- 754 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DİL SORUNU YA DA YAZILANI ANLAMA(MA)K!
“Bir lisan bir insan, iki lisan iki insan” diye çok bilinen bir deyimimiz var.
Dil hem yazma hem de anlatma aracı. Kişi ikisini de başarıyla kullanamıyorsa, onun “bir” insan olma özelliği bile tartışılır. “Bir lisan, bir insan” deyimini matematiksel olarak ele alırsak ve doğruluğunu kabullenirsek, o zaman yarım lisan yarım insan ediyor demektir. Bırakın ayrı bir yabancı dili, kendi dilimizden söz ediyorum. Kendi ana dilimizi bile doğru konuşup doğru yazamıyorsak, yarım insanız demektir. Hele ki bu iş, yazma eylemimize, kitaplarımıza, şiire, öyküye, romana da yansıyorsa; durum daha da vahim!
Nerden şğrenilir dil? Anne babadan, çevreden, öğretmenlerden ve kitaplardan. Elbette bizim ülkemizde haber sunucularından değil!!! Çünkü artık ne Jülide Gülizarlar, ne Mesut Mertcanlar ne de adını anımsayamadığım atlarına binip giden o güzel insanlar var... Şimdi artık çığırtkanlar, (Azzzz sonnnrrreeaaa!) peltekler, kekemeler, kimi harfleri söyleyememe özürlüleri ve de “göze hitab eden” “spiker”lerimiz var. Bunları dilleriyle baş başa bırakalım da eşek arılarının gazabına uğrasınlar... Tabi bir de her tarafımızı sarıp sarmalayan en tehlikeli virüs var ki o da internet Türkçesi...
O halde, öğretmenlerimize, kitaplarımıza ve kitaplarımızı yazanlara ve de bizlere çok iş düşüyor. Yanlış bir Türkçeyle hem doğru anlatamayız hem de doğru yazamayız. Ama okunuruz.
Burada dil bilgisinin diğer bir deyimle grammer’in önemi ortaya çıkıyor. Bugün hâlâ birçoğumuzun kabusudur, dilbilgisi, yazım (imla) kuralları. Ayrı ya da bitişik yazılması gereken ekler; de’ler, da’lar, ki’ler, ise’ler v.s. Ayraçlar, tırnak işaretleri, şapkalı, şapkasız harfler... Bu liste uzayabilir. Hâlâ yerine hala – yanlış yerine yanlış – yalnız yerine yanlız – kâr yerine kar gibi...
Kimilerimiz, bu keşmekeş yüzünden; “keşke yazım (imla) kuralları olmasa deriz. Dil’i yeniden öğrenmek, onunla oynamak, fantaziler üretmek (zaten şairlerin işi de) yazanlar için ne güzel, ne zevkli iş! Bu oyun biz yazanlar için bir zevk, bir tutku haline gelmeli bence...
Yazdıklarımızı bir gergef gibi işlemeliyiz. Okuyucuya öyle sunmalıyız. Dil bilgisi mi? Gerekiyorsa yeniden bir öğrenci gibi dersimize çalışmalıyız.
Yazıyı okurken gerildiğinizi düşünüyorum. Haydi bir fıkrayla rahatlayalım.
Adam arkadaşına bayramda Fransa’ya gittiğini ve orada güzel bir hafta geçirdiğini söyleyince:
“Nasıl olur” demiş. “sen tek kelime Fransızca bilmiyorsun ki, zorlanmadın mı?” demiş.
Arkadaşı:
“Yoo. Hiç zorluk çekmedim. Ama Fransızlar çok çekti” demiş...
Yani biz yazılarımızı buraya gönderip yayınlatıyoruz ama, okuyucularımıza da eziyet etmeyelim sevgili “yazan” arkadaşlarım....
YORUMLAR
Böyle bir yazıya yorum yazmak sanırım cesaret istiyor ki hiç kimse yazmamış!
Zaman zaman bu sayfada anılarını yazan biri olduğum için yazınızın başlığı ve sonu dikkatimi çekti. 'Eziyet mi ediyorum?' diye kendimi sorgulamaya başladım.
Uyarılarınız için teşekkür ederim.