- 740 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
ZAMANSIZ ÇİÇEK
İstanbul - Avrupa yakasında bir devlet hastahanesinin yoğun bakım ünitesi.
Hıçkıra hıçkıra ağlayarak az önce kaybettiği hastasının odasından çıkıyor Uzman Doktor S.B. Hırsla başından çıkarttığı galoşu çöpe fırlatıp, düzeltmek değil de dağıtmak istercesine karıştırıyor saçlarını. Tutamıyor kendini ve masasına kapanıp, hırsından hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. ’ Onu kurtarmalıydım, mutlaka kurtarmalıydım ! Daha çok gençti ! Yaşamalıydı, yaşatabilmeliydim ! ’diye yüksek sesle sayıklıyor dakikalarca..
Odasının kapısı çalınca, başını masadan kaldırıp, gözlerini silmeye çalıştı. ’ Giriniz ’ diye seslendiğinde, kapıda elinde çok özenerek hazırlanmış bir buket çiçekle, çiçekçi çocuk göründü.
- Efendim, bu çiçek size..Yerinden kalkmadı kadın.
- Getir, dedi. Çocuk çiçeği verdikten sonra, imzalaması için bir belge uzattı. Hemen alelacele karalayıp gönderdi çocuğu. Çiçekle hiç ilgilenmeyip, ağlamasına devam etmek istiyordu ki, kocaman, beyaz bir zarf dikkatini çekti. Çiçek buketine iliştirilmişti. Bir çırpıda alıp içini açtı zarfın.
’ Sevgili B. Ben Fikret ’ diyordu yazının başlığında. Öfkelendi bu kadarını okuduğunda. Hiddetle yerinden kalkıp, mektubu eliyle iyice buruşturdu ve çöpe attı. ’ Fikret ha, Fikret demek ! Utanmadan bana çiçek gönderiyorsun ha ! ’ diye söylenirken çiçek buketini de hırsla çöpe attı. ’ Biz nelerle uğraşıyoruz, insanları yaşatmak için, gecemizi gündüzümüze takıp didiniyoruz, çoluk çocuğumuza hasret yaşıyoruz, sen halâ otuz yılı aşkın bir süredir, bana ilân-ı aşk etme peşindesin !
Tekrar masasına dönüp kapandı ve daha da sesli ağlamaya başladı. Sık sık da ’Fikret ha, Fikret ! ’ diye sayıkladı.
Hastahanenin bahçesindeki bir bankta oturmuş, heyecandan titriyordu adam. Çiçek gönderdiği Doktor kadının cevabı ne olacaktı ? Otuz yılı aşkın bir süredir devam eden platonik aşkına, yıllar sonra gönderdiği bir buket çiçeğe iliştirdiği mektubunda, yıllar önce ona karşı yaptığı hataların, yanlış davranışların ve sonunda onu üzmesinin, kırmasının açıklamalarını yapmıştı. Şimdi ayakları titreyerek ve kalp atışlarının hızının giderek artarak oturduğu bankta, ondan gelecek yanıtı bekliyordu.
Saatler geçti, hava kararmaya başladı ama hiç bir cevap gelmedi sevdiğinden. Oysa, cep telefon numarasını da yazmıştı mektubunda. ’ Herhalde kızdı bana. Belki de hiç okumadı bile. Öyle ya, ikimiz de evli - barklı, çoluk - çocuk sahibi insanlarız artık. Ayıp ettim ben, çok ayıp ettim. Keşke böyle bir şey yapmasaydım ’ deyip, bir kez daha baktı, sevdiği kadının görev yaptığı hastahanenin pencerelerine doğru. ’ Hoşçakal Bahar’ım, hoşçakal ! Ne olur affet beni ’ diyerek hızla uzaklaştı oradan.
Bir kaç saat sonra, onu İstanbul’dan belki de temelli götürecek olan otobüsteki koltuğuna yerleşmişti bile. Penceresinden dışarıları seyrederken, gözlerinin önüne ne deniz, ne doğa, ne şehirler ve ne de başka insanlar geliyordu. Otuz yılı aşkın süre önce okuduğu lise yılları vardı sadece; Bahar’lı yıllar. Ölmek üzere olan bir insan gibi, tüm hayatı değil, sadece o günler, bir film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Zaten tüm hayatı o kadardı. Başka hiç yaşamamış sayardı kendini.
Uzun yolculuğu sürerken, temizlikçi bayanın eline geçti, kırıştırılıp çöpe atılan mektubu. Dikkatini çekmiş olacak kadının ki, düzeltip okumaya başladı.
’ Sevgili Bahar , ben Fikret.
Lütfen bu mektubu mutlaka oku. Aslında zamansız olduğunu, yıllar önce yazmam gerektiğini ben de biliyorum. Bu saatten sonra sana bir şeyler anlatmamın, hatta seninle görüşüp konuşmamın bile bir yararı olmayacağının farkındayım. Fakat yine de gerçekleri, sana niye aşık olduğumu ve sonra da niye senden kaçtığımı anlatma ihtiyacı duyuyorum. O günlerde seni ne kadar üzdüğümü, kırdığımı biliyorum. Sebeplerini mutlaka anlatmak ve kendimi sana affettirmek istiyorum. Yoksa bu yaştan sonra sana aşkımı anlatıp, sevgilin olmak gibi bir hayâlin peşinde asla değilim. Yaşlandım artık. Hayatın son demlerindeyim. Sanki ömrümün sonuna yaklaşmış hissediyorum kendimi. Ölmeden önce de son arzum, seni son kez mutlaka görmek ve konuşmak. Bana bu fırsatı verirsen eğer, sana minnettar kalacağım. Aslında vermesen de minnettarım. Ömrümün tek beyaz sayfası sensin. Ben sadece seninle olduğum yılları yaşanmış sayıyorum.
İstanbul’dan gidiyorum bu gün. Kimbilir belki de bir daha dönmeyeceğim. Kalbimi sende bırakarak, seni de İstanbul’da bırakarak gidiyorum. Hatıralarımı götürüyorum sadece. Keşke seni son kez görüp, kendimi affettirip gönül rahatlığı ile gidebilsem.
Hoşçakal Bahar’ım. Beyaz sayfam, canım aşkım, hoşçakal.
Fikret ’
Kadın çok etkilendi okuduklarından. ’ Vay be otuz yılı aşkın süren, karşılıksız aşk he ! Ne aşklar varmış yahu ! Keşke benim de böyle bir sevenim olsaydı ’ diye mırıldanıp, mektubu yeniden buruşturp , aldığı çöpe attı. Çöpü de diğerleriyle birlikte dışardaki yerine götürdü.
Ertesi gün Doktor Hanım’ı gördüğünde, kendini tutamayıp sordu :
- Hoca’m ! Fikret kim ? Bu soruya şaşırdı Doktor Hanım.
- Sen nereden biliyorsun Fikret’i ? Temizlikçi kadın biraz bocalasa da cevabını verdi.
- Dün akşam çöpte bir mektup buldum da oradan biliyorum. Galiba size yazılmıştı.
- Nerede şimdi o mektup ?
- Çöpten almıştım, yine çöpe attım, deyince bir pişmanlık duydu Doktor Hanım. Okumadığına ve çöpe attığına pişman oldu. Fakat yapacak bir şey yoktu.
İster istemez o da lise yıllarını getirdi gözlerinin önüne. Temizlikçi kadın, Doktor Hanım’ın daldığını görünce, sessizce çıktı odadan. Çıkarken son kez ona doğru bakıp, kıs kıs güldü.
Şehirlerarası bir otobüsün pencere önünde oturan elli beş yaşındaki Fikret ile , İstanbul’daki bir hastahanenin odalarından birinin penceresinden dışarıya bakan kadın doktor aynı filmi seyreden iki kişi gibiydiler. İkisinin de gözlerinin önünde otuz dört yıl önce birlikte okudukları Pendik Lisesi’nde geçen günleri geliyordu. Gençliğin, saflığın ve o tertemiz aşkın onlara yaşattıkları, inişli çıkışlı, neşeli ve hüzünlü günler.
Fikret TEZAL