- 647 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KESEKAĞIDINA KOYMA FİLEM VAR! ARDAHAN ÖYKÜLERİ 71 (kitap 65)
" Bir câm ile yap hatırı zîrâ dil-i vîrân
Mehcûr-ı hârâbat olalı hayli zamandır ..."
Kesekağıdı meseli...
Kesekağıdını dercede ede öğleni eyledi.
Gazeteden kese kağıdı yapardılar.
Cırık gazeteye el vurmazdılar. Keselik olmazdı.
"Ol mey ki olur saykal-ı dil ehl-i kemâle
Nâ-puhtelerin aklına bâdî-i ziyandır.."
Poşet çıkmamıştı.
Cırıksız gazete kağıdını, üç kat kalınlığında dikdörtgen şeklinde uzun kenarlarını ağız ağıza tutkalla yapıştırırdılar. Dibini uzun kenardan içeri kelebek yapar onu da fırçanın ucundaki tutkal ile bulardılar. Elin ayası ve parmağın arkasıyla "son ütü " yapardılar. Kesekağıdı üretimi el yapımı olarak kolay bir icattı, buluştu.
Amerikalılar: "Asfaltı biz bulduk ama yamayı Türkler keşfetti. "
Poşeti onlar icat ettiyse; kesekağıdını biz bulmuştuk.
ikilik, bir kiloluk, beş kiloluk, yarım kilo, iki buçukluk kesekağıdı yapılırdı. Piyasada ihtiyaç darası kilo bazında adı geçen kilolardı.
"Ben anladığım çarh ise bu çarh-ı çep-endâz
Yahşi görünür sureti amma ki yamandır."
Pratik kullanışı, kağıt israfına son diyen poşet revaçtaydı.
Ona isim bile vermişti insanlar:
- KOŞET, diyordular.
Koşet herkesin favori ambalaj nesnesi olmuştu.
Koşet ve kesekağıdı...
Naylon poşet, kesenin sadece "K" harfini almıştı. Baş harfi alıp "ESE" harflerini bırakıp "OŞET" harflerinin başına "K" harfini koymuştular. KOŞET.
"Benzer felek ol çenber-i fanus-ı hayale
Kim nakşı temasili sevi-ül cereyandır. "
Koşet naylondan icat edilmiş tasarımdı. İkinci Dünya Savaşında bulmuşlardı.
Sakızla icadı aynıdır.
Koşetin mavisi, sarısı, siyahı, beyazı adi olurdu. Lüks koşetler kırmızı ve lacivertti.
" Saki getir ol badeyi kim maye-i candır
Aram dik-i aklı melamet zadegandır "
Sabah Manav Sedi’nin ağzından duyduğu " Poşet " kelimesi yakasına yapışmıştı. Adamın eline fırtığ yapışan kimi.
Elli mahal de poşet lakırtısıyla yüz bar oldu. Bir şey başladı mı, zincirleme sürüyor. Farketti ki hayatla alakalı bir şey.
Bunu bilenine sormalıydı. Hiç bir şey bilemiyoruz. Bir durum meydana çıkıyor ve bildiğimizi silip süpürüyordu.
İşittiğin ve ya muhatap olduğun şey arkasınca neden sökün eder?
Garip midir bu?
Neden çözmemiş insanlar?
Sıradan karşılamamız gerekiyorsa, biz mi abartıyoruz?
Un çuvalından koparttığımız yarım metro gırnapı gersek iki ağaç gibi şeye.
Gergide ki un gırnabının bir noktasına kalemle hızla dokunup çeksek. Gırnap tozar. Toz yarım metrelik alanın her noktasından berhava eder.
Gırnabın bir noktasına değinilince her noktasında cevap şarkısını başlar söylemeye. "Poşetin " lafzını işiten Kirmanlı Genç haklıydı gözleminde...Duyduğu nokta-i dakikadan ihtibaren...
Akşam evde radyo poşeti bahsediyor.
İnsanın kafayı yemesi işten değil.
Resmen, adam: kuantum- kollapsına toslamıştı.
Dizgenin bir yerine tıkladığınızda benzeri ötekiler titreşim yollardı.
Aha aynısı oluyor. " Dedemin goru!"
Hayat, makara ve şakadan ibaret sanılmamalıydı, diye düşünmeğe başladı.
Bir şeyin doğuşuna şahit oldu. O şimdi durmuyor...
Poşet kelimesi ve kendisini ilk kerten Sedi’nin Manavında sabahleyin rastlaştı. Arkası geliyor...
Poşet: Ansiklopedik bilgisini öğretmedende yakasından düşmeze benziyor.
Irmakların küçük kardeşi: Sedi. Yaz serinliğinde, "Her daim!" meyve sergisi açardı. Lojmanların ve Merkez Camiinin köşesinde. Şimdiki durağın mevkii.
Sedi müthiş şakacı ve yarenlik yapardı. Bizim Cengiz Vural gibi mukallitti.
"Gözün Aydın, kulakların Manisa. " Espirisi onundur.
Sedi kesekağıdını sarfederdi. Maliyette keseynen baş edemedi. Poşet sarfiyetine geçti. Ne yapsın? Herkes, kar uşağıdır. Ekmek davası; nan davasıdır.
O akşam:
Radyo proğramı poşetin anasını, danasını bir güzel belletti.
O zaman sergicileri; gözü birbirlerini götürüyordu.
Cengizin de sergisi: Garajın sol kapısının böğründeydi.
Çavuş Üzümü kasanın içinde sarı lira gibi şinerdi. Toz- bulut elden geçirse bile üzümleri, otlakçıları tehdit etmezdi. Kasanın dibinde ezik ve çürük çilli tek taneleri otlakçı, otlardı.
Ekstradan özgün espirileri Sedi’den ve Cengiz’den dinlerdiler.
"... Gardaşım değil babamın oğlu! "
...
Devrisi gün, Kirmanlı; anadan doğmuş gibi süt liman uyandı.
Dün dünde kalmıştı.
Mevlana deyişli: Bugün yeni bir şey söymek lazım!
İbare-i malum şu idi ki: Her şey zincirleme halinde ve kendi haline etkileşimiyle iç düzeninin dışına çıkamaz.
Bir hal, zaman ve ya her daim halinden ayrı olamaz. Bir şey her haliyle birlik ve tümlük durumundadır.
İşte poşete olan bunlardı. Olan olmuştu.
Nerdeyse tümlük tahsili yaptırmıştı, Kirmanlıya.
Birini ele aldığınızda, tümü o şeyin bir parçasının ardınca bağlantılı geliyordu.
" Kelebek Etkisi " ve kollaps aynı şeydi. Zincirleme bağlantı. Poşetin ki az farkediyordu: Bir nev’in tüm içindeki aynı şeyler birbirlerine aşkın olarak bağlı ve birlikteydiler.
Damla deryada, derya damlada iç içe...
Atlas okyanusunda deryadan bir katre alıp veya bin damla alıp her tekinde hidrojeni keşfetmek gibi...
Yapıdan tuğlanın hangisi alırsan al...
Genç bir hastanın kan gurubunu öğrenmek için bütün kanı boşaltmağa gerek olmamak gibi parmağından bir damla kan almak, kan gurubunu nitelemeğe yeter.
Poşet; vücudundan boşalmıştı lakin ve başka bir yapıda idi ve birim- bütüne benzemekle, ismi: Kolaps yani çöküntüydü.
Bir kuantum ilkesidir: Çöküntü terimi.
Halk ağzında derler ya:
"Kurdu an çomağı hazırla. "
Devrisi gün uyandı. Anadan yeni doğmuş gibiydi:
Kirman’lı Ardahan’ın güneşine baktı.
" Kız çayın altını kala!" dedi.
O sevdiği mısraı mırıldandı:
- Dünya var imiş ya ki yokmuş ne umurun,
İç bade güzel sev var ise akl-ı şuurun!
YALÇINER YILMAZ12/12/2009- GEBZE
YORUMLAR
Güzel bir yazıydı.
Dili biraz ağır olmasına rağmen zevkle okudum.
Ankarada Yıba çarşısının yanı ve Roma hamamı kalıntılarının arkasında kesekağıdı yapan küçük atölye evler vardı.
Orada bir evde çalışıp ilk mesleğim olan kesekağıdı yapımını öğrendim. Bir süre evimde bir odada kendi işimi kurdum. Lakin meslek her gün ölmeye devam etti ve toptan battık.
Beni maziye götürdünüz. Orta okulda beklemeye kaldığım yıllara.
Sağolun. Selamlar.