- 755 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DELİ TAKTAK KARI(sezgilerde bir şehir) ARDAHAN ÖYKÜLERİ 72... kitap 62...
Her an durmamak...
Donmuş an, fotoğraf resim hatıra veya hayal. Bunların hepisi zaman kavramıyla simgelediğimiz şeyler.
Simgelerle eskiyen şeyler bir’ki. Az önce bulguladığımız kavram dahi eskir. Donmuştur. Zaman ibaresiyle nitelediğimiz semboldür.
Sezginin süre kavramı öylemi ki?
Akar çay gibi dur duraksızlayın çağlar.
İleri gitmesi engelsizlik ve canlılığıyla kaimdir.
Şey gibi:
- Adam sütün sıcağını ölçerken termometrenin sıcağını sütün sıcağından ayıramayınca termometreye başka termometreyi takmış. Her termometre için bir ısı ölçen takmak lazımmış. Altından kalkamamış derken kuyruğunun kuyruğu baş edememiş. Tam ısıyı belirleyememiş.
Zaman, termometre kaçı gösteriyorsa kabullenmektir. Kara hesap bir postulaya razı olmaktır.
Bergson’un süresi: Tam ölçüm için onun ısısı, öbürünün ısısı. Sütün gerçek ısısı nedir? Ölçerken ölçtüğü termonun ısısını diğer bir termoyla ölçmeğe kalkmak. Son termoyu neyle ölçeceğim derken bitmez bir süre; devamlı ve süreğen, işte sezginin öğrenirken biz insanların zihinlerine bahşedilen içgüdü...
Süreli, her an yaşayan içgüdüdür.
Gariban bir kadın Taktak var idi.
Ardahan’ın fukara kalmışıydı. Üç çocukla ortalıktaydı.
Evvel seneler önceydi. İmkanlar ve bakım kurumları yaygın değildi. Kış kovuğunda site-site yaşardı. Onun gibi engelli, özürlüler... Allah razı olsun kim ise; Taktak’ı Elazığa göndermiş. Çocuklarını esirgemeye yerleştirmişler.
Taktak muavazenesini kaybetmişti. Hayat badirelerini aşamamış zelil düşmüş bir kadındı.
Düşme! Görürsün ki; kimse yardımcı olamıyor.
Beş beter bir de stres, depresyon dediğimiz basit şeylerle başlamıştı belki de;Taktak’ın yıkılışı.
Eskiden deliden, delilikten korkulurdu. Hem de az boz korkmak değil. Bayağı bayağı insanlar ürkerdi. Şimdi balaca uşağın ağzında: Stres, bunalım...
Kimseler bilmez ve söylemezdi. Deliliği nüanslarıyla, teferruatıyla, tafsilatıyla.
"Masal Osman"lık olmuş derdiler. Koca adamlar, okumuş yazmışlar dahi:
" DİKEN NE BİLSİN GÜLÜN DERDİNDEN "
İlkel bilgiler deliliği bulaşıcı sanırmışlar. Ortaçağlar beyin hastalığı gibi telakki etmişler. Ceviziçini beyne çok benzetmişler ki ceviz içi yedirerek hastayı iyileştirmeği denemişler.
Garajın girişine şilteyi sermişti. Gazocağının biri, iki minderin kırlenti açıktaydı. Giysileri, kirlileri poşetlerde.
Taktak pegden kovulmuştu. Bölge Okul yanında bir peg gibi yerde topladığı şeylere karşılık barınmaya izin almıştı. Orada barınıyormuş.
Üç çocukla ve hastalığıyla; hayat ve o. Ne yapsınlardı? Hayat ve o! Uzun bir hüzünle gözden göze üzüldüler!
Hizmet Çay ve Yemekevinde köfte ekmek yiyen genç adamlar, kapıya çıkmış bakışıyorlardı. Garaj da herifler; geçemiyorlar. Adlayıp eşiği geçselerdi; otobüse binecekler. Taktak şereker eşikte, evini eşiğini inkişaf ettirmiş kenine sorsan. Cecim gibi bir kilim sermiş. Anlattığımız diğer şeyleri ve envanterindeki terekenin; emvali metrukesini garajın cümle kapısına yığmıştı. Berber Rahim Abinin "Devrem Berber " dükanın kenarında açmıştı "Yeni evini "
"Baht-ı var başan senin, ay Taktak!"
- Baban heyrine.
- Yegen, yegen hele baban heyrine
- Dayı elleşme, oyan da işim var.
- A, on’arı çağırın.
İki kaşkacı frene basmış. Kaşkayı istop etmiş, vitesden çıkarmış, boşa almıştılar. Kaşkacı Süleyman Taktak’a seslendi:
- Taktak evini taşıyalım. Kapıyı aç! Millet garaja girsin.
- Anam, evin içinde yol ne gezsin Süleyman Gardaş.
Taktağın cevabı milleti gülmeğe tuttu.
Yedi Delilerin Süleyman Taktağı ikna edemeyince Celil Ağa’nın fırından bir işçi devreye girdi. Adam eğildi Tağtağın kulağına pıç pıç fısıltımsı bir şey mırıldadı. Taktak:
- Evin içinde; yol ne gezsin! dedi.
Kimse... incinsin istemiyordu Taktağın.
O; nefesinin ve gümanının son bulduğu bitik enerjisiz halinin çökme alanını ev bilerek... belleyebileceğini ummuş olabilirdi. Çünkü gözünün perdeleri kalkmıyordu. Yorulmuş ve ufalmıştı. Nefesini dahi soluklayamayacak kadar zerilleşmişti. Çocukların aç kalması iyice bunaltmıştı.
Doktor bayanın verdiği kaftan üstündeydi. Açık yeşil elbise. Başına lecek sarmıştı. Kırmızı bir sıkmayla sıktırmıştı. Gözünün rengi yeşildi. Çakırdı veya; "Time " dergisinde Afgan bir kızın profilden resmi vardır. Çok menşur resimdir. Kız dudaklarını büçüştürmüş, bir şey söyler gibi yapıp söylemiyora. Taktak Afgan Kıza benziyordu. Çakır ve sarışın kadındı.
Süs ve işlev: Güzel kaftan turuncu gizlenmiş yeşiline açık ve uzaktan fosforlu renk gibi parıldıyordu. İş görme gücüne gelince iş yapmıyor. Taktağın üşüyen organizmasını ısıtmıyordu. Fonksiyonsuz bir esbab olmaktan anırı gitmiyordu. Güzel ve işlev bir arada bulunmalı. Kahverengi bir goçik gibi. Karayolları verirdi. Çalışanları; hem ısınırdı hem de çalım satardı. Süssüz ve işlevli giyside ısıtır. Fakat çirkinliği başa bela. Taktak kirli bir erkek ceketini sırtına geçirmişti canı birazcık kızıyordu. Doktor hanımın güzel kaftanı hiç kızdırmıyordu. Sırtı pek değildi. Karnı açtı halbuki.
"Yılmaz Güney" namdar Tuncer’ e haber verdiler. Garaja o bakıyordu. Tuncer gece ve bazen sabahları da bakardı. Tuncer belediyede zabıtaya girmişti. Salih Aktürk Bey onu işe almıştı. Tuncer Abi buradan emekli oldu. O da bir şey yapamadı.
- Taktak Haydi! Hop hop kalk haydi!
Taktak:
- Hop hop ne hop hopu! Hop zırt!
Kaşkacı:
- Hoppa haydi kalk!
Taktak:
- Hop zırt... bu da bunun mührüdür!
Taktak elini burnuna götürdü nanik yaptı. Kaşkacı laf güreşinde altta kalmadı mı?
Şey Can! Bu "Hop zırt bu da bunun mührüdür" lafı moda olmadı mı?
Milletin ağzında:
"Hopp zırt! Bu da bunun mührüdür!"
YALÇINER YILMAZ
18/12/2009
GEBZE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.