- 1405 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
255 - MED CEZİR
Onur BİLGE
İnsanlar huzursuz ve mutsuzken içleri karanlıktır, karanlık indikçe karardıkça kararan deniz gibi uçsuz bucaksız, korkunç ve çalkantılı... Gözleri de perdelidir, tüm güzellikler önlerine saçılmış olsa da fark etmezler bile... Her şey önemini kaybetmiş; renkler silinmiş, sesler yitmiş, ne varsa dibe vurmuştur, güzelliğe dair.
Her şey, gönül hoşnutluğuyla tadındadır; lezzeti ve güzeldir. Sohbet, düğün, bayram, ibadet... Zaman zaman insan çatlama haline gelir! Kabz halidir, ruhun. Can, şişe mantarı gibi boğaza kadar gelip dayanmış ve sıkışmıştır! Fırlayıverse, kurtuluverecek gibidir insan!
Beden, ‘dünya’ derken; ruh, ‘ahret’ demektedir. Ruh, Allah sevgisine açtır, bedense bir kula... Ruhun bedende, bir tarafı buz keser kazık gibi, bir tarafıysa ateş, alabildiğine... Bir soğuk, bir sıcak, kabına zarar! Bir içsel mücadele başlar, kıyasıya!
Gecenin ilerlemiş bir vaktinde, işte böyle bir halde, gelgitler içindeyim. Sahteliklerle dolu dünyada, sadece düşüncelerimi ve sohbetimi paylaşmak için yazıyorum, kimlerin okuyacağını bilmediğim ve merak etmediğim yazıları... Bazen bir öykü bazen deneme bazen şiir olarak dökülüyor kâğıtlara. Üst üste konarak çoğalıyor yazdıklarım.
Aslında ben, sadece arkadaşlığına değer verebileceğim dostlar arıyorum, etrafımda. Koşa koşa Bursa’ya dönüşüm de ondan. Gerçek kimliğimi, beynimin içersindeki düşünceler ele veriyor ve şimdilik bunu kimse bilmiyor.
Hayatımın kıyılarına zaman zaman vuran, kayalıklarımı döven karamsar dalgalar üzerimde geldikçe, tüm fırtınalara inat, umut yelkenlisiyle okyanusa açılıyorum, tüm cesaretimle. Şişirip yelkenleri, bütün renksizliklere inat, karanlıklar içinde ısrarla maviyi arıyorum. Sabaha çok var, biliyorum. Gecem uzadıkça uzuyor, ısrarla. Israrla sonsuzluklara uzanıyorum.
Bazen göklere çıkıyorum, uçurtma gibi zülüflerimi, kuyruğumu sallaya sallaya, ipin ucu yerde ve emin ellerde olduğu için hiçbir yere, hiçbir şeye tutunmak ihtiyacı duymadan rengârenk giyinip boyanmış bir gelin gururuyla güzelliğinden emin bir şekilde süzülüyorum. Hiçbir şey için üzülmeye ve sıkıntı duymaya değmeyeceğini gayet iyi bildiğim için umursamıyorum, yeryüzüyle bağlantımı.
Çalışma ve tahsil hayatım, meşguliyet tedavisi, bir yerde... Onlarla, hayatıma anlam kazandırmaya çalışıyorum. İlhan ve okul arkadaşlarımla hayata tutunabilmeye... Gecelerimin en sevdiğim ışıkları; sokak lambasının sarı gülücüğü ve simsiyah gözlerin kara ışığının tebessümü... İkisi re romantizm, huzur ve mutluluk yüklü...
Bir dost eline dokunabilmek, sımsıkı tutabilmek istiyorum, zaman zaman. Yaşantıma maksimum anlam katabilecek bir dostluk kurmak ve ömrümün sonuna kadar sürdürebilmek dileğiyle. Yanı başımda, candan yakın ama imkânsızdan da ötede!
Sevgisiz ve yalnız kaldığımı hissettiğim zamanlarda umut donuyor, avuçlarımda. Ellerimi tutup ısıtacak, işlev kazanabilmesi için eritecek candan bir kişinin vücut sıcaklığına ihtiyaç duyuyorum. Sonra da suçluluk hissi sarıyor, düşüncesinden bile yalnızlığımda sadece Yaratan’ımla olamadığım için ama ben insanım. Yerim, insanların arası... Herkes gibi ben de sevgiye aç bir yaratığım, nihayetinde... Hatta azıyla da yetinemeyen, daha fazla sevgi ve ilgi isteyen, özellikle bu konuda doyumsuz bir varlığım.
İnanmak istiyorum, çivilerin yeşereceğine, telefon direklerinin dal budak salacağına ve yol boyu dike dike geldiğim kilometre taşlarının kök salacağına. Yeryüzünde, imkânsız olan ne varsa, ters yüz etmek istiyorum. Aşk, böyle bir şey olsa gerek.
Hani güvenmek isteriz ya zaman zaman, tam bir teslimiyetle birisine, yüzümüze sıcacık vuran ilgisinden umutlanıp da, İlhan, benim için öyle bir can yoldaşı işte! Gözü kapalı hayatımı avuçlarına bırakabileceğim bir can...
Ona yazmak istiyorum yine, bağırsam beni duyabilecek kadar yakın bir mesafe varken aramızda. Mesafenin, uzunu kısası yok. Mesafe, mesafe işte!
Hiçbir beklentim de yok, aslında. Onunla birlikteliğe dair kurduğum hayaller içimde gizli, sadece beni ilgilendirir, bir benim ruhumun süsleri onlar. Süsledikçe süslüyorum düşlediklerimle, zaman zaman daralan ruhumu; dört bir tarafından tüm kuvvetimle çekiştirerek, alabildiğine genişletmeye çalışıyorum. Ancak o zaman rahata ve huzura kavuşabiliyorum.
Mesafeyi yok etme çabam yok. Hiç olmadı bu zamana kadar. Zaten mesleği, ona dokunmama engel. Bende, çocukluğumdan kalma bir soğukluk var, hastanelere ve doktorlara karşı. Hani o küçücükken, bir hastane koridorunda, açık bırakılan ameliyathane kapısından, karnı şiş, hasta genç kadıncağızın karnının neşterle yarıldığını, yerdeki kırmızı boyalı yangın kovasına hortumun ucundan fışkırır gibi dolan ve dışa taşacak kadar köpüren suyu seyrettiğimden beri... Hastanenin hizasından otobüs içinde geçerken bile rengim sararır, içine girdiğimde oturamam, hiçbir yere dokunamam. İlhan, doktor olacak. Ben doktorlara da dokunamam.
Annem, bu duygumu yenmem için arada hastaneye gitmemi öneriyor. Hastanede, Antalyalı bir kız arkadaşım var. Orta birde sıra arkadaşımdı. O zamanlardan hemşire olmak istediğini söylerdi. Çocuklara bakmak istediğinden bahsederdi. Hayallerini gerçekleştirmiş, hemşireliği seçerek, kısa yoldan hayata atılmış. Gerçekten de çocuk servisinde görev yapıyor. Onun yanına gönderiyor beni. Bazen de yemeğe, eve davet ediyor. Ona yaklaştırıyor, alıştırıyor ve diyor ki:
“Kızım, dünyanın bin türlü hali var. Hepimiz can taşıyoruz. Gün gelir, hastalanırsın, hastaneye yatman gerekir. Bir de seninle uğraşmayalım, o zaman. Şimdiden yavaş yavaş alıştır kendini. İstersen, nöbetçi olduğu bir gece hastanede onunla kal.”
Bir gece o bizde kaldı. Ertesi gün de beni yanında götürdü. Kovuşları beraber gezdik. O geceyi, onun odasında geçirmeye karar vermiştim. Evden o şekilde çıkmıştım. Yanıma hukuk teksirini de almıştım, ders çalışırım diye. Uyuyamayacağımı biliyordum. Sandalye üstünde sabahlayacağımı...
Gerçekten öyle oldu. İşini bitirdiğinde, odasına gittik. O uyumaya hazırlandı. Bana da yatmamı söyledi ama mümkün değildi. Benden ümidi kesince:
“Ben şurubumu içeyim, gözlerimi kapatayım, renkli televizyonumu açayım. Çok yorgunum. Hemen uyumak istiyorum.” dedi.
“Ne şurubu o?” diye sordum.
“Öksürük şurubu... “ dedi. “Uyumak için bir kaşık içiyorum, uykumu getiriyor.”
Gerçekten de bir kaşık içer içmez uyuyuverdi. Bekle Allah, bekle!.. Bir türlü sabahı edemedim!.. Yorgunluktan bayılacak haldeydim ama tiksinme duygumu bastıramıyordum. Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen, nedenini bilmediğim bir duygu yakamı bırakmıyordu. Daha sonra çocukluğuma kadar inerek düşündüm ve bu duygunun kaynağının o olay olduğunu anladım. Hatırlamıyordum bile... Hastane ile ilgili tüm anılarımı birer birer hatırlamaya çalıştım ve saatlerce düşündükten sonra, bahsettiğim olayı hatırladım.
Sabah da oldu, ben de oldum! Arkadaşım, dinlenmiş vaziyette, gülümseyerek uyandı, alışık hareketlerle hızlı hızlı giyindi, aşağıya indik. Sabahın çok erken bir saatiydi. Koridorlar süpürülüyor, siliniyor, temizleniyordu. Yerdeki tüm tozlar havalanmıştı. Belki de bana öyle geliyordu. Tıkandığımı hissediyordum. Mendille ağzımı burnumu kapattım. Her tarafım kaşınmaya başladı. Sanki tozlar, mikroplar giysilerimi geçerek tüm cildime yapışmıştı. Kendimi hemen suya atmak, dezenfektanla mikrop öldürücü hale gelmiş suyla iyice yıkanmak, temizlenmek istiyordum. Onun için de bir an evvel eve koşmak!
Arkadaşım da oradan geçmişti. Ona hiçbir şey olmamıştı. Her şeye küçükken alışılması gerektiğini bir kez daha anladım. Hacettepe Üniversitesi, Fizyoterapi; Beslenme ve Diyetetik bölümlerini de kazanmış olmamış olmama rağmen oralarda okumayı asla düşünmeyişimin nedeni de aynıydı.
İdealim, İstanbul Edebiyat Fakültesi veya Güzel Sanatlar Akademisi idi. Akademiye rahat rahat girebilirdim, puanı çok düşüktü ve daha çok yetenek aranıyordu ve o da bende vardı ama nü çalışıldığı için babam müsaade etmemişti, bankacı olmamı istiyordu. Hatta üniversite sınavına dahi girmemi istemedi, mezun olur olmaz bankada işim hazırdı; müdürün ısrarıyla form doldurup, son anda verdim. Sınava hazırlıksız girdiğim için de Edebiyat Fakültesi için gereken puanı tutturabilme fırsatını, çok az farkla yakalayamadım.
Eve gider gitmez, bir kova suya dezenfektan döküp karıştırıp yıkandım. Her tarafım fisil fisil kabarmıştı. Kaşınmaktan kıpkırmızıydı. Kurdeşen olmuş gibiydim. Sebebi, hastane tozuydu.
Böyle durumda olan birinin, doktor olma yolundaki biriyle ileriye dönük beraberlik hayalleri olabilir miydi? Hayale sınır yok, hem de ne hayaller kuruyordum ama gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu da adım gibi biliyordum. Onlar, ruhumun besiniydi, sadece.
Gece, ruhumdaki med cezirlerle geçiyor. Bir anda yerde, bir anda gökte, bir anda okyanusun ortasında oluyorum. Kaçmak istiyorum, aslında. Kendimden kaçmak ama yakalanmışım bir kere. Kavşağına girmişim, aşkın. Sağımda solumda vızır vızır arabalar... Karşıya geçmek de var, pul gibi yapışmak da yere!..
Kavşağına girmişim sevdanın, girmişim bir kere!..
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 255
YORUMLAR
İnsanlar huzursuz ve mutsuzken içleri karanlıktır, karanlık indikçe karardıkça kararan deniz gibi uçsuz bucaksız, korkunç ve çalkantılı... Gözleri de perdelidir, tüm güzellikler önlerine saçılmış olsa da fark etmezler bile... Her şey önemini kaybetmiş; renkler silinmiş, sesler yitmiş, ne varsa dibe vurmuştur, güzelliğe dair.
evet haika,aynen öyle.
Kavşağına girmişim sevdanın, girmişim bir kere!..
cok güzel bir söz.
girmisiz nasil cikariz acaba.
cok güzel bir yaziydi herzaman ki gibi.
yüregine saglik
saygim sevgim sonsuz
" Zaman zaman insan çatlama haline gelir! Kabz halidir, ruhun. Can, şişe mantarı gibi boğaza kadar gelip dayanmış ve sıkışmıştır! Fırlayıverse, kurtuluverecek gibidir insan!
Beden, ‘dünya’ derken; ruh, ‘ahret’ demektedir. Ruh, Allah sevgisine açtır, bedense bir kula... Ruhun bedende, bir tarafı buz keser kazık gibi, bir tarafıysa ateş, alabildiğine... Bir soğuk, bir sıcak, kabına zarar! Bir içsel mücadele başlar, kıyasıya! "
resmi görünce of dedim işte bu,yazının bu bölümü de çok etkiledi...kesinlikle haklısın...
sevgiyle...
Yaşantımızı doğumdan başlayan, bir birine yumuşak geçiş yapan süreçler olarak değerlendirebiliriz. Çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık gibi. Herdönemin kendine özgü tutum ve davranış özellikleri vardır. Yüz metreyi kaç saniyede koşacağını düşünen birinin kafasını karıştırmaz, emeklilik hesapları. Ödevini yapmadığında düşük puan alacağı korkusu taşıyanların beyninde, akşam eve boş file ile gitme telaşı bulunmaz... Saygılarımla.