VE AŞK BİR ŞAİR YARATTI
..........Sene 1967. Mevsim bahardı. İstanbul bahçeleri cıvıl cıvıl. Çiçekler yediden yetmişe herkesi aşka çağırıyordu. Kız onyedi yaşındaydı, erkek ondokuz. Erkek üniversitede okuyordu. Kız, İstanbul’a üniversite imtihanları için gelmişti. Erkek halasının evinde kalıyordu. Kaderin garip bir cilvesi, kız da kocasının akrabası idi. Tatlı bir İstanbul öğleden sonrası Tünel’de denizi gören o evde tanıştılar. Erkek mahçup, kız utangaçtı. İkisi de başını önüne eğdi. Birbirlerinin yüzüne bakamıyorlardı. Ellerini uzattılar ister istemez. “Memnun oldum” dedi ikisi de. “Elleri ne kadar sıcak, ne kadar güzel” diye geçirdi erkek içinden. Yüzüne bakamadığı için güzelliğini o an görememişti. Ama sonra ona “Tanrı’nın En Güzel Eseri” diyecekti. İkisinin de kalbi yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu. İkisi de ilk defa heyecanlanıyordu. Hissettirmemeye çalıştılar. Dizleri titriyordu. Erkek “buyrun oturun” demeyi bile akıl edememişti. Birer heykel gibi dona kalmışlardı. Aradan milyonlarca yıl geçmiş olacaktı. Birden halanın sesi ile uyandılar. “Sen bir plâk koy, ben size bir çay yapayım.” Ve gitti halası. Eyvah! Şimdi yalnız kalmışlardı. Oğlan ilk defa bir kızla yalnız kalıyordu. Kız da ilk defa bir oğlanla. İkisi de konuşmuyordu. Konuşamıyorlardı. Dut yemiş bülbüle dönmüştü ikisi de. Oğlan ne yapacağını şaşırdı. Oda büyüyor, büyüyor, büyüyordu. Erkek öyle sanıyordu. Sonra bütün cesaretini toplayıp kalktı. Erol Büyükburç’un bir şarkısını çalacaktı. Zaten Erol Büyükburç’tan başka plâk yoktu ki! Pikapta Mavi Kuş uçuyordu şimdi.
..........Mavi kuşu biz bulalım, aşkımızı koruyalım
..........Mutlu geçsin günlerimiz, ayrılmasın ellerimiz…
..........Erkek hangi fakülteyi istediğini sorsam mı acaba diye düşündü. Ailesi İstanbul’da değildi. Bu koskoca şehirde nerede kalacaktı. Halasının kocasına “enişte” derdi. O’nun “borç başkasının da kaygısı senin mi yeğenim” esprisini hatırladı. Doğru ama elinde değildi. Kapıdan halası girdi. Nihayet! Rahatlamışlardı. Uzun sürmedi oysa. “Yemek yapmalıyım” deyip kalkmıştı halası. Yine yalnız kalmışlardı. Mavi Kuş uçup gitmişti. “Size bir plâk daha çalmak istiyorum” dedi. Bu defa çok anlamlı bir şarkı çalacaktı. İçinden, “inşallah bu şarkıyı kendisi için çaldığımı anlamaz” diye geçirdi. Pikapta şimdi, o şarkı çalıyordu. Oğlan şarkıyı Çamlıca tepelerinde kıza söylüyordu gerçekte. Kız bilmiyordu.
..........Gülle bülbül misali düştü gönlüm yoluna
..........Gözlerimden hayalinin geçmediği gün olmaz
..........Titreyemez hiçbir âşık benim kadar yarine
..........Saçlarını gözlerini anmadığım gün olmaz
..........Gönlümün gül açan bülbül öten çağında
..........Dilerim sadece sen ol benim yanımda
..........Aşkımın gülüsün sen nasıl özler ararım
..........Görmesinler sakın seni bana saklan sevgilim
..........Görecekler sevecekler saracaklar sanırım
..........Kalbini hiç aldatma ki aşkın olsun ebedî
..........Gönlümün gül açan bülbül öten çağında
..........Dilerim sadece sen ol benim yanımda
..........Erkek bir yandan kıza bakıyordu. Gizli gizli, mahçup mahçup. Gözlerini, saçlarını, ellerini ezberliyordu. İçinde bir yerlere resmini çiziyor, çalınmasın diye de kapılarını kapatıyordu. Kızı göremeyeceği uzun günler, geceler boyu içindeki resme bakacaktı. Bir yandan da gözleri gözlerini yakalar diye korkuyordu. Oysa kız halâ yere bakıyor, çantasının sapı ile oynuyordu.
..........Kız, “ne güzel şarkı” diye düşündü. Çok sevmişti. Kalıp tekrar dinlemeyi çok isterdi ama … “artık kalkmalıyım” dedi. Ayağa kalktılar. Kız “iyi günler” dedi. Oğlan “başarılar dilerim.” “Tekrar görüşmek üzere” diyememişti. Kendine çok kızıyordu. Annesi olsun, babası olsun kendine hiç kızmamışlardı. Ama o şimdi kendine kızıyor, küfrediyordu. Allah’tan üniversite imtihanlarını kazanmasını istedi. İstanbul’da kalmasını istiyordu. Onunla aynı havayı paylaşmak, aynı denizde uzun uzun hayallere dalmak, aynı yağmurla ıslanmak istiyordu.
..........O gece yatma zamanının gelmesini iple çekti. Yatağa uzandı. Yorganı başına çekti. Gizlice kızın resmini çıkardı içinden. Kimse görsün istemiyordu. Bütün saflığını, bütün güzelliğini çizmişti. Gözlerini gözlerinden ayıramıyordu. Âşık olmuştu.
..........Kızı resimden çıkardı. Dudağının altındaki beni farketti. Büyük okyanus kadar derin, zeytin tanesi gibi iri, siyah gözlerine bakıyordu. Bir elini eline aldı. Bir eliyle de belini sardı. Kız kollarında tüy gibi dönüyordu şimdi. Gözlerinden kızın kalbine bir öpücük gönderdi. Bir yandan da gözlerinden kalbine melodilerden bir yol yapmış, şarkı söylüyordu. Gülle Bülbül Misali Düştü Gönlüm Yoluna.
..........Kız Maçka Teknik Üniversitesi’ni kazanmıştı Allah’a şükür. Kızı Maçka’da hiç göremedi ama; bir Mayıs öğlesinde Taksim’e yürürken rastladı. Elinde okul kitapları vardı. Selâm verdi, geçti. Sonra dayanamadı. Arkasını dönüp baktı. Hayret! Kız da ona bakıyordu. Suç işlemiş çocuklar gibi yüzü kızardı. Kız da kıpkırmızıydı. Tepeden tırnağa terledi. Oysa Ağustos sıcağında bile terlemezdi.
..........1969 yılının Şeker Bayramında kız, halasını ve eniştesini ziyarete gelmişti. Yine öyle mahçup, yine öyle resimdeki gibi güzeldi. Sıradan kutlama sözcükleri söylendi. Sonra halasının kızı ile içerideki odaya geçtiler. Oğlan bütün cesaretini topladı. Şiir kitabını verdi. Kız şiir yazdığını bilmiyordu. Nerden biecekti bir şairin doğmasına sebep olduğunu? Şarkılar kadar güzel sesi ile kitabı imzalamasını istedi. Oğlanın heyecandan kalbi durmuştu galiba. Eli ayağına dolaştı. Cebinden kalemini çıkarıp imzaladı. Kalemi de hediye etmek istedi. Kız “teşekkür ederim” diyebildi. Oğlan “ben de seni seviyorum” dediğini duymuştu. Hayallerinde hep öyle diyordu çünkü.
..........Kız kitabı okulda bir kız arkadaşına gösterdi. İsmi Semra’ydı. Aynı semtte otururlardı. En samimi arkadaşı oydu, O da “sen bu şairle evlenirsin” dedi. Kitabı yere düşürdü. Acaba ondan bahsederken sesi mi titriyordu. Yoksa gözleri mi parlıyordu. Demek hislerini gizleyememişti. Oysa sadece kitabı göstermişti. En nihayet bir akrabasının kitabıydı işte. Artık hadi canım sen de diye kendinden bile sakladığı hislerini daha fazla gizleyemeyeceğini anladı. Utandı. Eğilip kitabı yerden aldı. Eve gitmek istiyordu. O gün derslere girmeyecekti.
..........Oğlan o gece uyuyamadı. Kitabı okumuş muydu acaba? Kirpikleri birbirine dargındı o gece. Sarılıp uyumak istemiyorlardı her geceki gibi. Kalktı. Bir sigara yaktı. Yüreği kabarmıştı. Yağmur yüklü bulutlar gibiydi. Lâmbayı yaktı. Daktiloyu açtı. Yazdı. Yazdıkça yenisini yazmak, onu anlatmak, mısralarla onu çizmek istiyordu. Dünyanın bütün şiirlerini tek başına yazabilirdi. Diğer şairlere yazacak bir tek mısra bile kalmayabilirdi. Bütün şairlerden özür diledi.
EFENDİM
HANGİ GÜZELDE BULUNUR, BU NÂZ, BU FÜSÛN EFENDİM
NAİME SENİN DİYENE CAN FEDÂ OLSUN EFENDİM
NE LÂLEDE LÂLEZARDA TEK CÂNANDADIR GÖNLÜMÜZ
CÂNÂNA SENİN DİYENE CAN FEDÂ OLSUN EFENDİM
TANRI’NIN EN GÜZEL ESERİ
SEVDİKÇE DAHA MÂNALI DAHA GÜNAH GÖZLERİN
TANRI’NIN EN GÜZEL ESERİDİR SİYAH GÖZLERİN
YILLANMIŞ BİR ŞARAP GİBİ TÜKENMEZ VERDİĞİ HAZ
TANRI’NIN EN GÜZEL ESERİDİR SİYAH GÖZLERİN
..........Birini bitirdi, birini yazdı. Birini bitirdi, birini yazdı.
..........İstanbul’un bir sabahı daha odasından süzülürken son noktayı koydu.
EBEDÎ
BENİM İÇİN
BİR CÜMLESİN
NOKTA KOYMAYACAĞIM
ASLA!
..........Bir İstanbul tanışması bir şair yaratmıştı.
..........1972 yılında, 24 Temmuz’da nişanlandılar. Oğlan 15 günde bir onu görmeye geliyordu. Elele saatlerce oturuyorlardı. Sadece gözleri konuşuyor, dudakları susuyordu. Aşk buydu işte. Anlatmak için kelimelere ihtiyaç yoktu. Bunu bütün âşıklara anlatmalıydı.
AŞKI GÖZLER KONUŞUR
BİR AN DUDAKLAR SUSAR, AŞKI GÖZLER KONUŞUR
ŞARKILAR SUSAR BÜTÜN, AŞKI NEYLER KONUŞUR
DİNLER Mİ AŞKA YASAK, ÇILGINCA SEVİŞENLER
DİL SUSAR, GÖZLER SUSAR, AŞKI ELLER KONUŞUR
AŞKI GÖZLER KONUŞUR, AŞKI KALPLER KONUŞUR
GİTARLAR SUSAR BÜTÜN, AŞKI SAZLAR KONUŞUR
OLUR MU AŞKA YASAK, ÇILGIN SEVGİLİLERE
AY SUSAR, GECE SUSAR, AŞKI ELLER KONUŞUR
..........Kız okulu bitirmişti. Bir yaz akşamı memleketine dönecekti. Oğlan kızı yalnız yollamak istemedi. Otobüste beraber gidecekti. Kız evde son hazırlıklarını yaptı. Tam yola çıkmak üzere evden çıkıyorlardı ki kız, oğlanın resmini öpüverdi. Oğlanın bütün vücudunu elektrik kaplamıştı. Nerdeyse elektrik kontağından alev alev yanacaktı. Kendini hiç öpmemişti. Resminin ne kadar şanslı olduğunu düşündü. Kıskandı.
..........Sonra oğlan askere gitti. Tesadüf, askere gidişi de kızın doğum gününe, 2 Nisan’a rastlamıştı. Okul devresi bitip izinli gelince, kur’ada bir tane Kasımpaşa Deniz Hastanesi olduğunu söyledi. Kız yarı şaka, yarı ciddî ’Kasımpaşa Deniz Hastanesi’ni çekmezsen evlenmem’ demişti. Evlenince Ankara’da oturacakları için, hiç olmazsa 1,5 yıl daha İstanbul’da oturmak istiyordu. Zaten sözlüyken de İstanbul’da değiller miydi? Üstelik oğlan’dan sonra, hayatta en çok İstanbul’u seviyordu. Her semtinde hatıraları vardı. Bu hatıraları tekrar tekrar yaşamak, sonra onları anmak ne güzel olurdu. Oğlan da İstanbul’u çok severdi. Zaten orada şair olmamış mıydı? Kızın elini ilk defa İstanbul’da tutmamış mıydı? Ellerini ilk tuttuğu noktayı bile biliyordu. Orayı dünyanın merkezi yapmıştı. 59 kur’ada sadece bir tane Kasımpaşa Deniz Hastanesi vardı. Olsun. Hiç önemli değildi. İyi konsantre olurdu. Beyniyle zar tutar, konsantre olduğu zaman tavlanın kralını yenerdi.
..........Samsun’a döndü. 24 saat Kasımpaşa Deniz Hastanesi’ni düşünüyor, onu hayal ediyordu. Yediği yemek, içtiği su hep orasıydı. Bütün beyin dalgalarını bu kur’ayı çekmek için yoğunlaştırmıştı.
..........Nihayet kur’a günü geldi. Ve Kasımpaşa Deniz Hastanesi’ni çekti. Hemen kıza bir telgraf çekti. O zaman telefonla şehirlerarası konuşabilmek için saatlerce beklemek gerekirdi. Bazen de size sıra gelmezdi. Oysa bekleyecek zamanı yoktu. Bir an önce müjdeyi vermek istiyordu. Telgrafı kızın annesi aldı, heyecanla açtı. O da ne? Sadece “hissettim ve çektim” yazıyordu. “Kızım, nereyi çektiğini yazmayı unutmuş” dedi. Yoksa PTT telgrafı eksik mi yazmıştı? Annesi nereden bilecekti ki. Bazan uzun uzun yazarsın, hiçbirşey anlatamazsın da birtek cümlede herşeyi anlatabilirsin. O anlamıştı. Bir çığlık attı. Sevinçten havalara zıpladı.
.........1973 yılında, Cumhuriyetin ellinci yılında evlendiler. Severek evlenmişlerdi. Şair,ortak bir yemin yazdı. İkisi de bu şiir üstüne yemin ettiler. Birbirlerini bir ömür boyu seveceklerdi.
EVİMİN GÜLÜ DİKENİ
GÜNAH SEVAP SENSİN BANA, SEVERİM HERŞEYİNİ
İSTER ŞARAP İSTER ZEHİR, İÇERİM VERDİĞİNİ
EVİMİN GÜLÜ, DİKENİ, SOFRAM, EKMEĞİM BENİM
TANRIM GÖSTERMESİN BANA SENİN EKSİKLİĞİNİ
GÜZELLİĞİN İÇİN DEĞİL, RUHUNU SEVDİĞİMİ
SAFLIĞINA KANDIĞIMI SAKIN UNUTMA E Mİ
EVİMİN GÜLÜ, DİKENİ, CANIM SEVGİLİM BENİM
TANRIM GÖSTERMESİN BANA SENİN EKSİKLİĞİNİ
..........Sene 1999. 32 yıl önce tanıdığı kıza yeniden âşık oluyordu. O seviyordu. O âşıktı. O, ondan başkasının elini tutmamıştı. Ondan başkasına aşk şiirleri yazmamış, okumamıştı. Ya o? Acaba o bunu biliyor muydu?
14.02.1999 - Ankara