kitap yeme sanatı
Yazının icadından sonra geçen onca yılın ardından papirüslerin yerini elektronik sayfalar aldı. Buna rağmen Oğuz Kağan destanını yazan kişinin kendisini yazmaya iten sebepleriyle günümüz insanının aynı doğrultudaki istekleri arasında pek bir fark göremeyiz. Yazmak ve okumak tamamlayıcı olduğundan ( iyimser bir düşünce) birileri yazar ve birileri de bu yazılanları okur. Bu farklı eylemi gerçekleştiren iki farklı kişinin tek ortak noktası tatmine muhtaç isteklerini gerçekleştirmeye yöneldikten sonra ortaya çıkan sonuçtan karşılıklı bir etkileşimin doğmasına vesile oluşlarıdır. Okuyucu olmasa herhalde yazmak anlamsız olurdu. Eninde sonunda bir okuyucu olacaktır. Eski zamanın ilkel tarih karakteri gelecek yılların okuyucusunu düşleyip bir kaya parçasına yazı niteliğinde bir olayı anlatan sembolleri dizecek kurnazlığı gösterdiğinde tarihçiler iyi ki yaşamış ve bu kadar kurnazlık gösterebilmişsin demelidirler. Yine de okuduklarımız tümüyle faydalı olmayabilir. Yazının içeriği bilgi veya eğlence yönünden bir fayda sunmasa da her gün okunan 1.30 saatlik herhangi bir yazı en azından beynimizde yeni hücrelerin vızıldamasına sebep olabileceğinden okudukça ( ne olduğu önemli değil) bir tür yetenek kazandığımızı söyleyebiliriz. Belki 1,30 saatlik okuma on dakikalık bir matematik problemi çözmekle eş değerde beyinde karanlık bir noktayı aydınlatıyor olabilir. Ancak yazılarla rakamların mekânı farklı boyutlarda varlık buluyor ve bu ikisi beynimizin çeşitli yerlerini aydınlatıyor. Çok problem çözen iyi bir okuyucu olamaz, aksini de düşünebiliriz.
İnsanı okumaya iten binlerce sebebin elemanı olduğu bir küme hayal edebiliriz ancak bu makalede benim ciddiye alıp inceleyeceğim okuma türü ‘kitap Kurtları’nı işaret eden okuma sevdası üzerinedir. İlk öncelikle spekülasyondan uzak bir samimiyetle bu kişilerin ruh halini ve duygu dünyalarını inceleyelim. Tam da şimdi bir alıntı yerinde olacaktır.
‘ Bir insanın herhangi bir yazılı eser bırakmayı arzulamasındaki tetikleyici gücün o kişinin derinliklerindeki hırslarının ve öfkelerinin kaosuna bağlıyorum. İddiamın en büyük kanıtı da bugün edebiyat dergisi sektöründeki okuyucu niteliğindeki insanların günün birinde yazar olacağına duydukları inançları taşıyan bireylerden oluştuğunu bilmemizdir. Her okuyucu edebiyatla uğraşmak istemeyebilir fakat dikkatli okuyucunun her zaman aklında yazacağı günlere ilişkin bir portre mevcuttur. Okumaya ilk başlama anı kişinin düşüncelerinde yapacağı tesir bakımından çok büyük öneme sahiptir. Eğer birey doğru anda ve doğru kitapla karşılaşmışsa aksiliklerin olmayacağını da varsaydığımızda potansiyel bir yazar olma sevdalısı yolunda sağlam adımlar atmış demektir. Günümüzün tanınan yazarları bence ilk okuma anında kişiliğine ve ruh haline en iyi teması sağlayan eserleri okuyabilme şansına sahip oldukları için günümüzün birer tanınan yazarları olmuşlardır. Çünkü yazar olmayı istemek gerçekten de ilk önce okumaya duyulacak büyük bir saygı ve özlemden kaynaklanıyor. Sahafta, elinde tozlu ve sararmış bir kitabı sanki çok narin ve değerli bir eşyaymış gibi tutarak bir başkasına pek anlamsız gelecek bir ifadeyle kitabın lekelenmiş cildine büyülenmiş gözlerle bakan kişi sıradan bir okuyucu olamaz. Sayfa yığınlarından oluşan kitapları kütüphane denilen raflarla dolu bir yere hapsetmekten, kitap toplayıcılığı yapmaktan ve stok ettiği bu kitapları bir kaç sefer okumaktan zevk alan bir insana da sıradan bir okuyucu diyemeyiz. Peki, sıradan okuyucu kimdir? Pek çok köşe yazarı ( üsluplarından sıradan bir okuyucu oldukları çok belli) yılda bir ince bir kitap alıp gerçekten de kitabı okuduğunda keyif duymak isteyen hayalperest kişiler( gerçek okuyucunun kitap üzerindeki gözlemleri sonucunda alınan keyiften değil çekilen eziyetten söz etmek gerekli) gerekli olduğu için okuyan öğrenciler ya da iş insanları vs vs. saydığımız niteliklerdeki sıradan bir okuyucunun özellikleri arasında her ay bir edebiyat dergisini takip etmesine sebep olacak bir istek gözlemleyemeyiz. O yüzden gerçek anlamda okumanın ayrıcalıklı bir eylem olduğunu iddia edebiliriz. Ben bir editör olsaydım, editörlüğünü yaptığım derginin okuyucu kitlesinin dergiye yayınlanması için yazı gönderen insanlar ve ilerde yazacağı romanı için faydası olur diye dergiyi okuyan yazar olma peşindeki kişiler dışında başka okuyucumun kayda değer hacimde olmadığını bilerekten hareket eder ve yayınlanan dergide yazar ruhlu kişilere hitap eden birtakım düzenekler oluştururdum. Ne yazık ki okunmanın ticari kaygıları neticesinde alınacak bu tür asil olmayan önlemlerin edebiyatın azametine, estetiğine yakışmayacak kadar sanat dışı olması sınırlarımızdaki okuma sevgisinin ne düşük kertede can bulduğunun bir belirtisidir.’
Bir kitap kurdu bir meyve kurdu kadar zararlıdır aslında. Roman piyasasının seçici olmayan müptelaları olarak kitap kurtları aslında ne bulsa okur. Bir kitap kurdu bize okuma eyleminin büyüsüne kapılıp bu büyünün azgın sularında amaçsızca kulaç atan bir zavallıyı hatırlatmalıdır. Okumaya yabancı biri zayıf bir istekle bir romanın çekiciliğine kapılıp bir hafta sürecek yüzeysel bir okumanın bireysel kahramanı olamaya çok yatkındırlar. Kitap kurtları ise gerçek bir okuyucudur ve okuma eylemi onlarda bir mana kazanır. Fakat yine de, ne yazık ki bir kitap kurdunun en baş özelliği yeni keşfettiği bir hazzı savurganca ve amaçsızca tüketiyor olmasıdır. Onlar için okunacak şeyin bir önemi yoktur, yeter ki bir cildin içine birkaç yüz sayfa iliştirilsin. Klasikler, popüler bilim, bir konu hakkında özel yazılmış bir araştırma kitabı ve (ya) sistematik okumaya yakın herhangi bir okuma türü kitap kurtları için anlamsızdır. Bir kurt gibi ilk sayfasından girdiği kitabın son sayfasından çıkmak için anlamsız bir mücadelede bulunurlar. Peki, böylesine saplantılı bir şekilde kitap okuyan kişileri nasıl olur da okuma eylemini bir anlama kavuşturan kişiler olarak düşünürüz? Böyle düşünürüz çünkü üne kavuşmuş bir yazar zamanında bir kitap kurduydu. Böyle düşünürüz çünkü kitap kurdu olmadan faydalı ve sistematik okumanın değerini anlayamayız. Çünkü acımasızca kitap tüketmek, uzayı bükerek içine ışığı, maddeyi sesi çeken ve her şeyi yutan bir nötron yıldızının hırsıyla kitap sayfalarını emmek, anlamlı kitap okuma eyleminin vazgeçilemez bir çıkış basamağıdır. Ancak bu acemi davranış kalıbı sonunda aşağıdaki alıntı paragrafta görüleceği gibi mantıklı bir durum kazanacaktır. Alıntı, benim kitap kurtluğundan kurtuluşumu içeren adeta bir müjde olarak sevdiğim bir arkadaşıma gönderdiğim mailin mikro mutasyon geçirmiş halidir.
‘En son David copperfield’ı okumuştum. Charles kelime başına para aldığı için 600 sayfaya yaydığı masum çocuğun ( ve bir o kadar da aptal bir çocuk bu) maceralarını keyifle okunacak bir şekilde yazmış. Bazen olayları öylesine uzatmış ki okuyucu enayi yerine koyulduğunu sezebiliyor. Romanın ortalarında bir yerde aslında David’in okuduğum maceralarının çok azını anımsayabildiğimi düşününce ve okuyup geride bıraktığım yığınlarca romanın ne hakkında olduğunu tam anlamıyla hatırlayamadığımı fark edince kendime roman okumayı yasakladım. Beynimin hard diskini fütursuzca okuduğum romanlar yüzünden yeniden silip tekrar üzerine silinecek bilgiler yazarak anlamsız bir şekilde doldurmanın bir tür rahatsızlığa yol açacağını sezebiliyorum. Roman okuma eylemi ilerde bir gün yazar olma düşüyle hareket eden bir bireyin roman sanatını yakından tanıması için bir fırsat olduğunu kabul etmeliyim fakat belli bir düzeyden sonra tekrar edilen her eylemde olduğu gibi tekrar edilen eylemin bir anlamsızlaşmaya doğru gittiğini görebiliyorum. Akan derenin bir zaman sonra yatağını aşındırması gibi roman okumak da yakın zamanda zihnin beceri yatağını anlamlı bir kalıba soktuktan sonra zararlı bir aşındırma gerçekleştiriyor. Hafızamın bahçelerinde okuduğum onlarca romanın kesik hayalleri bir gölge gibi dans ediyor fakat onlara istediğim şekilde erişemeyişim beni korkutuyor. Memento filmindeki hafızasını yitirmiş adamın bedenine işlediği küçük uyarılara ihtiyacı olması gibi benim de bir hafıza olarak ufak kâğıtları kullanmayı deneyerek büyük bir hıza sahip bir geçiciliğin zihnimi allak bullak eden yıkıcılığı karşısında ürkmem normal karşılanmalı.’
YORUMLAR
Size tamamen katılıyorum.
Hız çağındayız. Sanat diye 10 ciltlik klasiklerin 5 cildini tasfirlr doldurmuşlar.
Yeni nesil yutmuyor.
Aksiyon istiyor.
En çok satan kitaplar incelendiğinde , sinemalara yapılan filmler incelendiğinde hep aksiyonel olanlar tutuluyor.
Sahte kahramanlar artık tahtını kaybediyor.
Okuyucuyu kaybetmemek için onun arzusuna dikkat etmeli yazar.
Yok dikkate olmazsa okuyucuyu?
Kendi yazar kendi okur.
Kutlarım sizi
10 Numara.