- 591 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MARK BRUZONSKY’NİN KONUŞMASI 1
31 Ocak 2002 günü akşamı Şikago’da Mid-East Realities’in yayımcısı Mark Bruzonsky Chicago Üniversitesi Model Birleşmiş Milletler toplantısında bir açılış konuşması yaptı. The Palmer House Hilton’un balo salonunda 2500 den fazla kişi vardı. Bu yıllık buluşmaların tarihinde ilk defa, açılış konuşması yapan bir kişi muazzam bir coşkuyla alkışlandı. Konferans organizatörü de, “daha önce hiç böyle bir şey olmadı,” demek ihtiyacını duydu. Bruzonsky’nin konuşması şöyleydi:
Siz genç insanlar, çok tehlikeli ve potansiyel olarak kaotik bir dünyayı miras almak üzeresiniz. Çoğunuz, dünyanın en iyileri, en imtiyazlı ülkesi Amerika’nın vatandaşlarısınız. Ve bu imtiyazlar, dünya işleri ve Birleşmiş Milletler’e olan ilginizle birleşince, yeni ve fevkalade sorumluluklar getiriyor.
Sizin için muhteşem bir eğitim tecrübesi olacağına inandığım Chicago Üniversitesi Birleşmiş Milletler Modeli’ne başladığınız sırada beni davet etme inceliğini gösterdiğiniz için içtenlikle teşekkür ederim.
Ayrıca bilhassa teşekkür ederim. Çünkü adımın Mary Robinson, Ramsey Clark yada Ralph Nader olmadığının fazlasıyla farkındayım ve aranızda ismimi daha önce duymuş olanların sayısı herhalde fazla değildir.
Geçmiş yıllarda da, Birleşmiş Milletler için yada Birleşmiş Milletler’le çalışmış kişiler bu forumda konuşmalar yaptılar. Konuşmalarında genellikle Birleşmiş Milletler sistemine, insan hakları konularına ve doğrusunu söylemek gerekirse, pek de tartışmalı olmayan, hatta “emniyetli” denebilecek konulara odaklandılar.
Ancak, psikolojik olan da dahil, pek çok bakımdan 90’ların kükreyen dünyası çoğunuzun da son zamanlarda birebir tecrübe ettiği gibi, 11 Eylül’de parçalandı. Önümüzde bizi bekleyen –politik, ekonomik ve askeri- çeşitli başka çöküşlerinde olduğuna inanıyorum.
Dünyamızın böyle karmaşa ve tehlike içinde olmasının gerçek ve ciddi sebepleri var. Bugün çoğumuzun dini inançlarının merkezi olan, benimde uzun zaman geçirdiğim o muhteşem ve eşsiz şehir Kudüs’te intihar komandolarının olmasının gerçek ve ciddi sebepleri var.
Sizin yaşınızda dünyanın dünyanın başka yerlerindeki genç insanların, Amerikalıların deyimiyle “terörist”, kendi deyimleriyle “şehit” ya da “özgürlük savaşçısı” olmalarının gerçek ve ciddi sebepleri var.
Ve 11 Eylül’ün arkasında yatan gerçek nedenler, gerçek hüsranlar, gerçek ve derin çatışmalar var.Hiç de yeni bir savaşın içinde değiliz. Daha ziyade, çoğu zaman kendi ülkemizin politikaları, kuvvetleri ve müttefikleri yüzünden uzak ülkelerde milyonlarca insanın zaten çoktan öldüğü bir savaşın yeni evresindeyiz.
Dolayısıyla, bu sorumluluklar ile bu yeni durumu aklımdan çıkarmaksızın “emniyetli” konulardan uzaklaşıp hepimizin geleceği için, ülkemizin geleceği ve tüm dünyanın geleceği için kritik olabilecek konulardan bahsetmek istiyorum.
Bu akşam size genel insan haklarından değil, bazı politik ve ekonomik haklardan; Birleşmiş Milletler’in başarılarından değil, başarısızlıklarından ve şimdiki zorlu sınavlarından bahsetmek istiyorum.
Ve sizinle en çok konuşmak istediğim konuda ilk elden ve en iyi bildiğim, 150 defadan daha fazla ziyaret ettiğim 30 senedir konferans verdiğim ve ilişki içinde bulunduğum Ortadoğu Bölgesi, “Ortadoğu Barış Süreci” ve bölgenin, başlangıç halinden daha korkunç şiddet ve üzüntüyle patlamasının sebeleri.
Dünyamızdaki çoğu insan hakları sorununun, ulusal ve uluslararası boyutta zenginlik ve güçle ilgili olan, derin, politik, ekonomik ve bölgesel kökleri var. Toplumumuzun nasıl yapılandırıldığı, gücün gerçekte kimde ve niye onda olduğu gibi can alıcı konular tartışılmıyor.
En zorlu ve en temel konu, dünya kaynaklarına nasıl sahip olunduğu, bunların nasıl dağıldığı ve kontrol edildiği.Çünkü, insanların yiyeceklerini, giysilerini, barınaklarını, nasıl sağlık hizmeti aldıklarını, çoğu zaman nasıl alamadıklarını, kendilerinin, ailelerinin gelecekleri için gereksinimleri nasıl karşıladıkları yada karşılayamadıkları, doğal kaynaklar tarafından belirleniyor.
Ve maalesef, bizim gibi imtiyazlı olanların dışında, 21. yüzyılda bu gezegendeki insanların çoğunluğu, sefil ve çaresiz şartlar altında yaşıyorlar.
“Tüm Savaşları Yok Edecek Savaş” olan 1.Dünya Savaşı’nın sonunda Milletler Cemiyeti’ni kurdukları gibi, galip gelen güçler, 2.Dünya Savaşı’nın sonunda Birleşmiş Milletler’i kurdular. Birleşmiş Milletler kısa sürede, o ya da bu şekilde, olması gerektiği gibi, bir dünya forumu haline geldi.Ancak, bu şekilde gelişmek zorunda değildi.
Bugünün Birleşmiş Milletleri, ne kurucuların rüyasını gerçekleştirdi, ne de vaatleri yerine getirebildi. En önemlisi, sadece en güçlü ve en zengin olanlar adına değil de, dünyadaki tüm insanlar adına temel sorumlulukları olan bağımsızlığa, inandırıcılığa, haklılığa sahip olamadı.
-Güvenlik Konseyi ve Genel Meclisin çok sayıda önergesi önemsenmedi, uygulanmadı ve çoğu zaman unutuldu.
-Büyük güçler, özellikle ABD, Birleşmiş Milletler’i, hoş görülemeyecek, izin verilmemesi gerekilen ölçülerde manipule edip sindirdi.
-Dünyamızda zenginlik, çoğu insanı yoksulluk ve yoksunluğa mahkum ederek, korkunç derecede eşitsiz dağıtılmış. Birleşmiş Milletler, bu sorunu çok önceden fark edip ciddi biçimde ele almalıydı.
-Örneği görülmemiş büyüklükte bir çevre felaketi yaklaşıyor. Birleşmiş Milletler organları, çoğumuzun hayat süresi içinde, yaklaşık 10 derecelik bir sıcaklık artışından kaynaklanacak dehşetli bir afet olacağını söylüyor.
-Uluslararası silah yarışı kontrolden çıktı; üstelik Birleşmiş Milletlerin kendi organlarından birinin –Güvenlik Konseyinin nezareti altında. Güvenlik Konseyi, savaşı ve potansiyel Armageddon’ı teşvik eden uluslararası, askeri ve endüstriyel bir organ.
-Kitle imha silahları kontrol altında tutulsa ve asla kullanılmasa bile insan soyu en büyük becerisi ve zenginliğini okullar, hastaneler inşa etmek ve herkes için gıda üretmek yerine daha da korkunç yeni nesil silahlar üretmek üzere çarçur ediyor.
-Ne Birleşmiş Milletler, ne de çeşitli organları, uluslararası çaptaki hastalıklar ve açlık ile mücadele etmeye hazırlıklı.Hâlen iki büyük salgın Afrika kıtasını perişan ve insanlığın büyük bir bölümünü tehdit ediyor.
Bu akşamki konuşmamı renklendirmek için hiçbir espri yapmadığım dikkatinizi çekmiştir. Doğrusu, içinde bulunduğumuz durum, espri yapılamayacak ya da parmağımızı şu ya da bu politikacıya yöneltemeyeceğimiz kadar tehlikeli ve trajik.
Acilen yapmamız gereken, dikkatimizi kamu yararına olacak büyük politik, ekonomik konulara, kurumlara ve yeniden yapılanmaları için yöntem bulmaya yoğunlaştırmaktır. Birleşmiş Milletler’in baştaki vizyonu ve rüyası tam da buydu. Önümüzdeki yoğun üç gün boyunca tartışmanız, münazara etmeniz ve birbirinizden öğrenmeniz gereken budur.
Hedeflememiz gereken, kendisi de bağımsız ve güçlü olmak isteyen Birleşmiş Milletler’i diriltmek olmalıdır.Üye devletlerin organizasyonu da olsa, sadece kendisine hizmet eden, baskıcı, hileci ve çürümüş hükümetlerin forumu olması yerine, dünyanın tüm insanlarını düşünen, çok daha demokratik ve saygıdeğer bir forum olmasına uğraşılmalıdır.
Daha birkaç ay önce, 11 Eylül öncesinde, ABD Güney Afrika Durban’daki Birleşmiş Milletler toplantısında, tarih, ırkçılık, temel politik ve ekonomik haklar konusunda herkese patronluk taslayıp ders verirken dünyanın geri kalanından çok uzak görünüyordu .
11 Eylül’den sonra Amerika, Güvenlik Konseyi’nin Filistinlilere koruma sağlanmasını ön gören kararını bir kez daha veto etti.O Filistin halkı için Amerika ta 1947’de kendi bağımsız devletlerine hemen sahip olmaları gerektiğini söylüyordu.
Şimdi, Birleşmiş Milletler’i en fazla meşgul eden, tüketen, en tartışmalı konuya dönmek istiyorum.
Elbette, hala “Kutsal Toprak” sayılan ve 1947’ye kadar Filistin olup da şimdi İsrail olan, “işgal altındaki topraklar’dan bahsediyorum.
Bu bölge, günümüzün modern “terörizmini” yarattı; uçak kaçırmaktan intihar komandoluğuna,bombalı kamyonları ve politik amaçlı adam kaçırmalara kadar.Bugün Ortadoğu, Birleşmiş Milletler’in ve ABD’nin ciddi ölçüde sorumlu olduğu geçmişteki hatalar yüzünden Tevradi zamanlardan, Haçlı Seferleri’nde olduğundan, daha parçalanmış, bölünmüş ve kanla sulanmış durumdadır.
Ama o, kılıçların ve çarmıha germenin dünyasıydı. Bizimki ise nükleer ve biyolojik silahların dünyası.
Bu Model Birleşmiş Milletler çatışmasında, sizin kendi oturum ve münazara programınızda Ortadoğu haklı olarak en önemli yeri tutuyor.
Çoğunuz, birazdan sıralayacaklarımı can sıkıcı bulabilir.Siz genç Amerikalılar, Tüm popüler kitle iletişim araçlarının bu konuda anlattıklarının ışığında, benim söylediklerim için “doğru olabilir mi acaba,” diye hayret edeceksiniz.
Üniversitedeyken, Profesör Richard Falk Arap-İsrail çatışmasından bahsederken “ırkçılık,” “savaş suçu,” “Apartheid” gibi kavramları ilk defa kullandığında nasıl rahatsız olduğumu, bir türlü inanamadığımı hala hatırlıyorum.
O zaman, sizin gibi öğrenciydim. Dünyayı gezme, bu kadar çok insanla tanışma, bu kadar çok duyma ve bu konuları düşünme şansım olmamıştı henüz.
Ama şimdi, 25 yıl sonra, bu imkanları buldum ve tüm tecrübelerimi 25 dakikanın içine sığdırmam gerekiyor. Üstelik bunun yarısı da geçti!
Şimdi gerçekçi olarak yapmam gereken şey, kendi sonuçlarımı sizinle paylaşmak ve böylece sizin de kendinizinkileri araştırmanız için cesaret vermek. Aslında, konuşmamı bitirdikten sonra bulabildiğiniz en zor soruları bana sormanız için sizi teşvik etmek isterim.
Bu gün Ortadoğu’daki durum, benim Uluslararası Öğrenci Hareketi’ni üç yıl boyunca Birleşmiş Milletler’de temsil ettiğim günlerden çok daha kötü. “Ortadoğu Barış Süreci” ile büsbütün beter oldu.Ve temel sebebi de, tüm bu yıllar boyunca bunun gerçek bir barış süreci değil de, üstünlük, baskı, boyun eğdirme süreci olmuş olması…
Şu şekilde açıklamaya çalışayım:Eğer şu çok daha dikkate değer konuşmacılardan birini çağırmış olsaydınız Ortadoğu Barış Süreci için şunları söylerdi:
"DEVAM EDECEK"
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.