hızları var(mhz. kavramıyla ifade edildiği gibi.). Bu bilgisayarlar, yapmak istediğimiz işlerle ilgili; yazı, resim, grafik, slayt, ses ve fotoğraf kaydı gibi programları kendilerine yüklemedikçe işimize yaramıyorlar. Program çeşitliliği çok olsa bile, işlemci hızları ve depolama kapasiteleri oranında işimize yarıyorlar.
İnsanların, beş duyu vasıtasıyla (reseptör) elde ettikleri veriler, sinir sistemi vasıtasıyla, beyindeki ilgili algılama merkezine ulaşıyor. Odaklanan objeyi algılama, ancak akıl denen beyin programı çerçevesinde oluyor. ( Bakmakla, görmenin farklı olduğu gibi.) Akıl programında, daha önceki kaydedilen bilgilerle (Algı; bilgiye dönüştürülmek suretiyle hafızaya kaydediliyor.) yeniden işleme tabi tutulan (Muhakeme edilen) yeni veriler, yeni farklı bilgilerin oluşumunu hazırlıyor ve yeniden oluşan bilgiler, farklı şekilleriyle hafızaya kaydediliyor. ( Bilgisayarlardaki, “Dosya-farklı kaydet” tercihiyle kaydedildiği şekilde.) insanların, doğuştan getirdiği hafıza kapasiteleri, akıl denen beyin programları, beyin işlemci hızları aynı değil. Dolayısıyla, yukarıdaki işlemler, bütün insanlarda aynı hız ve kapasitede olmuyor. Nasıl ki, bilgisayarlarda, her kesin ortak kullanabileceği programlar, satın alma aşamasında yüklü olarak geliyor; daha sonra, ihtiyaca göre diğer programlar yüklenip, kullanılabiliyorsa; insanlarda da aynı şekilde, ortak ve farklı programlarla yüklenmiş olarak dünyaya geliyorlar. (Eğer bu programlar yüklü değil veya daha sonra hafızadan silinmişse, bu insanlar “Âkil” olmadıklarından yüce Allâh tarafından mükellef tutulmuyorlar.)
Ortak noktalarda, kendi problemlerini, akıllarıyla, beyinleriyle çözebilen insanlar; farklı programlarla çözülebilecek problemlerin çözümünde, birbirlerini akıl ve becerilerine ihtiyaç duyuyorlar. Bu durum, hizmet ve mal; üretim, arz ve talebini beraberinde getiriyor. Para ve diğer mübadele araçları devreye giriyor; Sosyal ilişkiler yumağı başlıyor.
---Hz. Peygamber, Medine’ye geldiğinde, ilk yaptığı işlerden biri, Mescid-i Nebevî’yi inşâ etmek; diğeri ise Medîne pazarını ihdas etmek olmuştu… Her akıl bir olaydı; Medîne Pazarı da kurulmaz; dolayısıyla, sosyal ilişkileri tanzim eden vahiy, pratik-güncel hayata uygulanabilir hale getirilip; pratik-güncelle hakim kılınamaz, meslek fıkıhları oluşmaz, meslek erbabı, Allâh’ın boyasıyla boyanamaz; meslekler, kirlerinden arındırılıp, ahlâkî fazîletlerle donatılamazdı…
--- Yüce Allâh, bazı kullarını, diğerlerinden farklı olarak, bütünsel (küllî) ; yani, tüm insanlığa hitap edecek akılla; veya, bölgesel (kısmî-cüz’î); yani, bulunduğu bölgedeki insanlara hitap edecek akılla donanımlı, en yüksek zeka seviyesinde yarattı. İşte bu farklı şekilde donanımlı olarak dünyaya gönderdiği kullarını peygamber olarak seçti ki; Son Peygamberde olduğu gibi, tüm kâinâta; diğer peygamberlerde olduğu gibi kendi bölgelerine tebliği ulaştırabilsinler.
Evet: Allâh’ın peygamberleri, “fetânet” sıfatına sahip; yani, hitap ettikleri toplumların en zekîleri idiler. Zekâlarıyla, tüm insanların zekâlarını; akıllarıyla, tüm insanların akıllarını kuşatabiliyor; onlara, meslekî ve bölgesel dillerle hitap edebiliyorlardı.
---Yüce Allâh, K. Kerîm’inde; “ Para tek elde toplanmasın diye, akılları, değişik yollara sevk ettiğini” ifade ediyor. Para (mülk), insanlar arasında, elden ele dolaşıp-dursun; belli kişi ve grupların elinde bir metâ haline gelmesin!
Allâh’ın murâdı: Kullarının; verdiği akıl programı çerçevesinde, diğer kullarının ihtiyaçlarını kaliteli biçimde giderebilecek, onları mutluluğa eriştirecek mal ve hizmet üretimine(Muhsin olmaları) yönelmeleri; alanlarında söz sahibi ve şûrâlarda danışılan olmaları.
Vaaz kelimesinin genel anlamı; “ Akîbetten, yani; başa gelebilecek olan şeylerden uyarmak” demektir. Bu durumda; her fert, uzmanlaştığı alanda, diğer insanları, başa gelebilecek şeyler konusunda uyarmakla görevli ve sorumlu! Her şahıs mesleğinin vaizi olacak ve olmak zorunda!
!!! ?
Yüce Allâh’ın, akıllarını sevk ettiği yönde organize olmayan toplumlarda; doktorlar yarım oldu; candan etti, hocalar yarım oldu; dinden etti, mühendisler yarım oldu; evden etti!...
Allâh’ın bir diğer muradı: Akılların; “vahy”in rehberliğinde alanlarına yönlendirilmeleri. Akıllar, vahyin rehberliğinden mahrum kaldığında ne mi oldu? Belki doktorlar uzman; ama “bıçak parası(!)” alır, mühendisler işlerinde mâhir; lakin, yapıdan malzeme eksiltir hale geldiler. “ Allâh’ın Rasûlleri, yaptıkları tebliğ karşılığında ücret istemezler” ilâhî buyruğuna rağmen; din alanını meslek edinmiş olanların kimileri; dünyalık derdine düştüler! Biraz acı bir ifadeyle: “Dinlerini pazarlar” görünümü arz ettiler. “Hizmet önde; dünyalık peşinden gelir” anlayışı yerine; hizmeti arkaya atıp, dünyalıkların “peşine” düştüler.
Evet: Alanında uzmanlaştığı halde vahyin rehberliğinden mahrum kalanların kimileri; toplumların, alanlarındaki bilgisizliğinden istifade ederek; halkın kullandığı tabirle; “insanları keriz yerine koydular.”
---Özetle: İnsanlar, mesleklerinde; inançlı, edepli, liyakatli (uzman), vicdanlı ve de sadık olacaklar!
Günümüzde, yukarıdan beri anlattığımız olayların insani boyutu, “Çoklu Zeka Kuramı” şeklinde ifade edilmektedir. Genelde, yedi-on yaş grubunda (1.-3. sınıf aralığında) ortak akıl programlarında eğitim gören çocukların; hangi alanlara eğilimli oldukları; on-ergenlik (4.-8. sınıf aralığında) dönemi arasındaki gördükleri eğitim sırasında seçilir hale gelmektedir. Öğrenciler, doğuştan getirdikleri akıl türü ile ilgili derslerde, daha aktif ve başarılı olmaktadırlar. Bu dönemde alınan ders notlarının ve yapılan gözlemlerin (aile ve arkadaş grubu da göz önüne alınarak) analizi yapıldığında; ortaya bir beyin haritası çıkmaktadır (Tabi ki, objektif ve normal şartlarda.)
Yedi yaş ile başlayan (temyiz yaşı) ve on yaşından itibaren ergenliğe doğru uzayan dönem, aynı zamanda, “Zarûrât-ı Dîniye” denilen ve her “Müslüman”ın bilmesi “farz-ı ayın” olan bilgilerin, çocuklara verilmesi gereken dönemdir. Bundan sonraki ( Ergenlik ve sonrası-lise ve üzeri eğitim dönemi) dönemde, yönelecekleri alanlarla ilgili fıkhî bilgileri öğrenmeleri “farz-ı ayın”; diğer alanlarla ilgili fıkhî bilgileri öğrenmeleri ise “farz-ı kifâye” olacaktır. Bu bilgileri verme işini de, bütün alanlara hitap edebilecek bir dînî bilgi donanımına sahip; bu alanların akıl programıyla yüklü olarak yaratılmış (fâtin-bütün alanların en zekileri); Allâh’ın bu iş için seçtiği kulları yapacaktır. Gelişim aşamalarında, yukarıdaki usûle riayet edilmeden, Allâh’ın emrettiğinden fazla bilgi mükellefiyeti yüklenmeye çalışıldığında; mesleklerde, ehliyet ve liyâkat bozulmaktadır. İnsanlar, bir başkasının alanında da kendilerini söz sahibi görür hale gelmektedirler. Herkes doktor, herkes hoca, herkes hukukçudur. Bir konu açılmaya görsün; hazır olanların çoğu, “sohbet meclisinde bu işten anlayan, bir bilen var mı?” diye düşünmeden ahkam kesmeye başlarlar!
---Yüce Allâh’ın, bazı kullarını, tüm alanların akıl programlarıyla yüklü olarak yarattığını-Ki, bütün olarak vahyin inciliklerine vâkıf olabilmeleri başka türlü mümkün değildir.- ve bunları peygamber olarak seçtiğini belirtmiştik. Günümüzde de, yapılan testler ve analizler sonucu, yüzde ikiyi geçmeyen oranda bir gurubun bu özelliklere sahip oldukları belirtilmektedir. Teknik ifadeyle; “Q” seviyesi yüksek olan bu kişiler, tüm alanlarda başarılı olabilmekte, mesleklerin inceliklerini anlayabilmekte ve anlatabilmektedirler.
Üzülerek ifade edelim ki, günümüzde, mesleklerin itibarı (popülerliği) getirdi kazanca göre değerlendirilmektedir. Yine üzülerek ifade edelim ki, Yüce Allâh’ın, tüm alanların zeka ve akıl türleriyle yüklü olarak yarattığı bu, Q seviyesi yüksek olan insanlar; gerek toplum, gerekse veli ve eğitimciler tarafından işte bu popülerliği yüksek mesleklere yönlendirilmektedirler.
Sonuç: Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm, son peygamberdir. Kıyamete kadar devam edecek zaman sürecinde bir daha peygamber gelmeyecek; peygamberimizin yüklendiği tebliğ görevini, “peygamber vârisleri” diye nitelendireceğimiz, peygamberlerin taşıdığı; sıdk, emânet, fetânet , ismet ve teblîğ sıfatlarını taşıyan insanlar yerine getireceklerdir!
Her devirde, Allân’ın lütfettiği, “çoklu zeka programıyla yüklü” değerlerini peygamber vârisliğine yönlendirmeyen; en zekîlerini Allâh’ın yoluna kurban etmeyen toplumların; ortaya çıkan yolsuzluklardan, meslekî ahlaksızlıklardan ( Toplumca malum olanların, burada tekrar-tekrar anılmasına gerek yoktur.) şikayet etmeye hakları olmayacaktır…
Peygamber efendimiz; “insanlara akılları ölçüsünce hitap edin!” buyurmaktadır. Tekrar ifadeyle; her mesleğin, meslek incelikleri, meslek dili( ıstılahları) ve meslek fıkhı vardır. Yüce Allâh’ın vahyi, meslek ahlâkı, mesleklere ait fıkhî bilgiler; o mesleğin incelikleri ve literatürü vasıtasıyla meslek erbabına ulaştırılabileceğinden (tebliğ); bu işi de, ancak, o mesleğin akıl programıyla yüklü, vahiy ve nefis tezkiyesi eğitimi almış, günümüz peygamber vârisleri yapabileceklerdir…
Mustafa SUNA
Sarıcakaya İmam-Hatip Lisesi Meslek Dersleri öğretmeni/ESK.
YORUMLAR
Sohbetlerinde bile, huzurundaki insanların kişiliğini, zeka seviyesini, yeteneklerini göz önüne alması ne muhteşem o devirler için.
Bazılarına kısa ve öz bilgilerle hitabederken, kimisine yere şekil çizmesi, kimisine olayları destansı anlatması, herkese anlayabileceği bir dil ile hitabı bu günün çoklu zeka sonuçlarına götürüyor.
Gören göz, anlayan beyinler gerekiyor.
Meslekler konusu ise,
Sizin meslekler konusunda değindiğiniz gibi...
Özetle: İnsanlar, mesleklerinde; inançlı, edepli, liyakatli (uzman), vicdanlı ve de sadık olacaklar!
Çok güzel bir yazıydı, tebrik ediyorum. Selamlar,saygılar...