- 689 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
HAYATIN P/İÇİ...(5)
Aradan birbirinin tekrarı sayılabilecek, bana çok uzunmuş gibi gelen 15 gün geçmişti. Akşamın erken saatlerinde evde oturmuş film izliyordum. Aklıma birden “ne kadar zamandır yalnız olduğum” sorusu takıldı. Sahi! Çok olmuştu bu duruma düşeli.
“Düşmek” dedim.
“Sen istedin kızım bu durumu, kimseye bir şey diyecek halin yok.”
Ben mi istemiştim gerçekten? Kendim gibi olmak, yalnız kalmak anlamına mı geliyordu? Neden hayatımıza dâhil ettiğimiz insanları olduğu gibi taşıyamazdık ki? Konuşurken bizden iyi icraatçı olmuyordu da neden eylem gerçekleşirken raydan çıkıyorduk? Bir ben mi düşünüyordum ki böyle? Bu insanlar kendilerini sorgulamazlar mıydı hiç? Neden hep kendimize yontardık ki durumları? Neden karşılıklı doldurulamazdı bu taslar? Yoksa doluyordu da biz mi görmüyorduk dolu taraflarını? Bencilce bir tavırla hep tek tarafına mı bakıyorduk madalyonun? Oysa mutluluk, başkalarını mutlu edince kapıyı çalan tuhaf bir olguydu. Tek taraflı alımla mutlu olunmuyordu ki… Evet! Bir eşimiz daha yoktu ve her türlü edinimi hak ediyordu insanoğlu ama kaçırdığımız bir nokta vardı orada. Eşi olmayan sadece kendimiz değildik. Herkesin bir eşi yoktu. Yani herkes hak ediyordu güzel edinimleri. O zaman buradan “güzel düşünenin güzel edinimleri olmalı” gibi bir sonuç çıkmalıydı.
“İnsanlığı sen kurtaracaksın ya. Ne çok felsefe yaptın” demekten alamadım kendimi. Sanki ben çok doğruydum da insanlık eleştirisine düşmüştüm.
“önce kendin canım… Önce kendinden başlamalısın yargılamaya” diyerek noktalamak istedim bu çıkmazı.
Eee! Kendime gelip dayanmıştı ucu ve ben kendimi eleştirmek istemiyordum şu an. Tüm bencilliğim üzerimdeydi.
“Sanki” dedim.
“Çokta takan var ya şu anda. Kime bu tafran? Akıllı ol. Böyle tuhaf tuhaf düşünüp, bir de meziyetmiş gibi yanındaki insanlara anlatıp milletin antipatisini topluyorsun. Sonra da, ben neden yalnızım? Yanlış ata oynuyorsun kızım, yanlış ata…!”
Offf. Sıkılmıştım bu durumdan. Mutfağa gidip bir meyve tabağı hazırladım kendime. Son zamanlarda kendime hiç olmadığı kadar hizmet vardı.
Filmin ilk cd si de bitmişti bu arada. Çok vasat bir filmdi açıkçası. Sevmemiştim. Yapacak başka bir şeyim olmadığı için kendime farklı alternatif geliştirmek yerine izlemeye karar verdim. Neden yaparlardı ki böyle filmleri? Kimin aklına gelirdi böyle garip şeyler? Hiç düşünecek başka şeyleri yok muydu bu insanların?
Geleceğin kurgulandığı, bol aksiyon ve sevişme sahneli sıradan bir senaryoydu. Bugün işyerine uğradığında Figen bırakmıştı. Seyretmek istersem kalabileceğini söyleyerek. Ben de onaylamıştım.
Delirmiş olmalıydım. Şimdi de filme ve senaryoyu yazana sataşıyordum. Asıl derdim kendimleydi oysa. Hiçbir şeyden hoşnutsuzluğum sinirimi bozuyordu. Pimi çekilmiş bomba gibiydim. Kendime itiraftan korksam da “yalnızlık” bu durumu tetikliyordu. Oysa yalnızlığı ben seçmiştim. Yanına taşınmadığımda ne kadar üzülmüştü annem. Lakin ben biliyordum ki benim yalnızlığım bu değildi. Aradığım ya da arzuladığım kalabalık değildi ki. Ben kalabalıkta da yalnızdım son zamanlarda.
“Evet” dedim.
“Evet! İtiraf etmelisin artık. Önce kendine. Özlediklerini, unutmak istemediklerini. Edepsizce biriktirdiğin onca düş, onca özlem. Çok zor değil mi? ”
Gerçekten de çok zordu insanın kendisine doğruyu söylemesi. O doluluğun ardında kalan bu kocaman boşluk nasıl kapanırdı?Onca alışkanlık bir çırpıda nasıl bırakılırdı? Oysa talep karşılıklıydı ve bu yaşam şeklini talep edecek hale gelinceye kadar zorlamıştık beraberliği. Şimdi bu neyin nesiydi? Kimeydi bu hayıflanma? Öfkelenmiş azgın boğalar gibi burnumdan soluyor, olan hırsımı meyve tabağından çıkarıyordum.
Saate baktığımda henüz 21’e gelmemişti. Telefonu alıp Suat’ı aradım. Hiç düşünmemiştim. Neden aradım, ne diyeceğim? Öylesine anlık bir hamleydi. Açar açmaz,
“Gidelim mi?” dedim
“Olur, yarım saate hazırlanır mısın?”
“Elbette. Sürmez bile.”
“Tamam bebek. Yarım saate ordayım.”
Seviyordum bu adamın hallerini. Ne nereye gideceğimizi, ne de sebebini; sormamıştı bile. O anlamıştı beni. Onun yanındayken kendimi önemli hissediyordum ve özgür. Yerimi her zaman hatırlatıyordu bana. Zaman zaman bir hanımefendi, zaman zaman candan bir dost, bazen de kadındım nazarında gerek çalışan yanıyla, gerek en meşrep halleriyle. Benim hiç müdahalem olmadı bu konuda. Sınırlarını hep kendi çizdi anlayışı çerçevesinde ve ben hep onayladım aklıma yattığı şekli ile. Çok iyi tanıyorduk artık birbirimizi. Çok zaman olmuştu tanışalı. Sanırım 10 yılın üzerindeydi lakin birbirimizin hayatında ciddi yer işgal etmenin 6 yıl gibi bir mazisi vardı.
Hemen yatak odasına geçtim. Üzerime bir şeyler takmalıydım. Her zaman ki gibi pantolon favorimdi.
“Aaaa! O da ne? Kilo mu aldım ben?”
Uzun zamandır giymediğimdi. Hiç canımı sıkamazdım bunun için. Hemen bir başkasını denedim. Üzerine de bir gömlek. Bu gömleğin dekoltesini seviyordum ve rengini de. Biraz daha “kadın” kılıyordu beni. Ve bunu hissetmeye ihtiyacım vardı bu ara. Ne iyi etmiştim de geçen gün eve dönerken kuaföre uğramıştım. Sık oynamayı sevmesem de saçlarımla, bu renk yakışmıştı bana. Adı bile hoştu.” Kışkırtıcı kahve…!” kocaman bir kahkaha patlattım kendi kendime. Edepsizliğimi gün yüzüne çıkarmıştım yine.
“Hep çıksa ne olur ki a şaşkın…! Hani ortada edepsizleşecek biri mi var?”
gülmekten ruju süremiyordum bile. Kalemle hafif belirginleştirdiğim dudaklarım hazırdı. Gözlerime çektiğim kalem de hazırlamıştı bakışlarımı. Ben hazır mıydım acaba?
“Keşke” dedim,
keşke Suat yerine……” derken korna sesiyle kendime geldim.
Bunu neden düşünmüştüm ki? Suat’la vakit geçirmeyi seviyordum hâlbuki.
Aceleyle portmantodan üzerime bir şey takıp dışarı çıktım.
Hay aksi! Anahtarı almamıştım. Sigaralığım ve cep telefonu da konsolun üzerinde kalmıştı. Hemen geri döndüm. İyi ki kapıyı çekmemiştim. Telefonu yine evde bırakmıştım ama bu sefer bilerek.
“İhtiyacım olmayacak” diye düşündüm. Kimsenin aramasını istemiyordum. Hızlıca merdivenlerden inip Suat’ı selamladım.
“Merhaba. Teşekkür ederim canım. Çok bekletmedim umarım?”
“En çok bu yanını seviyorum, biliyor musun? Bekletmeyi sevmiyorsun. Nasıl bu kadar dakiksin bir hatun olarak, onu da anlamış değilim.” diyerek keyifle sırıtıyor ve devam ediyordu.
“Hoş senin hatunluğundan da şüphe etmek lazım ya... Neyse! Hazır mıyız Rahibe Teresa?”
İşte! Gece yeni başlamıştı. Ne ben soruyordum nereye gidiyoruz diye, ne de o. Genelde susturulması mümkün olmayan biriydi Suat ama O’da biliyordu bu suskunluğun nedenini. Fona hafif bir müzik bıraktı. Artık iyice gevşemiştim. Hiçbir şey umurumda değildi sanki. Yolun götürdüğü yer miydi gittiğimiz yoksa O’nun götürdüğü yer mi? Hiç önemli değildi. Teslim etmiştim kendimi. Bunu O’da biliyordu. Sadece,
“yemek yemedin değil mi?” diye sordu.
Ben de “hayır” anlamına gelecek gibi başımı salladım. Gördüğünü biliyordum. Çantamdan sigarayı çıkartıp iki tane yaktım ve birini onun dudakları arasına yerleştirdim. Hafif bir tebessümle beraber derin bir nefes çekerek dumanını dışarıya salmıştı. Sanki iftar sonrası ilk sigarasını içer gibiydi. 20 dakika olmamıştı ki daha önce hiç gelmediğim bir mekân önünde yavaşlamıştık. Anlaşılan park yeri arıyordu.
Dışarıda yağmur vardı. Arabadan inen inmez montumu başıma çekip yağmurdan korunmaya çalışarak saçak altına girdim. Şimdi yağmurda gezmek vardı ya, gezinti sonunda sudan çıkmış kedi gibi mekâna girmeyi de göze almak gerekiyordu.
“Asya! İçeriye girmeyecek miyiz?”
Seslenen Suat’tı.
“Geliyorum.”
Kapıdan girdiğimizde sıcak havaya hafiften alkol kokusu yayılmıştı. Çatal- kaşık seslerine hoş bir müzik eşlik ediyordu. Güzel bir mekandı. Suat’ın içeriye göz attığını sezdim. Sakin bir köşeyi gözüne kestirip,
“burası olur mu?” diye bana döndü.
“Gayet iyi Suat. Oturalım mı? ”
“Elbette bebek. Ben bir lavaboya gideyim. Ellerimi yıkamalıyım.”
Az ilerlemişti ki, geri dönerek,
“Seçim yapabilirsin. Sen karar ver ne yiyeceğimize” dedi ve ilerledi.
Mevsimine göre balık tercihinde bulunmuş, bir iki soğukla da tamamlamıştım siparişi. İçecekleri o seçsin diyerek, mönüyü elimden bırakmış, camdan dışarıyı seyre dalmıştım. Civar olarak tanıdık, mekân olarak yabancı bir yerdi. Oldukça şıktı. Arasam bundan iyisini bulamazdım şu an için. Şöyle bir içeriye göz attım. Çekiniyordum da insanlar rahatsız olacak diye. Oysa ilgilendiğim kişiler değildi, sadece mekanı tanımaya çalışıyordum. Nereden keşfetmişti ki burayı? Hiç de baş olmuyordu hani. ..
“Hayırdır kızım? Ne o.?”
Kıskanmış mıydım ne? Gerçekten de kıskanmış gibiydim. Benden başkasıyla gelmiş olabilme düşüncesi bir anda yalayıp geçmişti aklımı.
“Kendinde misin sen?” diyerek azarlamayı da ihmal etmedim kendimi. Sonra aniden ne kadar fesat olduğuma karar verdim. Gayet normaldi. İnsan dostunu da kıskanabilirdi. Ve benim yaptığımda buydu. Ne kötülük vardı ki bunda?ben böyle kendimle savaşırken Suat masada yerini almıştı bile.
“Evet canım. karar verdin mi? Ne yiyor, ne içiyoruz?”
“Balık tercih ettim ama Suat, ne dersin bilmiyorum. İçeceklere sen karar ver. Ne de olsa beni taşıyacak olan sensin.”
Neşem biraz yerine gelmişti. Güldüğümü fark ettiğimde nasıl da hoşlanmıştım bu durumdan. “Ne çok gülerdim bir zamanlar” diye içlenirken,
“Güldüğünü görmek çok güzel, biliyor musun?”
Aynı anda, aynı noktada sessizce buluşmak. Buydu demek ki…
Havayı biraz değiştirmek adına hemen atladım.
“Eeee! Ne içiyoruz bakalım? Karar verdin mi beni hangi külfet altında taşıyacağına?”
“Ne içebiliriz ki bebeğim? Rakı elbette. Küçük mü söyleyeyim. büyük mü? Sen ona karar ver” derken, diğer taraftan da garsona işaret ediyordu.
Önyargılı biri değildim ama ısınmamıştım garsona. Bakışları rahatsız etmişti nedense. Oysa bu tür takıntılarım da yoktu benim. Çok da çevreyi umursayan bir tip değildim özde. Yapmak istediğim şey bana doğru gelsin yeter ki.
Siparişler verilmiş, yanında bir büyük söylenmişti bile. Sıkı içerdi Suat. Sık içmez ama sağlam içerdi. Ben de fena sayılmazdım, eğer günümdeysem. İsabetli bir karar olmuştu tercihi.
“Evet. Anlat bakalım beyim. Nereden buldun burayı? Daha önce hiç gelmemiştik.”
Bir yandan da tedirgindim. Aklımı okuyacak endişesi sarmıştı beni. Tanıyamıyordum kendimi.
“Ne o? Kıskanmışız biraz.”
“Ne alaka ya. Merak ettim sadece. İstemiyorsan söylemezsin olur biter.”
“Peki o zaman, nedir bu öfken?”
“Yoo! Ne öfkesi, sana öyle gelmiştir.”
“Neyse canım. seni gereksiz yere yıpratmak ve gecenin içine etmek istemiyorum. Haklısın. Ben yanlış anladım”
Üzülmüştüm şimdi. Benim yüzümden sineye çekmişti yine olayı. Sırf ben rahatsız olmayayım diye.
“Neden elbise giymedin? Sana çok yakışıyor ve ben bu akşam hatun Asya’yı yemeğe çıkardım.”
Arada tutardı böyle delilikleri. Haklıydı da. Bunu derken benden daha itinalı bir seçim beklediğini ima ettiğini biliyordum. Elbise bahanesiydi aslında.
“bilmem” dedim.
Hiç düşünmedim.”
“İyi ya! Bir dahaki sefere düşünürsün.”
Nasıl da sertti bunu derken. En çok güvendiğim haliydi. Beni hiçbir şekilde ürkütemiyor, sindiremiyor, aksine içimi güvenle dolduruyordu bu hali. Benimle ilgileniyor olması hoşuma gidiyordu. Belki de eksik kaldığım yanlarımı dolduruyordu. Hissettiğim huzur buna aitti. Oysa sevgi dolu bir aileden çıkmıştım. Sevginin çok tüketildiği ve de üretildiği. Yine de açtı bu tarafım. Demek ki, adı anılan sevgi bu değildi.
sevgi kaya
devam edecek.
YORUMLAR
5 ini birden okudum
Beşi bir yerde gibi yani : )) O kadar samimi bir anlatımdı ki. Hikayenin içinde bahsettiğin o yarım kalan kitabı kaldır at ve sen yaz dedim sana hitaben kendi kendime. Sen yaz ; çünkü senin yazdıkların o kadar içten ve o kadar insana has ki…içimde hissettim her bir düşünceyi. Her bir anı .(( Çoğunu değil tabi :))) sadece tanıdığım kadarını..)
Bu bir hikaye değil ayrıca ; kesinlikle bir roman olmalı ve çok da satmalı bence..
Bunu şimdiden görebiliyorum. Ha gayret abla..gururumuzsun
saygımla
sevgimle
Seni seviyorum kalem...
Neyse toplamak lazım kendimi. Bu sayfa bambaşka gibiydi " ne olur böyle gitsin ve biz bunu roman yapalım"...
Bazı yazım hataları var bilgin olsun bir daha gözden geçir zira şu an onlarla ilgilenemeyecek kadar kıstırdım kendimi içine.
Nasıl bir zamanda okudum bilmiyorum ama güle güle, tebessümle bitirdim hiç burkulmadım sadece bazı yerlerde ki bu girişinde oldu sustum " yaa öyle " dedim içimden. Suat'ı sevdim şahsen bu roman mı artık hikaye mi onsuz bitmesin :)))
Anlatım dilinin hem bizden olması hem kitaplardan olması hakikaten çok güzel. Tam sıkılmaya başlarken okur ki buradaki okur ben oluyorum hemen kalemin başka bir ifadesi gözlerimi parlatıyor. Kaleme sevdalıyım ondan mı dersin ablam :)))
Daimini dualarla dilemekten öteye geçemiyorum.
Sevgimdesin.