SEN İSTANBULU BİLMEZSİN
SEN İSTANBULU BİLMEZSİN
Sen İstanbul’u bilmezsin. Hani çocukluğumuzda kasabamıza yarım saat uzaklıktaki Kestanbul köyünün abisi sandığımız, oysa bizim kasabamızdan daha da köy olan, kahpe Bizanslının temelini atıp ta gittiği ama kahpeliğinin yadigâr kaldığı bu ışıklı şehre birlikte gelme hayalleri kurardık çok küçük olduğumuz yıllarda.
O zamanlar kafamızda gazete kâğıdından şapkalar elimizde gündendi sopasından kılıçlar savaşlar yapardık İstanbul uğruna. Bir gün sen kazanırdın bir gün ben. Oysa ne ben yenebildim bu Konstantinin şehrini nede sen gelebildin
İlkokul ikinci sınıfa geçtiğimiz yaz tatilinde gördük ilk savaşı. Her gece evlerin perdelerine kara perdeler çekilirdi. Adı karartma olan bir savaşı yaşadık. Bir keresinde babama sordum “baba İstanbul’da da karartma var mı?” diye “yok” dedi. Oysa ben ablamın coğrafya kitabında görmüştüm. İstanbul daha yakındı Kıbrıs’a. Peki o zaman neden bizde karartma? Yılmaz amcaların televizyonda “savaş bitti” dendiğinde biz de sevinmiş gibi yapmıştık. Oysa ne sen ne de ben savaşın ölüm olduğunu daha anlamamıştık.
Sen hep korkardın karanlıktan. Beklide bu konstantinin kandili bol şehri çekerdi seni. Oysa karanlığın en renklisi yaşanır bu şehirde. Denizinde gemiler gezerde içinde balık yaşamaz. Dibi kara balçıktır, ölüm kusar konstantinin altın boynuzu.
İlk defa İstanbul hikâyesi dinlediğimizi hatırlıyorum. Bizi İstanbul’a getireceğini vaat ederek vermişti elimize ÇBS boya ve fırçayı. Bu yüzden yemiştik bir araba sopayı. Babamdan duymuştum sabahın yedisinde darbe olduğunu. Tam dört bahçeden geçip de gelmiştim sizin eve. Sana müjde verir gibi demiştim usta darbe olmuş. Uzun yıllar darbenin copla dayak yemek olduğunu sanmıştık. İşte İstanbul sevdasının başımıza getirdiği ilk bela oydu. Ama sonuncusu değildi ya.
İşte usta sen İstanbul’u bilmezsin, iyi ki de bilmezsin. Bu şehrin sanki canı vardır, kanı vardır insanları tüketerek beslenir. Bir sülük gibi yapışır sırtına, kanını emer. Kaçmak istersin kaçamazsın eroin gibidir bağımlılık yapar.
İlk İstanbul maceramızı hatırlıyorum da bir tuhaf oluyor içim. Remzi abinin kömür yüklü kamyonuna gizlice binip, tentenin altında kömürlerin üstünde ta Çorlu’ya kadar gitmiştik. Remzi abinin tenteyi söktüğünde, tentenin altında bizi Arap bacı gibi gördüğünde çığlığı basıp ta kamyondan atlayışı hala gözümün önündedir. Şaşkınlığı geçince bizi amma pataklamıştı, gelince de yediğimiz sopa cabası. Ertesi yıl okulda evden kaçma girişimimiz bize iyi hava sağlamıştı. Subay kızı Figen bile sırf bu yüzden sana pas vermeye başlamıştı. Benim sana karşı bir sıfır öne geçişim babaannemi ameliyat için İstanbul’a getirmemizle birlikte başladı. İşte ben köyden gelenlerin sırtlarında köylerini de getirdikleri adına metropol denen mega köye babaannemin ameliyatı sonrasında ölümüyle tanışmış oldum. Sırf İstanbul’u gördüm diye babaannemin ölümüne sevinmiştim bile. Ailede her hastalananını İstanbul’a götürelim diye dua etmiştim. Sırf bu yüzden bana mezarcı demeye başlamıştın. Hele senin hastalık numarası yapıp beni İstanbul’a götürün demelerin ve benim seni desteklemelerimin sonunda okul müdüründen bir araba sopa yemiştik.
Liseyi bitiremeden baban ölmüştü. Sen de okulu bırakıp çalışmaya başladığında para biriktirip İstanbul’ gitmekti hedefin. Ama olmadı be usta. Ben liseyi bitirip bu şehre büyük adam olma hayalleriyle geldim. Beni bu şehre gelirken yolcu etmiştin. Gözlerinin o günkü hali bir türlü gitmiyor aklımdan. Keşke o gün boynuma sarılıp “dur gitme be usta” deseydin. Ya da ne bileyim “beni de götür” deseydin. Keşke hiç gelmeseydin. Gözlerini görmeseydim. Keşke… Keşke…
Hatırlıyor musun? Sömestre tatiline geldiğim de hastanenin alt bahçesinde oturmuştuk bir gece, hani morgun arkasındaki küçük çamlıkta. Pırıl pırıl bir gökyüzü vardı, iki şişe de şarabımız. Bana bütün gece İstanbul’u anlattırmıştın, bende sen mutlu oldukça ha bire anlatmıştım. Hiç görmediğim saray burnunda balık tutanları, Kadıköy iskelesini, boğazda gidip gelen vapurları. Hatta sana bir de söz vermiştim galata köprüsünün altında sana bira ve patates ısmarlayacağım diye. Oysa yeni köprünün altında bir bok olmadığını bende bilmiyordum. Hele kızları anlatınca daha da bir heyecanlanmıştın. Sarışınlarla, esmerlerle olan maceralarımı can kulağıyla dinlemiştin. Sol memesi benli çilli kız çok ilgini çekmişti de tekrar tekrar anlattırmıştın. Bende her defasında ballandırarak anlatmıştım. Oysaki avcılardaki okulla, halkalıdaki halamların ev arasından başka bir yerini görmemiştim İstanbul’un. Kızlar mı? Hepsi yalandı. Sınıftaki tek bir kızın ismini bile öğrenememiştim salaklığımdan.
Ya işte böyleydi masal İstanbul usta. Adına nice şiirler, bir sürü şarkılar yazılan, yedi tepesi bereket tanrıçası gibi yedi memeye benzeyen bu şehir, yedi memesinden birini elletmedi bize. Bereket vermek şöyle dursun, tüketti bizi, bitirdi. Ne görecek göz bıraktı, ne de öpecek dudak. Ne sarılacak kol ne de sevecek yürek.
Bu gün senin doğum günün. Bundan tam beş yıl önce bu günkü günde İstanbul hasretin bitti. Ben okul harcımı yatırmamıştım, sende kira ve elektriği. Benim de daha önce gitmediğim taksimde buluşacak felekten bir gece çalacaktık. Belki subay kızı Figen’den sonra ikinci manitanı kapacaktın.
Ama olmadı be usta. Sen sözünde durmadın be can arkadaşı. Bu beni ilk ekişindi. En baba arkadaşım yapmaz diyordum ama yaptın be usta. Bak ben sana hala yanlış yapmıyorum. Her sene doğum gününde yanına bir şişe beyaz şarabımla geliyorum. Sen bardak sevmezsin biliyorum. Şişeyi kaldırıyorum. Bir sana içiyorum birde bana. Sonra lanetler okuyorum yanı başında duyuyor musun bilmiyorum. Küfürler ediyorum ağız dolusu. Hay ben böyle İstanbul’un içine, hay ben böyle kadere birde sana çarpan arabanın tekerleğine.
Ertamer GEZER
Temmuz 99
YORUMLAR
ne istiyorsunuz benim sehrimden?
neden ona bu denli haksizlik ediyorsunuz?
milyonlarca insana hergün yeniden ve yeniden taze soluk vermiyormu? essiz manzarasi ana kucagi sefkatiyle sarildigi sahillerinde sizleri mutlu etmiyormu?
trafigi ,sekilsiz yapilari o mu istedi insanlardan,
tarihin izlerini bütün olumsuzluklara ragmen inatla bize tasimadimi...
hala ona fahise kadin muamelesi yapmak ondan dert yanmak niye...
icin ickinizi
yiyin baliginizi
ama sikayet etmeyin benim sehrimden...
onu bu hale getiren sizlersiniz
ondan gidemeyenlersiniz.
insallah bir gün onu özleyenlerden olursunuz, benim gibi....
....YILDIZ