- 991 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
İnsanoğlu Közü Eliyle Tutmaz
1980 öncesi yıllar. Yer Anamur . Telefon yoktu her evde. Olan telefonlar da otomatik değil, yazdırmalı idi. Birkaç saati bulurdu konuşma sırasının gelmesi, Ve dakikalarla sınırlıydı. Televizyon yoktu her evde, bu kadar yaygın değildi, zamanın lüks eşyaları arasındaydı. Çocukları uzaklarda okuyan aileler hep bir kötü haber beklentisi ve merak içinde radyodan haberleri dinlerlerdi..
-- Yıllar öncesinden kışkırtılmalarla (provakasyon) başlayan mitingler le sokaklar dolduruluyordu. Baştan masum gibi görünen toplantılar(miting) düzenlenirdi. Fakat hep öyle kalmadı.
--Kardeş kardeşe, arkadaş arkadaşa, komşu komşuya , öğrenci öğretmenine , öğretmen öğrencisine düşman hale getirildi. Yaralanan ve ölenin olmadığı bir gün bile geçmez olmuştu. Öğrenci olaylarının olmadığı gün, saat yoktu. İnsanlar evlerinden dışarıya, alışverişe bile çıkamaz olmuştu. Çalışanlar can korkusuyla işlerine gidip geliyordu. Velhasıl İnsanlar kendi gölgelerinden bile korkar durumda yaşamaya çalışıyorlardı.
--Bu şartlar altında aileler çocuklarını başka illerdeki az sayıda bulunan üniversitelerde okumaya gönderiyorlardı. Üniversiteler ise kaynayan bir kazandı adeta. Liselerin ısınmaya başladığı dönemde ben de yatılı okuldaydım. Bizim okulumuzda bile büyük bir toplantı olmuştu ki dışarıdaki liselerin durumu daha içler acısı idi. Allah o dönemdeki kadar kötü günleri bir daha yaşatmasın bu millete.
--Okuldayken bir üst sınıftan çok saygıdeğer bir Abla vardı. Hatıra defterime yazdığı yazı:
“Canım kardeşim, meslek hayatına atılmamıza az bir zaman kaldı. Yardıma muhtaç binlerce hastamız bizi bekliyor. Onlara yardım edebilmek, onların kalbini kazanmak, sağlığını yerinde görmek en büyük sevincimizdir. İnsanlığa milletimize vatanımıza yararlı birer insan olmak en büyük emelimizdir. Milletimiz vatandaşımız bizden yardım bekliyor, çalışma bekliyor. Bizler ise birbirimizi kırıyoruz. Gençlerimiz birer vatan haini oluyorlar. Dileğimiz bütün gençlerimizin gerçeği görmesi ve bilinçli olarak hareket etmesidir”
-- Geçen yılın takviminde 12 Eylül yaprağında, tarihte bu gün bölümünde sadece iki cümle vardı;
1- TSK yönetime el koydu
2- Çaylakların gitme zamanı. Bunu Okuduğum zaman acıyla gülümsedim.
-- Çaylaklar biliyorsunuz leşle ve kanla beslenen kuş türü. Ve masum insanların daha doğrusu öğrencilerin kanıyla cesediyle beslenenler çok oldu o dönemde. Yüzlerce öğrenci ve masum insan katledildi. Yazık ki o kanlı günler çabuk unutuldu. Ya da unutturulmaya çalışılıyor. 12 eylül ile demokrasinin yara aldığı söyleniyor. Hayır yara almadı diyorum. Yapılan belki birkaç yanlış dışında cehennem hayatından bir dönüş yaşandı o dönemde.
O kadar yanlış da solda sıfır kalır doğruların yanında. Allah bir daha öyle belalı günler göstermesin bu millete.
Aradan çok değil, 25-30 yıl geçti. Ve insanoğlu közü eliyle tutmaz, tutmak için maşa kullanır. Birileri kazanı kaynatmak için ya habire odun atar altına ya da ateşi körükler durur. Sonra da geçer karşısına kıs kıs güler. Provakasyonlardan uzak durmamız, birey olarak da millet olarak da bizim iyiliğimize olacaktır.
Huzurlu kalın, sağlıklı ve mutlu kalın.
Saygılar..
Birsen ERKÂN
YORUMLAR
Hep böyle olmamışmıdır. Tehlike ilk önceleri “kızıl” dı, sonra “yeşil”, arada tekrar "kızıl"(kırmızı değil ha), tekrar yeşil, şimdi karışık
İstanbul “Fatih” semtini bilirsiniz. Diyorlar ya İslami “Fundemantalizm” in ne demekse, en uçlarda yaşandığı yer. Sarıklılar, çarşaflılar, şalvarlılar, cemaatler, tarikatlar hayatlarını rahat ve özgür bir şekilde idame ederler yıllarca. Hem de askeri, sivil her devirde. Bu bir seçim yatırımı veya oy avcılığı olabilir mi. O muhitten oy almadığına inanan bir iktidar adayı parti, iktidara geldiği zaman o bölgeye farklı, sert bir muamele göstermesi gerekmez mi. Düşünün bir; o bölgede bilhassa Doğu Karadenizli(Trabzon ve Rize ağırlıklı) milliyetçi muhafazakâr, bir o kadarda inatçı ve sert mizaca sahip insanların bir arada toplanması tesadüf müdür.
Bu adını bir türlü koyamadığımız, koyamayacağımız “erk”in savunma reflekslerinin “neşvünema” bulmasından başka bir şey değildir. Şöyle izah edeyim o coğrafyanın hemen kuzeyinde, bütün “Hıristiyan Ortodoks” âleminin bir nevi “Vatikan”ı sayılan “Fener Rum Patrikhanesi” bulunmaktadır. Patrikhanenin; “Ekümenlik” için lazım gelen legal yayılma arzusunun önüne çekilen legal üçgenin adı “Fatih, Küçükmustafapaşa ve Eyüp” tür. Buraların en sevilen şarkısı “Türkiye’ni temiz tut y e ş i l i koru” şarkısıdır. İşte bu mistik üçgende bu üç semt “patrikhane” ile “ortada sıçan” oyununu oynarlar yıllar yılı. Ve bu üçgenin tam “hıpotonüsün”de bir askeri birlik. İlginç değil mi?
“Erk” zamana ve şartlara göre değişkenlik gösteren “tekerine çomak” olarak gördüğü her zümreyi “virüs” olarak algılar. Ve hemen “antivürüs” tedavisine başlamak için zeminini, alt yapısını hazırlar. Burada kimisine “hasta bakıcılık” görevi verir, kimisine “hemşirelik”. Kimisini “ağrı kesici” yapar, kimisini makattan alınan bir “fitil”. Anlayacağın herkes bilerek veya bilmeden kendisine biçilen rolü oynar. Fakat kendisi "hastahane"nin
hep "başhekim" idir
Virüs, antivirüs, hasta bakıcı, hemşire, ağrı kesici, fitil, başhekim. Varın siz "kim kimdir" gönlünüzce yerleştirin
Saygılar, selamlar
Kavgalar, öğrenci cinayetleri, akıtılan kanlar, kırılan umutlar, heba olan gençlik; gerçek yara bunlardı.
Biz ilk okul ve orta okul yıllarımızda, çocukluk ve gençlik yaşlarımızda en az 10(on) sene boyunca bu acı ve gerçekleri yaşayıp, heberleri dinleyerek büyüdük. Bu insan hayatında önemsenecek bir süredir.
O günkü şartlarda önemli olan ise ne şekilde olursa olsun bitmiş, durmuş olmasıdır.
Günümüzde yine öyle ya da böyle kargaşa çıkarılmak isteniyor, protesto gösterileriyle, izinsiz yürüyüşlerle mağaza camları kırılmakta araçlar taşlanmakta yakılmaktadır. Adı şimdi barışı da içeren bir partinin önde gelenlerinden biri, Yüce Meclisimizin bir milletvekili Ahmet Türk ise "bundan sonra akacak kanların sorumlusu hükümet olacaktır "diye ekranlarda boy göstermekte, adeta göstericilere yol göstermekte, kışkırtmaktadır. Bu gibi hareketlerin ülkemiz için iyilik olmayacağı açıktır. Yukardaki yazıyı bunun için kaleme almıştım.
Tekrar ihtilal olsun diye mi olaylar büyütülmeye ilerletilmeye çalışılıyor dersiniz.
"12 eylül ile demokrasinin yara aldığı söyleniyor.Hayır yara almadı diyorum."
Bircan hanım yazınızda anlattığınız acı hatıralarınız, hasbelkader o günleri canlı yaşamış birisi olarak bir an için maziye döndürdü beni. Mitingler, okullarda boykotlar, kavgalar, öğrenci cinayetleri gelecek için umutlarımızı birer, birer kırıyordu. Gerek sağcısı, gerekse solcusu. Ne için yapılıyordu bu işler, ne için, bağımsız bir “vatan” , hür bir “millet” ve müreffeh bir “Sakarya”! için.
"Denize düşen yılana sarılırmış" diye güzel bir atasözümüz vardır bilirsiniz. Peki sorarım size zaten "sıkıyönetim"in var olduğu bir ortamda, ne olduda 11 Eylül'de akan kan 12 Eylül'de durdu. Dediğim gibi zaten sıkıyönetim ilan edilmişti ve asayiş'in temini resmen askeri kuvvetlere devredilmişti.
Biz ihtilaller ülkesi sayılırız nede olsa, önce bahane buluruz, bulamazsak olmadı bahanenin kendisini oluştururuz.
Bana görede; o neslin "asil ve vakur duruşu" kullanıldı ve bir nesil bir şekilde heba oldu. Kimi mezarda, kimi hapiste, kalanların çoğu histeri nöbetlerinde
Saygı bizden