- 808 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sömürmenin Sinsi Yüzü
Sömürmenin Sinsi Yüzü
Sözlükler, “sömürmek” sözcüğünü şöyle açıklar:
1. “Üretim araçları sahipleri, başkalarının emeğine ve onların yarattıkları değerlere el koyması.
2. Bir ulus veya devletin, diğer bir ulusun veya devletin doğal kaynaklarından, ekonomik değerlerinden çıkar sağlaması
3. Bir kimseden veya bir şeyden haksız ve sürekli çıkarlar sağlamak.
Yakın tarihimize kadar sömürmenin en kaba ve kestirme yolu “zor” kullanmak şeklinde idi. Bir kişi ya da devlet gözüne kestirdiği bir kişi ya da devlet buldu mu zor kullanarak (İşgal ederek, savaşarak, ambargo koyarak, askeri-sivil darbeler yaptırarak) onu bünyesine katardı. Günümüzde bu yöntemi süpergüç (!) ABD dışında uygulayan emperyalist ülke kısmen de olsa pek kalmadı.
Kalmadı kalmasına ama bu kaba-saba işgalciliğin yerini daha sinsi bir yöntem almış bulunuyor. Dünya üzerinde gördüklerimi sizinle paylaşayım, siz de gördüklerinizin veya göremediklerinizin ne anlama geldiğini düşünün dilerseniz.
1. Artık ulusal ekonomi kalmadı
Zira Küresel Sermaye (Globalizm) savaşsız, işgalsiz, vizesiz ve sorunsuz her ülkeye çok rahat girebiliyor. Girmesi için de tüm iktidarlar yalvar-yakar olmuşlar. İkili sözleşmelerle çifte vergilendirme önlenmiş (!) oluyor. Derler ki uluslararası sermaye, istihdam yaratarak, kapasite kullanarak ve üretimde ileri teknoloji kullanarak ulusal ekonomiye katkıda bulunur. Bu uluslararası sermaye ne kadar iyiliksevermiş be dostlar!
“Dünyadaki yatırımların %80’ini ve ticaretin % 50’sini ele geçiren çok uluslu şirketler, pek çok ülkedeki kamu ekonomik kuruluşlarını özelleştirme adı altında kelepir fiyatlara satın alarak el koymaktadır. Ayrıca yine borsa yoluyla ülkelerde krizler yaratılarak pek çok ulusal özel şirket, iflasa sürüklenmekte ve yine çok uluslu şirketler tarafından değerlerinin çok altında satın alınarak bunların mülkiyetleri de ele geçirilmektedir….. NEDEN MİLLİ EGEMENLİK ? Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi “
Onca yıldır özelleştirmeler yapılır; hangisinin halkımızın refahına katkısını gördük. Borcumuz mu azaldı? Refah düzeyimiz mi arttı? İşsizlik mi azaldı? Yapılan ihracatın içinde ulusal sermayenin payı mı arttı? Çiftçimiz daha modern tekniklere kavuştu da daha çok üretim mi yapar oldu? Eğitim ve sağlıkta geniş olanaklara mı kavuştuk? Yolsuzluk ve yoksulluk mu bitti de biz bu kadar hayranız bu uluslar arası sermayeye?
İşgalci sermaye gelirken kazanır, giderken de kazanır. Geride güzel halkıma oyalanması ve daha çok sürünmesi için küçük bir kriz bırakır o kadar! Top tüfekle işgal etmekten daha kolay ve yıkıcı üstelik.
2. Artık ulusal siyaset kalmadı.
Dünyanın sermaye odakları, varlıklarını koruyup sürdürmek için doğaldır ki kendi yaşam ortamlarını da oluşturmak zorundadırlar. Bu amaç doğrultusunda kendilerine sorun çıkarmayacak, kaynaklarını riske etmeyecek yerel işbirlikçiler yaratmışlardır. Gelişmiş-gelişmemiş tüm ülkelerde bu gerçek değişmemektedir. Seçim zamanlarında yerel işbirlikçilere aktarılan mali destekleri gözlemek bile buna yeterli kanıttır. Yerli işbirlikçilerin iktidara gelmesi, iktidarını sürdürmesi için kullanılan yöntemler tüm ülkelerde aynıdır: İşbirlikçi basın, sivil toplum kuruluşu, elit (İş, sanat ve kültür alanlarında adı sanı olan kişiler), bilim insanları vb… Dolaylı veya dolaysız yöntemlerle yereldeki muhalefet ve muhalifler susturulur, sesleri halka duyurulmaz, karalama ve yalanlarla aşağılanır, tuzaklara düşürülür, provake edilir, muhalefet ve ulusal direniş odaklarına uygulanan her türlü hukuksuzluk şirin gösterilir. (Türkiye’deki gazete ve Tv içeriklerine bir de bu gözle bakınız, TOBB, TUSİAD, YÖK, işbirlikçilere nasıl destek veriyor incelemelisiniz. Ulusal muhalefetin gösteri ve yürüyüşlerinde polisin tutumlarını bir de bu gözle mercek altına alın. İyi bakın job ve biber gazı kimlerin gösterilerinde özellikle kullanılıyor, İşkence gören, sokak ortasında infaz edilenler kimler ve haklarında ne söyleniyor karşılaştırmalısınız.)
3. Artık Ulusal değerler kalmadı.
Siz de büyüklerinizden duyar mısınız “Nerde o eski gençlik. Şimdiki gençler ne sevmeyi biliyor ne de saygı duymayı” türünden serzenişleri. Ya da çocukluğunuzda hiç bilmediğiniz sosyetenin şimdilerde TV ve gazetelerdeki vıcık vıcık ve bozulma kokan görüntülerinin anlamını düşündünüz mü? Ya TV izleyicisinin şiddet içeren yapımlara olan düşkünlüğünün nedenini sordunuz mu kendinize?
Bu ülkede kitap baskısı her geçen gün azalıyor, kitap okuma oranı bindelik oranlara düşmek üzere. Saygın, kişilikli, yaratan ve üreten bireyler yerine düşünmeyen, üretmeyen sadece lüksü ve tüketimi düşünen bireyler çığ gibi büyümüş.
Toplumcu düşünce öldürüldüğü için hiçbir örgütlü mücadele yok sosyal ve siyasal hayatımızda. Kendi kültürel değerlerimize acımasızca saldırmak ise “moda” bir yöntem. Dil yozlaşmış, bilimsel çalışmalar yok denecek kadar azalmış, sanata ve sanatçıya artık bakılmıyor bile.
İnsana ve insanca olan ne varsa çağdışı sayılıyor. Filan artisin bilmem kaçıncı kocasında ayrılması günlerce sohbet konusu olurken, alt katında kanserden ölen komşunun cenazesinin kalktığı ancak üç gün sonra duyulur.
Sağlık ve sosyal güvenlik alanında çıkan bir yasa kimsenin ilgisini çekmezken, iki futbol kulübümüzün başlamamış maçı haftalar öncesinden konuşma ve tartışma konusu olmaktadır.
Rüşvet almak ve vermek ve bunu başarmak bir övünç nedenidir. Birilerini dolandırarak başarılı bir iş sahibi olmak saygın kişi olmanın yollarından biridir. Piyango kuyruklarında beklemenin bir utanç olduğu sorgulanmaz bile.
Çıkarına uyarak parti değiştirenleri, inancını değiştirenleri “kurnaz” ve “işini bilen” kişiler olarak ödüllendirmeye eksiksiz devam ediyoruz.
4. Sonuç:
Neden ve nasıl bu hale geldik?
Günlük yaşamımızda sürekli ve yoğun olarak bir propaganda altındayız. Okuduğumuz gazete ile, izlediğimiz Tv programı ile, sokaklarda gördüğümüz afişler ile sürekli beyinlerimiz yıkanıyor. Ulusal mozaiklerimiz, kültürel değerlerimiz sinsice yok edilmektedir. Dışardan desteklenen siyasetçiler ve sivil toplum kuruluşları eliyle tüm halkçı ve özgürlükçü hareketler bastırılmaya çalışılmakta, her türlü yöntemle yok edilmek istenmektedir. Meclisin temsil ettiği halk uyuşturulmuş ve kandırılmış bir halktır. Sorun sağcı veya solcu olmaktan çıkmış, kurtuluş veya yok oluş derecesine gelmiştir artık.
Cebimizden başlayan sömürme, kalbimizi ele geçirip beynimize kadar ulaşmıştır.
Bu düzen sürdükçe daha çok sefalet, daha çok hukuksuzluk, daha çok işkence ve daha çok haksız ölümler göreceğiz. Bağımlı Türkiye’nin bağımsızlığı ise boş bir hayal olarak kalacaktır sadece.
Uyanmak isteyenlere saygılarımı sunarım.
Antalya 07.12.2009
Aşık Kosani
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.