- 951 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
HAYATIN P/İÇİ...(4)
Günün erken saatleri. Uyuyamadım yine. Bir duş aldıktan sonra sert bir kahve hazırladım kendime. Bugün uzun olacaktı. Büroda da oldukça işim vardı.
“Avukat ile olan randevu saatini de belirlemeliydim. Ne için görüşmek istemişti acaba? Neyse… Gidince öğreniriz nasılsa. Bu aralar zaten fazlaca yüzgöz olduk avukatlarla. Hayırlısı bakalım!”
Dışarıya çıktığımda yağmurun yağdığını fark ettim. Şemsiye de almamıştım. Geri dönmek istemediğimden olsa gerek,
“Aman canım! Şurası zaten, saçakların altından giderim”
diye düşünerek yola koyuldum. Nasılsa büroda yedek vardı. Mideme korkunç bir ağrı tebelleş olmuştu. Sabah sabah bu da neyin nesiydi ki?
“ Kahve çok sertti, ondandır” diye geçirdim içimden.
Büroya çıkmadan bir şeyler atıştırmalıydım. Caddenin karşısına geçerek yeni açılan kahvaltı salonuna girdim. Simit ve poğaçalar sıcacıktı. Mis gibi kokuyordu salon. Canım simit çekmişti ama mideme dokunur endişesiyle bir poğaça ve bir büyük çay söyledim kendime. Evde bir şeyler hazırlamadığım için de kızıyordum bu arada. Her seferinde yiyecekmiş gibi alıyor ve kötü olunca da atıyordum aldıklarımı.
“Atmak” deyince günah keçiliğim geldi aklıma, sorumlu tutulduklarım. Hani cim karnında bir nokta dedikleri. Eskiden çok aldırmazdım bu duruma ya şimdilerde çok tahammülüm yok kaldırmaya. Tüm edinimlerin tükenmesine sebep olan savurganlıklarım. Lokmalar boğazıma düşmandı sanki. İştahım kaçmıştı birden bire. Salondan çıktığım anda telefon çaldı. Arayan avukattı.
“Günaydın. Nasılsınız?”
“Teşekkürler. Size de günaydın.”
“ Müsaitseniz sizi sabah çayına davet edebilir miyim? Öğleden sonra bir duruşmam var da. Büroda olamayacağım.”
“İyi olur. Yakın bir yerdeyim. 10 dakikaya oradayım.”
“Görüşürüz.”
Kısa bir konuşma olmuştu. Konuyu merak ediyordum açıkçası.
“sanırım yine o banka işlemleri” diye geçirdim içimden.
İşyerine geldiğimde saat 11’e geliyordu. Oldukça gecikmiştim bugün. Masanın üzerindeki notlardan yokluğumda telefon trafiğinin hayli yoğun olduğunu gördüm. Önce kendime gelmeliydim. Beynimin içi uğulduyordu sanki. Güne erken başlamıştım ama verimi düşük olacaktı, bu belliydi.
“kızım bir sade kahve alabilir miyim?”
“Hemen getiriyorum Asya Hanım.”
Asya! Babam koymuştu bu ismi. Asya toprakları gibi bereketli bir ömür süreyim diye. Bir de,
“Neden Asya ?” diye sorduğumda,
“Asya gibi büyük ol, bünyende her şeyi barındırma gücüne sahip ol, Asya kadar geniş olsun ufuk çizgilerin” demişti saçımı okşayarak.
Nasıl anlamlı gelmişti o zaman bana bu açıklama. Ya şimdi…
Bu muydu? Bu muydu gerçekten “ Asya” kadar geniş olabilmek? Her gelen topraklarımı memleket belliyordu, o kadar kalabalıktı ki artık o topraklar, sahibi olarak bana yer kalmamıştı. Sağ olsun, avukat da göndermişti bir misafir ama kalıcı gibi duruyordu o da.
Bu haber diğerlerine hiç benzemiyordu. Bu kadar sakin durduğuma göre şoktan çıkamamış olmalıydım. Yasak olduğunu bile bile bir sigara yaktım. Ara sıra yasağı deliyordum zaten. Bilgisayarı açtım, bir iki gelen maillere gözgezdirdim, açar açmaz damlayan cinsten bir iki “merhaba” iletilerini göz ardı ederek saklanmayı tercih ettim. Masanın üzerinde acil bir iki not beni bekliyordu. Bir iki banka görüşmesi ile evrakları tamamladım, aramam gerekenleri aradım ve gelen bir iki müşteri ile ilgilendim.
Her şey nasıl da sıradandı. Ve ben ne kadar rahattım. Bu rahatlık ciddi bir şekilde sinirimi bozuyordu. Zamanı geri almak ve tepkilerimi “ben” olarak vermek gibi garip isteklere girmiştim. Akşama doğru personelin hatırlatması ile yapılması gereken birkaç ödemeyi yaptım. O arada telefon çaldı. Arayan Suat’tı.
“Vaktin varsa bir kahveye gelebilir miyim? Uzun zamandır görüşmedik. Danışacaklarım da birikti hem.”
Suat’ın telefonun ucundan gelen neşeli sesi beni biraz kendime getirmişti. Uzun olarak adlandırdığı zaman ise çok kısaydı aslında. Geçen hafta içinde görüşmüştük kendisiyle. Emel’in ziyaretine gelmesi vesile olmuş ve öğlen yemeğine davet edilmiştim tarafından.
“Önce bir merhaba yok mu dostum” diyerek neşesine ortak olmaya çalıştım. Ve devam ettim hoşnut olacağımı belli etmeye çalışarak.
“bekliyorum. Orta şekerliydi değil mi? Söyledim bile kahveleri, soğutma. Ama söylemedi deme, çok iyi değilim haberin olsun.”
Bunu derken gülmeyi başarmıştım. Vakit kaybetmek istemiyordu.
“Anlaşılan telefonda olmayacak, hemen geliyorum, gelince konuşuruz etraflıca” diyerek telefonu kapattı.
İş yapmak anlamında kafama göre günü noktalamıştım. Çok acil olmadığı sürece elime iş almayacaktım. Gazeteleri okumadığımı fark ettim. Elime neden aldığımı da bilemiyordum ya onları. Sayfaları çevirirken içindekileri hiç görmüyor ve haberleri okumadan geçiyordum. Sanki okumak değil de saklanmaktı benimki.
“Suat neden gecikti acaba?” derken zil çaldı. Biraz dağıtmış olduğum oturma şeklimi toparlayarak yüzüme zorunlu bir tebessüm yerleştirmeye çalıştığımı fark ettim. Neden bu kadar gerildiğimi anlayamamıştım. Suat en yakın arkadaşlarımdan biriydi. Ona anlatamayacağım pek bir şeyim olmazdı. Yine de gergindim.
“Merhaba Suat, hoş geldin dostum.”
“Merhaba güzellik. Ben hoş geldim de pek hoş bulmadım açıkçası. Bu ne hal? Dağılmışız…”
hafif gülümseyerek,
“İyi ya… Toplarsın işte. Her ne kadar bunu isteyip istemediğimi bilmiyor olsam da, sen halden anlayan adamsındır. Ne zaman, nasıl davranacağını bilirsin.”
En ufak sıkıntımda bile çağırdığım ya da kapısını çaldığım Suat yabancı gibiydi şu anda. Hiçbir şey anlatmak istemiyordum. Oysa o bütün maskaralığı ile, her zaman yaptığı gibi beni güldürme eylemini önceye almıştı. Bir sürü şebeklikler yapıyor, ağzı açılmamış fıkralar anlatıyordu.
"Adamın biri bir gün" diye başlayan anlatımları duyuyor sonrasında kopuyordum ondan.
“Sen beni dinlemiyorsun değil mi? Kendime mi anlatıyorum bunları yoksa?”
“Yoo! Bunu da nereden çıkardın? Dinliyorum yaaa!”
Haklıydı. Dinlemiyordum onu. Aklım bambaşka yerlerde geziyordu ve ben bunu beni en iyi tanıyan kişiden saklamak gibi komik bir işe kalkışıyor, daha da gülünç oluyordum.
“Evet. Belli oluyor. Şimdi anlatacak mısın neler olduğunu yoksa biz bildiğimiz yöntemleri mi kullanalım ağzından laf almak için?”
“ Aman! Sakın ha!”
Suat bunu hiç denememeliydi.Hatırlıyorum da; bir keresinde ağzımdan lafı alana kadar gülme krizine sokmuştu beni. En hoşlandıklarındandı insanı zayıf tarafından yakalamak. Ve benim tikimi de çok iyi keşfetmişti doğrusu. Hiç bıkmadan ve yorulmadan
“nişasta” diyebilir, hiç erinmeden de ayakkabılarını ve çoraplarını çıkararak çıplak zemin üzerinde gezebilirdi saatlerce.
Yapmıştı çünkü bana. Unutmak mümkün mü?
“Bak Suat, denersen bozuşuruz dostum. Dayanamıyorum yaa! Lütfen!”
“Tamam tamam. O zaman sen de başla anlatmaya.”
İstemeye istemeye ana başlık halinde sıkıntımın sebeplerine ortak etmiştim onu. Detayları atladığımı o da biliyordu fakat beni tanıdığı için olsa gerek, ısrar etmemişti.
“Bunun başka yolu yok dostum. Anlaşıldı. Yarın akşam kimseye söz verme. Küçük bir organizasyonla dağıtma eylemi var, haberin olsun."
“Hiç halim yok Suat. Başka zaman gerçekleştirsek bu eylemi?”
“Sen gerçekten kötüsün. Heyecanlanmadığına göre.”
“Sayılır, biraz toparlanmalıyım ve düşünmeliyim.”
“Israr etmiyorum. Faydası olmayacağını biliyorum çünkü. Sen kendini ne zaman hazır hissedersen. Biliyorsun ki her zaman buradayım.”
Başımla onaylarken minnetimi de anlamıştı. “Gerek yok” der gibi yüzüne bir ifade takındı.
“Bizim çocuklar bekler şimdi. Ben kaçayım artık. Biliyorsun değil mi 24 saat açık çalıştığımızı?”
Önemsenmek güzeldi. Bildiğimi hissettirmek için olsa gerek elimi eline uzattım ve iki elimin arasında sıkıca tuttum. Dost sıcaklığı bu olmalıydı. Sanki Suat’ın tüm pozitif enerjisi bana geçmiş gibiydi.
“Olmalı” dedim
“Evet. İnsanın hayatında Suat gibi bir iki kişi olmalı.”
Her şeyden önce alabildiğine neşeli ve çok pozitif biriydi. Sağlam karakterli ve oldukça anlayışlıydı. Dışardan bakıldığında sert mizaçlı bir izlenim bıraksa da, duygusaldı da.
“Soy isminin verdiği ağırlık olsa gerek” diye düşündüm.
Buralar böyleydi. İnsanların çoğu kişilikleri ile değil soy isimleri ile anılırlardı. Bu nedenle de gerçek kimliklerini keşfetmek çok zordu. Bir keresinde o’nu ağlarken yakalamıştım da, nasıl bozulmuştu. Bir zayıflıktı ağlaması. Hele şiir yazdığını ilk öğrendiğimde yüzündeki ifadeyi asla unutmuyorum. Sıkı sıkı tembihlemişti bana.
“Aman ha! Kimse duymasın bunu” diye.
Ne kadar zordu insanın çevresinden ve ona öğrettiği baskılardan kaçması. Oysa üniversiteyi İstanbul’da okumuştu.
İçimden,
“hay ben bu düzenin……!” demek geldi ve okkalıca geçiriverdim.
Nasılsa iç sesimi kimse duymuyordu.
“Kendimiz olamadığımız anlar. Hayatın p/iç zamanları.” Diyerek o içe nasıl da içerlendim.
sevgi kaya
devam edecek...
YORUMLAR
Yok yani biliyorum gözümden kaçmış olamaz o da ne diye uyandı biliyor musun? Hani bazı dizilerde ta en ince yerinden keserler ya arkası yarın diye kalemimiz de böyle düşünmüştür dedim. Hani heyecansız olursa hayat da boştur değil mi bunu da eksik etmemeli...
Öykü değil de roman olsun dememin sebebi şu ;
Öykünün de ne olduğunu biliyorum romanın da hani şüphen olmasın. Belki tek bir mevzu ile çevrelersen olur öykü diyebiliriz ki kısalığı tutturabilirsin bu gidişte. Lâkin kalemin ayrıntılarda nefeslenmeyi bilen bir kalem. Uzun soluklu olmak şiirciye ters gelebilir biraz, zor olabilir böyle yapılması çünkü çok başarılı bir kalemsin şiirde ve o şiirlerin bir yıl sürdüğünü de söylesen ben onun şah damarı bir saniyede oluşmuştur derim kendime böyle de güvenirim. Ama bu öykünün çizgilerinde senden mükemmel bir romancı olabilir dedim. Hele ki roman kısırlığı olan bir çağdayız dersek ihtiyaç da vardır derim. İlk zamanlarda roman okumak istediğimde bir sürü seçeneğim olurdu tarih derinliklerinden lâkin artık başarılısını bizim devirde bulmak samanlıkta iğne aramak gibi bir şey. Yabancı kalemler daha mı başarılı oluyorlar acaba diyorum. Tutsam sana sorsam kaç romancı biliyorsun bu günümüz için bana sayacağın hakkı ile emek veren isimlerini söylemeye uğraşırsan edebiyat adına inan şu el parmaklarının sayısından öteye gitmez vereceğin isimler. Evet yazan belki çoktur ama benim kastım hem orta öğretim çağındakiler için hem lise çağındakiler için hem de ben gibi yolu yarılama çağındakiler için aynı zamanda okunabilenlerdir. Tabi senin yüreğinin iznine bağlıdır bu aklın evet olmalı dese de kalbin olmaz dedikten sonra bin tane Havin burada dirensin yine iş etmez....Birlikte göreceğiz bunu...
RTÜK için endişelenme kurumlarla tek telefonla bazen işi tatlıya bağlayabiliyorum gerçi RTÜK biraz başka ama gerekeni yaparız evelallah tetikteyim meraklanma....
Sevgimle...
avukat diyoloğu yok gülüm...haklısın..bilinerek alınmadı bölümlere...oraya yoğunluğu sonraya bıraktık..toplayabilirsek..:))
bir hafta yokum canım..şehir dışında olacağım...ama sen yine de RTÜK ile ilişkilerini sağlam tut..ilerleyen bölümlerde lazım olabilir..:)) olur yaa.kesilmesi gereken yerlerde devreye alırım bu yakın alakanı:))
"öykü" deyişimiz roman kadar uzun soluklu alamayacağını düşündüğümden havin..o kadar dayanır mı kalem belli değil.. ama "öykü" derken çok kısa olmadığını biliyoruz öykülerin..çok da özet olsun istemedik açıkçası..ben de bilmiyorum..bakalım nereye varacak arkası..:)))
sevgiler canım...
Kaçırdım mı yoklamayı?:))Burdayıımmmmmm:)))
Bekleyenlerdenim diyeceğim yine yeni ve yeniden ısrarla 1 hafta ara ne olaki?Az biraz düşününce anladım seri hızlanacak birikimlerle he mi?
Sevgi gel şu arayı kaldır aradan bak vallah salt yazın için girmek zorunda kaldım bilesin:))
Okumak güzel seni başarılarının devamı dileğimdir.Tebrikler.
Dip not:Gece gelip tekrar okumak istiyorum sindire sindire.
Eş:)Hülya tarafından 12/17/2009 12:10:31 PM zamanında düzenlenmiştir.
Sabah ilk geldiğimde baktım hayatın p / iç.i var mı bugün dedim ne yani yarın olmayacak m ı giderim valla RTÜK ' teki amcalarla görüşürüm az tatlı dilli de olur bir ton sebep söylerim yine koyulur yayına :)))
Ciddiyim ki üzüldüm bir hafta ne demek okur için biliyor musun hele ki sabah ilk kahveyle burada soluklanan için :(((((
Üzgünüm....
**Havin_** tarafından 12/17/2009 11:39:22 AM zamanında düzenlenmiştir.
burdasın...biliyorum canım..:)) yalnız bırakmadığın için teşekkürler...görüşleriniz gerçekten çok önemli...her şekli ile..dediğim gibi ilk denemem...eleştirilerden yola çıkacağım...çok derme çatma bir çalışma olsun istemiyorum açıkçası...beraber bitireceğiz bu seriyi..
bu arada bir hafta yokum... RTÜK kaldırdı bir süreliğine yayından diziyi...)))
öpüldün havin'im..
..
Ben hâlâ avukattayım. O görüşme oldu mu ya da olduysa ne oldu ne konuşuldu. Bu var mıydı öykünün bu sayfasında. İki kere okudum gözümden kaçtı diyeceğim ama yok bu da değil ki sonrasındaki dağılmışlıksa hayra alamet değil görüşülen ama ben anlamadım burayı. Meraklı bazı insanlara benzedim hani bugünkü bölümünde ne vardı, kız gördü mü oğlanı , oğlan öptü mü kızı, nereye gitmişler bu bölümde gibi gibi hallere döndüm yorum yapmayayım dedim ama aklımdakileri de söylemeliydim öykü için. Söz öyküye gelmişken bir şey söyleyeceğim.
"BU ÖYKÜ DEĞİL ! "
Yarın kalem keser bir taraftan şekli öykünün rengine çevirebilir ama bence bu roman olabilirdi ya da neden -di olsun ki olur çünkü. Ki Sevgi kalemine güvenen bir okuru olarak olması gerektiğini düşünüyorum . Nacizane fikir beyanı gerisi kalemin takdiri...
( devamını merakla bekleyenlerden olduğumu söylememin bilmem ki artık anlamı var mı...)
Sevgimle...
**Havin_** tarafından 12/17/2009 11:37:17 AM zamanında düzenlenmiştir.