- 994 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
PARANTEZ) ÜNLEM!
Tık, tık! Tık, tık! Tık, tık, tık! Tık! Tık!
Bir metropol kentten diğer bir kente köprü görevi gören banliyö trenleri, günde binlerce insanın taşımacılığını yapıyor. Sabahın köründe ilk duraklardan sonunculara kadar seyahat eden sabahcı kadınlar, koltukta oturan gençlerin başlarına üşüşerek onlardan yerlerini vermelerini diliyorlar. Gençler ise bazen uyur rolüne bürünerek, sabahcı kadınların şikayetlerine kayıtsız kalıyorlar. Duraklarda vagonlar içine doluşan işportacılar gözlerini dört açarak, güvenliklere yakalanmamaya çalışıyorlar. Ellerinde sattıkları “çin malı” ürünleri ballandıra ballandıra satıyorlar. Boşalan koltuğu kapmak için yarışan gençler, güzel bir kız görünce yerlerini feda etmekten mahrum kalmıyorlar. Bir de karşılıklı konulan koltuklarda ki muhabbetler yok mu? İnsanın kulak kabartmaması işten bile değil…
Tren tıngırtısıyla süren 1 saat 10 dakikalık bir yolculuğun yarısı bitmişti. Yaklaşık 50 dakikadır oturduğum koltuk eski rahatlığını yitirmiş durumdaydı. Yaz günü olduğundan akşamüzeri olmasına karşın hava henüz kararmamıştı. Trenin her durağa girmesiyle bakışlarını pencereden dışarıya sarkıtan karşımdaki yaşlı adam, banliyö trenlerine ve buraya yabancı olduğunu her hareketinden belli ediyordu. Israrla istasyonlarda asılı duran levhalara bakma istiyor, fakat yaşlılığın verdiği pasiflik gözlerinede yansımıştı.
Yanımda oturan genç çocuk, kulağına taktığı müzik çalarının kulaklıklarıyla dış dünyaya kendini tamamen soyutlamıştı. Bangır bangır çalan müzikte, gitar seslerinin ağlamasını davul vuruşları biraz olsun susturmaya çalışıyordu. Gözlerini kapatmış, ayağına geçirdiği uyumsuz kabaca botlarıyla müziğin ritmini yakalıyordu. Omuzlarından neredeyse beline ulaşan uzun siyah saçları, giydiği siyah penyesinin üzerinde kamufle olmuştu. Yaşlı adam elinde tuttuğu ağaç dalı parçasıyla genç çocuğun dizine dokunmuştu.
-Oğul, Gebze durağına çok var mıdır?
-Son durak, 7 durak daha var, diyerek aceleyle cevap vermiş, yeniden çıkardığı kulaklıkları kulağına takmıştı. Merakını bir süreliğine gideren yaşlı adam, yeniden elinde tuttuğu dalı asi ruhlu gence dokundurmuştu. Sıkılmış ve sinirlenmiş bir tutumla kablosundan tutup çektiği kulaklıklar kulağından fırlamıştı.
-Queen “friends will be friends” şarkısını dinledin mi? Diye soran yaşlı adama karşılık cevap veren asi genç;
-Hayır, neden sordun?
-İlk arkadaşımı bulduğumda, bu şarkıyı dinliyordum.
Asi genç,
-Biz arkadaş mı olduk şimdi?
Yaşlı adam,
-Bir arkadaşa ihtiyacın yok mu? Pek üzgün görünüyorsun.
Asi genç bir süre duraksadıktan sonra,
-Ben yalnızlığı tercih edenlerdenim, demişti.
Yaşlı adam,
-Yalnızlık nedir, bilir misin?
Asi genç,
Sırtımı okşayan bir el yoksa yalnızımdır, hayata karşı gülemiyorsam yalnızımdır, hayat bana gülüyorsa dalga geçiyordur.
Yaşlı adam gülümseyerek,
-Yalnızlık felsefen olağan dışı… Taşı bile yosun sarar.
Asi genç gerilmiş bir vaziyette,
-İsmimi dahi bilmiyorsunuz, arkadaş olduğumuzu söylüyorsunuz ve üstüne üstlük saygısızca eleştirdiniz!
Yaşlı adam,
-Senin adın ünlem olsun, benim ki parantez. Seni anlamak için ismine ihtiyaç yok.
Asi genç
-Peki siz söyleyin, nedir yalnızlık?
Yaşlı adam bilgece tavrıyla sakalını kaşıyarak,
-Beden yalnız kalmaz. Ruh meşguldür kendinle, çevreyle, her şeyle… Beden, ruhu ardından takip eder. Ruh yalnız kalmaz, beden çürümedikçe. Beden yalnız kalmaz ruh ölmedikçe. Aralarındaki dengeyi sen yönetemezsin, demişti.
Asi genç
-Siz kimsiniz?
Yaşlı adam
-Ben parantez, sen ünlem... Ne çabuk unuttun?
Asi genç
-Kendinizi yalnız hissettiğiniz oldu mu?
Yaşlı adam derin bir nefes aldıktan sonra, gözleri dolmuştu. Tüm gücünü tek nefesle toplamak ister gibi cevap vermeye amade olduğunu hissettirmişti.
-Kalabalığın tam ortasında, şehir kendi gürültüsünden boğulduğu anda… Çöldeki su damlası idim. Kulağımda yeni albümünden bir “Queen” şarkısı gelip ilişivermişti. Tam karşımdaydı, gözümün önünde duruyordu, diyerek iç geçirmişti.
Asi genç merak eder bir havayla,
-Kimdi O?
Yaşlı adam gülümsedi ve ardından,
-Hayatımı sağ avucuma sıkıştıran, ruhumun kurtarıcısı. Öyle yalındı ki, kendimi bu sadeliğin manzarasında buluvermiştim. Ruhumu adadım, hayatımı bağışladım bir neden aramadan. Bedelsiz olmalıydı zaten, paha biçilemez olmalıydı.
O an anladım ki yalnızlık, insanlara armağan edilmiş bir hal değil. Ruh terk etmezse bedeni, daha yapacak çok işin vardır. Beni anlıyor musun şimdi ünlem arkadaşım, diyerek Gebze durağına trenin gelmesiyle birlikte bir kalabalık oluşmuştu. Trenden inmeye çalışan insanların arasında bir anda ortadan her ikisi de kaybolmuştu. Sanki az önce buradaki konuşulanlar ve konuşan kişiler hepsi hayaldi. İstasyona indikten sonra gözlerim bir süre Parantez ile Ünlem’i aramış ama bulamamıştı. Eve doğru yürürken zihnimdeki aralarında geçen diyalogları bir bir hatırlamış ve hayal olmadığına kanaat getirmiştim. Kimdi acaba bu Parantez ile Ünlem?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.