- 867 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
“İNANMAZSANIZ BAKIN !”
Akçadağ İlköğretmen Okulunda da sözlü sınav yapılacaktı. Komutan Galip Çavuş, Hamza, babam ve ben Malatya’ya gittik. Atatürk Caddesinde Fırat Otelinde yattık. O gece yattığım yatağı ıslatmıştım. Bizden istenen heyet raporunu almak için Malatya Devlet Hastanesine gittik. Orada Adıyaman’dan gelen ve bizim gibi rapor almaya çalışan Âdem adlı birisiye tanıştık. Âdem’in gözünün birinde gözbebeğindeki beyazlık açıktan belli oluyordu. Doktor muayene ederken bir şeyler söyledi, Âdem konuşmaya başladı.
-Olsun! Ben okuyacağım!” diyordu.
Yalnız başına gelmiş ve bağırarak bir “hak” istiyordu. Bunu doktorun engellememesini de istiyordu. Sonunda “sağlam” raporu aldı. Muayene sırasında komşu köylerden de arkadaşlar edindik, Akçadağ İlköğretmen okuluna gitmek üzere çarşıya döndük, otelden eşyalarımızı aldık, bir taksiyle yola çıktık. Yarım saat kadar sonra Kırlangıç köyünün yakınından kuzeye dönerek bir buçuk iki kilometre daha gittik ve yeşillikler içindeki okula vardık. İlk girişte iki yanda karaağaçlar, yol boyunca da dut, kayısı, çam, akasya, elma, armut ağaçları ile çalılı-dikenli ağaçlar göze çarpıyordu. Bu yol Akçadağ İstasyonuna kadar uzanıyordu.
Akçadağ Köy Enstitüsü Sultansuyu’nun Akçadağ’dan yanında kurulmuş ilkin. Hamidiye Kışlasında gelişmiş, sonra güneye geçip Karapınar köyünün koltuğuna yerleşilmiş. Demiryolu ile karayolu arsında tarla ve bahçeleri ile kurulduğu bu yerin sahipleri Karapınarlılarmış. Binaların biraz ilerisinde yolun solunda kantin, kantinin önünde de bir alan vardı. Bu alanın iki yanında basket potaları, güneyde uzun bir bina, batısında kocaman akasya ağaçları vardı. Bu alanda toplandık, sıra olduk. Öğretmenlerden biri adlarımızı okudu. Soyadımı “Özerol” yerine “Özeralp” olarak okuyan öğretmene düzeltme yaptırdım. Okuma bitince, yarın sözlü sınavın yapılacağı ve erkenden okulda hazır olmamız söylendi. Nereye aksak okula aitti. Otel, lokanta ve benzeri topluma açık herhangi bir yer yoktu. Minibüsle Malatya’ya döndük, geceyi yine otelde geçirdik, sabah erkenden de taksi tutarak okula gittik. İyice anımsayamıyorum ama taksi beş ya da yedi buçuk liraya idi.
Yakın zamanda yapıldığı söylenen okul binasının ikinci katında sözlü sınavın başlamak üzere olduğunu söylediler. Katın koridorunda sıraya dizildik. Çağrılan içeri giriyordu. Adımın söylendiğini duydum, ilerlerken de ilkokul ikinci sınıfta öğretmenim olan İpşir Güner’i gördüm. Bana bakarak;
- Çabuk gir! Dedi.
Dersliğe girdim, benden başka birkaç öğrencinin daha olduğunu gördüm. Aslında ilk gözüme çarpan masaların karşı yanındaki kadınlı erkekli öğretmenler olmuştu. Kapının tam karşısında, pencerenin yanındaki masada oturan öğretmen (Kemal Bey) beni yanına çağırdı. Yanında kalın çerçeveli gözlükleri olan bir bayan öğretmen (Fatma Er) vardı. Kemal Bey bana ondalık sayılarla ilgili bir işlem sordu, tahtaya geçerek yanıtladım. Fatma Hanım,
- Oldu, doğru, dedi.
Kemal Bey;
- Olmadı, yanlış, dedi.
Kısa bir süre tartıştılar. Ben doğru yaptığımdan emindim, ama onlar nedense tartışıyorlardı. Kısa ve basit bir iki soru daha sordular. Orta yerde şişman bir erkek ile kısa boylu bir bayan vardı, onlar beni yanlarına çağırdılar. Ortaokul ikinci sınıf Türkçe kitabı olduğunu sonradan öğrendiğim kitabı elime tutuşturarak okumamı istediler. Yazını üzerinde bir portre vardı. Portre Hasan Ali Yücel’indi. Birkaç satır okumuştum ki Ahmet Bey (Baran) kitabı elimden alarak masanın üstüne koydu;
- Tamam, söyle bakalım, senin kalbin buranda mı? Diyerek midesini gösterdi. Soğukkanlılıkla yanıtladım;
- Hayır, benim kalbim buramda, diyerek elimi sağ göğsümün üzerine götürdüm.
Umursamaz bir tavırla başka bir öğretmenle konuştu bir süre. Sonra birden dönerek sorusunu yineledi. Sanırım, “yanlışlığımı”, “duymazlıktan” gelmişti. Aynı yanıtı alınca elini eline çalarak gülmeye başladı. İçimden umursamaz tavrına kızmıştım.
- İnanmazsanız bakın! Dedim sertçe. O ise hala elini eline çalıp gülüyor, “Allah Allah nasıl olur yahu?” diye söyleniyor, bir yandan da konuştuğu arkadaşına bakıyordu. Açıklama yapma gereği duydum;
- Kalp aslında soldadır. Ancak benimki sağda. İnanmazsanız bakın! Diyerek elini tutup kaldırdım. O ise hala gülüyordu. İçten içe kızarak elini bıraktım. Bizi ilgiyle izleyen kısacık bayan (Nadide Pamir) elini uzatarak;
- Eğil bir bakayım, dedi.
Masaya doğru eğildim, elini koyarak dinledi, gözlerini açarak, “Gerçekten de sağdaymış!” dedi. Ahmet Bey gülmesini kesti, yanındaki öğretmenlerle bir şeyler konuştu, uzun bir kâğıdı önlerine alarak imzaladılar, ben de imzaladım. Birisi, “Tamam, çık” dedi, kapıya doğru ilerledim. Ahmet Beyin eli kapının tokmağında, “Nereye?” diye sertçe sordu. Biraz önce elini eline çalıp gülen sanki o değildi.
- Çık dediler, ben de çıkıyorum, dedim.
- Ya kapıyı açmazsam? Derken sert görünmeye çabalıyordu, ama beceremiyordu. Hafiften kızar gibi;
- O zaman yeniden sorular sorarsınız, dedim.
Elini kapının tokmağından çekerken gülümsedi;
- Peki peki, diyerek kapıyı açtı ve koridora çıktım.
Sözlü sınav bitmişti. Kendimce soruları da bilmiştim. Babam, İpşir Güner de odaydılar. Öğretmenim hemen yanıma yaklaştı, neler olduğunu sordu. Ben de olan biteni kısaca anlattım. Hepsi birden, “mutlaka kazanırsın” dediler. Hamza da başka bir derslikteydi. Babası yanıma geldi;
- Tek sen kazan da, oğlum kazanmasa da olur, dedi.
Beni çok severdi…
Hamza sınavdan çıktı, hem birlikte Malatya’ya, oradan da Hekimhan üzerinden köye döndük.
Yatılılık hakkını kazananlardan bazı eşyalar isteniyordu. Onları Malatya’dan aldık. Galip Çavuş, Hamza, babam ve ben birlikteydik hep. Malatya Yetiştirme Yurdu Müdürü, Başkavak köyünden öğretmen Hüseyin Takmaz bize birisini tanıştırdı, “Arkadaş olun” dedi. Latif Arı ile 1966 yılında tanıştık ve hala görüşüp konuşuyoruz.
Malatya’da kaldığımız süre içinde hükümet binasının arkasındaki sinemaya gittik babamla. Filmin adı, “Korkusuz Adam”, başrol oyuncusu Fikret Hakan’dı. Ayağının altından bir bıçak-kama çıkıyordu ve bununla düşmanlarına saldırıyordu. İlk kez bu filmde ”kan” da görmüş ve oldukça serin olan yazlık sinemada ürpererek babama bakmıştım. Çıktıktan sonra babam bunun bir oyun, bir rol olduğunu söylemişti.
Yeniden okula gittik, babalarımız bizi orada bırakıp döndüler. Artık bir dolu bavul ve kendi başınalığımızlaydık…
1984-Malatya