- 905 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hey Gidi YALAN Dünya
HEY GİDİ YALAN DÜNYA
Nereden nereye? Bir ömürdür söz konusu olan. Bir ömürdür yargılanan. Bu iki kelimelik soru bir ömrü sorgulayan ve sonuçlandırandır. Nereden nereye. Yani Elli yılı, yani Altmış yılı belki de Seksen yılı sorgulayan iki kelime. Nereden nereye!
Dilsiz mi Olsaydım acaba? Yoksa sağır mı? Aslında her ikisiyim de zaten. Yalnızlığım en güzel anım. Orada sağırım. Kendi iç sesimden başka yabancı bir sesi duymam olanaksız gibi. Yalnız dünyamdan sıyrıldığım anda duyabilirim belki başka sesleri ama, onlar da insan sesinin dışında seslerdir. Yalnızken dilsizim de aynı zamanda. Konuştuğum o kadar çok şey var ki hiç biri dilime düşmez ama. İçimdedir, beynimde saklıdır. Ne dediğimi sadece ben bilirim, ben duyarım. Seviyorum ben bu havayı. Bazen kalabalık odalardan kaçıp sığındığım soğuk serin balkonlarda, bazen binlerce kişinin aynı anda koşuşturduğu kalabalık alanlarda yakalarım bu havayı. En çok da kendime ait odamda yakalarım. Şimdi yine o anı yakaladım ve kendi kendime bu soruyu sordum. Nereden nereye!
İnsan kalabalığından kaçıp sığınmışımdır balkona, metrolara, odama. Haksızlık mı ediyorum çevremdekilere? Bu soruyu kendime sorup yanıtını da aldığım için rahatım o konuda. Kimseye haksızlık etmiyorum. Tam tersi. Asıl o kalabalıklar, çevremdekiler bana haksızlık yapıyor. Hepsi, hepsi konuşan bir dile sahip ama içlerinden, beyinlerinden akıp geleni değil, onları değiştirerek, işlerine geldiği gibi evirip çevirerek konuşuyor. Bunun adına yalancılık deniliyorsa, evet ben de dahil olmak üzere bütün insanlar birer yalancı. Hangi birimiz söylemek istediğimizi doğrudan söyleyebiliyoruz karşımızdakine? Karşımızdaki de aynı durumda olduğu için hiç zorlanmadan karşılıklı yalanlar söyleyerek birbirimizi aldatıyoruz. Alan razı veren razı. Tanrı kusursuz insanı yaratırken bence dil konusunda bir yanlışlık yapmış olmalı. İnsanları diliyle değil kalbiyle konuşturmalıydı. Belki Tanrı bunu böyle istemiştir ama biz insanlar uygulamakta direniyoruz. Çocukları ayırıyorum. Onlara haksızlık etmemeliyim. Bir tek çocuklar kalbiyle konuşuyor. Onlar da bizler gibi büyüyünce yalancılığa başlıyorlar. Kalpten uzaklaşıp dilden konuşuyorlar. Dil ile konuşan herkes yalancı. Belki de bu durumda dili olmayan ama düşünebilen, bazen düşündüğünü uygulayabilme becerisine sahip olan kimi hayvanlar biz insanlardan daha da dürüst yaratıklardır. Bence, anneler bile çocukları bebek olduğu sürece onlara karşı kalpleriyle konuştukları halde, çocukları büyüdüğünde artık kalbi bırakıp dile dönüyor ve yalan söylemeye başlıyorlar. Kundakta veya emeklemekte olan bebeğine seni seviyorum diyen anne kesinlikle bunu kalpten söylüyordur. Ama büyümüş, okula giden, evlenmiş çocuğuna bunu kalpten söylediğine beni kimse inandıramaz. Orada artık bir çıkar söz konusudur ve anne yalancıdır artık. Çocuğunun derslerine çalışması ve sınıfta kalıp bir yıl daha aynı masrafa girmemesi için yalan söyler, dışarıda kötü olaylara karışmaması için yalan söyler, evliyse eşiyle iyi geçinmesi için ve günün birinde kapısını çaldığında kendisinin güler yüzle karşılanması için yalan söyler.
Bütün yaşamımız, toplumsal birlikteliğimizin diyaloglar içinde geçtiğini sanırız. Oysa hiç birimiz hiç kimseyle diyalog içerisinde değiliz. Öyle görünüyor olabilir ama, herkes, hepimiz dilden konuştuğumuz içindir bu. Bunun için başkalarını gözlemlemenize gerek yok, kendinizi, kalbinizi, beyninizi dinleyin yeter. Bakın bakalım karşınızdakilerle konuşurken kalbinizle mi, dilinizle mi konuşuyorsunuz. Aslında söylediğiniz, dilediğiniz, istediğiniz her şeyin iki cümlesi var. Birini içinizde saklıyorsunuz. Yalan olanını dışa vuruyor duyuruyorsunuz. Sanki biraz balonları boş bırakılmış karikatür diyaloglarına benziyor toplumsal yaşamımız.
Son zamanlarda bunu keşfettim. Hiç kimsenin ilk elden söylediği cümle doğru değil. Doğru olanı, dürüst olanı, söylemek istediği şey değil. Bu yüzden herkes aslında birbiriyle diyalogsuzluklarla anlaşıyor. Evet, anlaşıyorlar. Çünkü dediğim gibi alan razı veren razı. Karşılıklı birbirlerine yalan söyleyip duruyorlar. Birbirlerinin içini okumaya çalışıyorlar. “Amcacığım, seni çok özlemiştim” cümlesi aslında; “amca mısın nesin, pek amcalığını da görmedik ya insan bir arar sorar ya. Yabancı biri gibisin, içimden sana sarılmak gelmiyor ki” dir. Bunun karşılığında amcanın da söylediği, “canım benim, ben de sizleri çok özledim. İnanın sizi kendi çocuklarımdan ayrı tutmuyorum” cümlesi aslında; “Yalana bak yalana, özlemişmiş beni. Ulan yıllardır sömürüp duruyorsunuz beni be. Yaptığım bunca iyıliğe bir teşekkür bile etmediniz” dir.
İşte bu yalanlarla dolu cümlelerdir yaşamımızı saran. Dünyanın kendisinin yalan olduğunu söyleyip durmuyor muyuz? Hey gidi yalan dünya! Ve biz bu yalan dünyaya ayak uydurup yaşamaya çalışıyoruz. İşte baştan sona kocaman bir yalan.
Yalanla başlıyor hayatımız aslında. Doğarken ağlayışımız da yalan. Çünkü ağlıyor gibi yapıyoruz ama aslında bu ciğerlerimize dolan ilk havanın şokudur yaşadığımız.Ve o havayı dışarı atmak solumak için bağırırız, ağlar gibi sesler çıkarırız.
Okulun ilk gününde öğretmenimiz anne babamıza yalan söyler. Nerden de anlamıştır hemen daha ilk günden, henüz tanımamışken çok zeki bir çocuk olduğumuzu? Neden anne ve babamız yanımızda değilken saçımızı okşamaz da onlar görününce hemen saçımızı okşayıp bizimle ilgileniyormuş gibi, seviyormuş gibi yapar? Ona da öğretmen olması için hep yalan şeyler mi öğrettiler? Bilime inandığı yalan mıydı? Çocuk psikolojisi, pedagoji falan gerçekten ona yabancı sözcükler olarak mı kalmıştı? Kendi dilinden öğrenemez miydi bunları? İşte yine dilden söz ettik. İşin içine dil girince yalancılık başlıyordu. Evet dil yalan söylüyordu. Öğretmenin dili de...
Ortaokul ve lisedeyken iki odalı, banyosu olmayan, tuvaletei dışarıda olan ve başkalarıyla ortak kullanılan bir gecekonduda yaşadığımı arkadaşlarım bilmesinler diye her okuldan çıkışta önce lüks semtin yolunu tutardım bir süre yürüdükten sonra geri dönüp dolaylı yollardan gecekonduma gelirdim. Arkadaşlarımı yanıltırdım. Yalancı olurdum. Bu yalancılık sonuna kadar devam etti. Bu yüzden, kimseler bizim eve gelmesin diye ben de hiç bir arkadaşımın ısrarlı davetine bile gitmedim.
Bir keresinde haydi bir deneyeyim diye aldığım piyango biletinden epeyce yüklü bir para elime geçince tüm sınıf arkadaşlarımı bir pastahaneye davet etmiş sonra da isteyenleri sinemaya götürmüştüm. Lüks semtin zengin çocuğu yalanını oynamıştım onlara.
Sonra ilk çocukluk ya da gençlik aşkım. Tamamen yalan üzerine kuruluydu. O kızın da benim de başka da sevgililerimiz vardı. Ama her birimiz bir birimize ondan başka kimsenin olmadığı yalanını söylüyorduk.
Nişanlanmam da yalandı. Tamamen yalan. Yıllardır birlikte arkadaşlık yaptığım kız İngiltere’de iş adamlığı yapan birini bana tercih etti ve onunla nişanlandı.Yaşadıklarımız yalanmış demek ki. Ben de sırf ona inat olsun diye, henüz o buradayken onun gözünün önünde olup bitsin diye çok çabuk babamın bir akrabasının zavallı kızını seviyormuşum gibi nişanlandım ve evlendim. Tanımadığım biriyle evlendim onu sevmeme zaman yoktu ki... Şimdi ayrı odalarda kalıyoruz. İkimiz de yalancı dünyamızla baş başayız. Biraz sonra aynı odada karşılaşırsak, asıl cümlemi içimde saklayıp ona kendisini sevdiğimi söyleyip yalan söyleyeceğim. Peki o nasıl bir yalan söyleyecek? Bilemem. Onun yalanlarına karışmam ben. Herkes kendi yalanından sorumlu. Ben kendi yalanlarımdan söz ediyorum. Herkes de kendi yalanlarını düşünsün. Düşünsün diyorum sadece, açıklasın demiyorum ki! Kimbilir her birimizde ne yalanlar vardır ne yalanlar...
Hey gidi yalan dünya...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.