- 1004 Okunma
- 14 Yorum
- 0 Beğeni
HAYATIN P/İÇİ....(II)
Çok uzak değildi gideceğim yer. Yine de hava oldukça soğuktu. Gece ayazı vurmuştu kentin yüzüne. İyi de olmuştu hani. Soğuk kendime getirmişti beni. Irmak boyunun daha soğuk olabileceğini düşünerek merdivenli yolu tercih ettim. Dönüşte ırmak kenarından gelecektim ama. Bu pazarlığı da yapmayı ihmal etmedim kendimle. Kalabalık değildi Ahmet’in mekânı. Bencilce sevindim bu duruma. Gelen üç kişiden ikisi tanıdık çıkıyordu ve ben şu an hiç kimseyle konuşmak gibi bir eyleme girmek istemiyordum. Kapıyı açtım. İçerisi hayli sıcak. Tam masaya yönelirken;
“oooo! Merhaba ablam. Hoş geldin. Uzun zamandır görünmüyordun. Nerelerdesin?”
“Merhaba. Biraz yoğundum bu aralar. Sadece seni değil Ahmet’im, kendimi de ihmal ettim sanırım. Sen nasılsın?”
Ahmet’in yüzündeki tebessüm ve samimi olduğuna inandığım memnuniyet beni de sevindirmişti. Çok isabetli bir karar vermiştim bu akşam dışarıda atıştırmakla. Gereksiz bir şekilde mutlu olduğumu hissettim. Sanki ilk kez sokağa çıkıyor gibiydim. Ne garip! Oysa sıklıkla yaptığım bir şeydi bu. Gerçekten de kendimi çok ihmal etmiştim bu aralar.
“ Ablamın çayını getirin” diye bir sesle kendime geldim.
“Nasılsın sahiden ablam? Özlettin kendini, umarım bir hatamız olmamıştır sana karşı. Uzun zamandır göremeyince seni, açıkçası endişelendim.”
“Yok Ahmet, yok. Olur mu hiç öyle şey? Benim derdim kendimle bu aralar. İşler de oldukça yoğundu. o nedenle görüşemedik.”
“Aman ablam! Tek öyle olsun da. Ne yaptırayım sana?”
Açık tenli, uzun sayılabilecek, zayıf bir gençti. Her zaman sevmişimdir gözlerle diyalog kurmayı. Oldukça siyah gözleri vardı, gece gibi. Bir o kadar da parlak. Hiç sönmeyen bir enerji veriyordu etrafa. Bu tespitleri daha önceki bir görüşmemizde yakalamıştım. Bir keresinde sevdiği kızla arasının nasıl olduğunu sormuştum. Usulca yanıma oturmuş ve onu ne çok sevdiğini fakat ailesinin kendisini istemediğini, bu konu ile ilgili çaresizliğini dile getirmişti. Bu çaresizliği anlatırken bile dünyayı gözlerinde yaktığını düşünmüştüm. Ayrıca hoşuma gidiyordu bu tonla bana “abla” demesi. Çok yakın buluyordum kendime. Çok iyi bir gençti. Beni beklediğini fark ederek,
“hamsi tava olur mu Ahmet? Çok oldu yemeyeli.”
“Ben bir levrek attırsam ızgaraya. Hamsi gelmez bugün sana.”
Hafif gülümseyerek,
Elbette” dedim.
Ve bir çay daha içip içemeyeceğimi sordum. Bugün hiç çay içmemiştim. Çayda güzel olmuştu hani.
Sigara yasağından dolayı yeni düzenlemesi çok iyi olmuştu Ahmet’in. Servisi beklerken bir sigara daha yaktım ve seyre koyuldum etrafı. Seviyordum burasını. Maun masa ve bank havasındaki oturma yerleri mekânın şark köşesini andıran çay salonu ile iyi örtüşüyordu. Kendimi evimde gibi rahat hissettiğim naif bir mekândı. Biraz salaş olması veriyordu belki de bu rahatlığı bana. Hoşlanmıyordum gerildiğim ortamlardan. Çatal-kaşık sesinin bile fazla geldiği hani…
Bir iki masanın dışında boş sayılırdı mekân. Üzülmüştüm bu duruma. Oysa iyi masraf yapmıştı açarken burayı. Hatta bazı önerilerde bulunmuştum ve kabulde görmüştü bu öneriler. Anlaşılan işler iyi değildi bu ara. Herkes aynı şeyden şikâyetçi değil miydi zaten? Hiç bunları düşünmek istemiyordum. “Ekonomik kriz” dedikleri bu hastalık herkes gibi bana da edeceğini etmişti nasıl olsa.
Kalabalık nüfusuna rağmen bir ilçeydi nihayetinde. Herkes birbirine ne kadar da tanıdık. Aklımdan o kadar çok şey geçiyordu ki. Yine bir kasaba hayal ediyordum mesela. Herkesin birbirini tanıdığı küçük bir yerleşim yeri. Ama asıl mesele, beni kimsenin tanımayacak olmasıydı elbet.
Düşüncesi bile keyiflenmeme yetiyordu. Garip bir huzur yayılmıştı içime. Sanki tüm plan ve hazırlıkları yapmış, sabah yola çıkacakmışım gibi. Ne tuhaftı bu insanoğlu. Başı sıkışınca, biraz daralınca en büyük marifeti kaçmaktı. Ben de bu yolu seçmiştim düşüncelerimde. Artık hiçbir şeyin üzerine gidecek gücü kendimde bulamayışım beni farklı arayışlara itmişti. Bu tavrın bana hiç yakışmadığını biliyordum hâlbuki. Aldığım aile terbiyesi de müsait değildi buna. Ben asker kızıydım. Dik durmayı hayatın başında öğretmişti babam bana.
“nasıl da sağlam adamdı” diye geçirdim içimden.
En büyük açığımdı onun yokluğu şu an yanımda. Bu aralar onu düşünmek istemiyordum. Bir hayale sığınmak ağır geliyordu bana. Yine de arada sırada resmini karşıma koyup onunla dertleşmeyi hiç ihmal etmiyordum. Sağlığında da böyleydi. En sıkı dostum gibi. Tek dinleyen belki de beni yüreği ile.
Ne kadar daldığımı bilmiyorum. Tanıdık bir ses oldu beni kendime getiren.
“Bakın hele, kimler burada… Nasılsın Asya? Çok oldu görüşmeyeli. Nerelerdesin bakalım? Ben bir şeyler duydum ama doğru mu?”
Arka arkaya sıralanan bir yığın soru. Zamanı mıydı şimdi bunların? Acaba hangisinden başlasam yanıtlamaya?
Çok iletişim kurmak, hele de özelimi anlatmak istemediğim biriydi.
”Sana ne… Neredeysem neredeyim, sana mı düştü tasası…”demek geçti içimden ve sıralayamadığım bir o kadar küfür.
Huzur hakkımı gasp etmişti açıkça. Yine de biraz sakin olmaya çalışarak basit bir selam verdim. İşlerimin yoğunluğundan dem vurarak kurtulmaya çalıştım. Nafile. Bunaldığımı anlamış olacak ki; Ahmet’in sesi imdadıma yetişti.
“Ablam seni az buraya alabilir miyim? 2 gün önce maliyeden bir kâğıt geldi. Ne diyor anlamadım.”
İyi akşamlar dileyerek Ahmet’in olduğu yere yöneldim. Hafiften tebessüm eden genç delikanlı
“kusura kalma abla. Bunaldığını düşünerek seslendim sana. Yok, öyle bir kâğıt filan”
deyince ben nasıl basmışım kahkahayı…
“Allah’ına kurban senin Ahmet. Vallahi doğru söylüyorsun. Eee! Nerde kaldı benim balık bu arada?”
O sert bir ses tonu ile mutfağa seslenirken ben masamda yerimi almıştım bile.
Nihayet servis geldi. Balıktan ziyade mısır ekmeği ve turşu harika gözüküyordu. Belki de uzun zamandır yemediğimdendi. Anneme uğramayalı çok olduğunun farkına vardım bu sayede. Annemde yerdim genelde bunları.
“En kısa zamanda anneme uğramalıyım” diye hayıflandım ihmalkârlığıma.
Yeme işlemi bitmiş çaylar içilmişti. Hesabı ödeyerek çıkarken,
“abla özletme kendini, arada çay içmeye gel, olur mu?” dediğini duydum en son genç adamın.
Başımla onay işareti verdikten sonra “iyi akşamlar” dileyerek çıktım.
Havanın biraz yumuşadığını sezdim. Gelirken sert bir ayaz vardı ama şimdi yerini yumuşak bir esintiye bırakmıştı. Kış olduğu için caddeler sakindi. Canım eve geçmek istemiyordu. Biraz dolaşmayı tercih ettim. Irmak kenarında dolaşmak huzurlu kılıyordu beni. Bir sigara içmek için suya bakan bir banka oturdum. Nasıl da sakin sakin akıyordu. Hiç acelesi yoktu sanki. Öyle dingin, öyle mütevazi.
“oysa” dedim,
“ne canlar aldı.”
Üç gün önce haberi gelmişti balık tutmak hevesiyle boğulan 14 yaşındaki bir çocuğun.
Üşümeye başlamıştım. Saate baktığımda vaktin epey ilerlediğini fark ettim. Ayağa kalktım. Sanki bir daha göremeyecekmişim gibi tuhaf bir hisle köprü ayaklarında günü eriten kentin suya akseden ışıklı yüzüne baktım. Son zamanlarda nasıl da değişmişti çehresi. Daha bir aydınlık ve ileriye bakan kibirli bir hali vardı. İçindeki tüm olumsuz gece eylemlerini ve dramları bir tarafa bırakırsam seviyordum da bu kibrini. Farklı bir geceydi. Başımı gökyüzüne kaldırdığımda yazdan kalma bir hali vardı. Yıldızlar birbirleriyle yarışır gibi yerlerini almışlardı.
“tam 22 yıl” dedim,
“dile kolay. O mu beni tanıyamadı yoksa ben mi onu?”
Artık bir şeylerin zamanı gelmişte geçiyor gibiydi. Burada her kalınan an, kendine katları kadar gecikmeydi.
“Bir şey mi oldu bayan?”
Beni kendime getiren bu ses oldu. Az ilerdeki işportacı tezgâhını toplamaya başlamıştı ve ses ona aitti. Şaşkın şaşkın,
“hayır, ama neden sordunuz? Anlayamadım.”
“Birden bağırınca bacım bir şey oldu sandım, kusura kalma”
Şaşkınlığım hafif bir tebessüme bırakmıştı yerini. İçim nasıl da kıpır kıpırdı. Ne deseydim ki adama?
“Affedersiniz beyefendi, yıldız kaydı da, heyecandan olmalı.”
Nasıl anlatılabilirdi ki bu kadar basit bir olayın yarattığı etki. Deli olduğumu düşünürdü kesinlikle. Pek de farkım yok gibiydi ya… Olsun! Ben böyle mutluydum halimden. Kime neydi ki benim küçük takıntılarımdan.
sevgi kaya
devam edecek...
YORUMLAR
Deniz kızı...
Şu an hiç düşünmüyorum hikaye nasıldı sevdim mi, okumak nasıldı vs vs ..Tek merak ettiğim bunun devamı ve diliyorum ki okurun kalbi kırılmaz bir de benim camdan yürek taşıdığımı düşünürsek " lütfen güzel olsun" bu gece yıldızları izleyip bir tanesinin kaymasını bekleyeceğim bu dilek ile :))
Yer, zaman ve mekan. Tasvirler tanım gibi değil hakikaten gözlerde canlısının uyanışını izlemekti bir nevi. Ve okurken de hiç sıkılmadım 3 telefon sebebiyle arada kesildim ama hani yalanımız var ya " yoğunum bu aralar affet hikaye beni" dedim ki devamında da hiç kopmadığımı telefonla konuşurken gözümün ve de aklımın burada olduğunu anladım. Maliyeyle başım derde girmez inşallah ama değer mi evet . Sessizliğin ruhunu okumak ve bir de bir kaç gerçek iliştirince satır aralarına buharı boğuyordu gözü...Sen anlıyorsundur beni..
Birkaç yerde bağlaçlara çarptı gözüm ama yerlerini unuttum bulmaya kalksam yine kapılır giderim ve de unuturum yine bir daha bak istersen..
Ayrıca ana sayfadan yazılara bakınca bunu gördüm aa dedim dünküsü mü acaba hatta sayfayı açınca yorumumu göremedim eyvah dedim bir şey mi oldu acaba Havin'in aklına anca geldi II ' si. Bu kadar hızlı beklemiyordum Allah'tan ki böyle hani pembe diziler sinir ederlerdi beni bir zamanlar dün oraya düştü aklım da şimdi güzel acaba diğeri de yarın kadar yakın olur mu...Ve bu seri bitmeden buralardan gitmek istemiyorum ...
Daimini diliyorum bu güzel anlatımın...
Sevgimle..
”Sana ne… Neredeysen neredeyim, sana mı düştü tasası…” Sevgili şairim bu cümlede "Neredeysen" kelimesi "Neredeysem" olmalıydı mı? diye düşündüm.
Hani "Arkası yarın"lar vardı radyoda nasılda beklerdik bir diğer arkası yarını işte öyle beklemedeyim devamını.
Tebrik ,sevgi sabahıma sağlam düştü yazı.
hoş geldin sevgili Sinan...sanırım haklısın...tercihim çekirdekten yana...bu arada sahi yaa.ne renk koltukları..son çıkan modedir kesin...geçen sene değiştirmişti halbuki..:))
teşekkürler........bu kadar basit olsa gerek hayat belkide...:) hatayı yapan bizler miyiz ki büyüterek onu gözümüzde......?
sevgiler...
Sade bir anlatım... Rahat okunan bir öykü...Tebrik ediyorum. Ne var ki diyaloglara giriş ve çıkışlarda kopukluklar oluşmuş.
...
“oooo! Merhaba ablam. Hoş geldin. Uzun zamandır görünmüyordun. Nerelerdesin?”
“Merhaba. Biraz yoğundum bu aralar. Sadece seni değil Ahmet’im, kendimi de ihmal ettim sanırım. Sen nasılsın?”...
diyalogunda olduğu gibi... Bilmiyorum ne demek istediğimi anlatabildim mi? Fazla müdahaleci olmamak için bu kadarla yetinmeliyim. Selâmlar...