KUTLU BELDEDEN GELEN TELEFON
O gün nöbetçiydim okulda. Günün olanca yorgunluğu üzerime çökmüştü. Kapıdan dışarı çıktığımda beni kış mevsiminin soğuk yüzü ve yağmur karşılamıştı. Beynim zonkluyordu baş ağrısından. Yorgunluktan dökülüyordum adeta. Telefon gelinceye kadar her zamanki gibi sıradan bir gündü benim için o gün. Meslektaşım Mahmut Bey’den arabasıyla beni eve bırakmasını rica etmiştim. O da sağ olsun beni kırmadı.
Tam arabaya binmek üzereyken cep telefonum çaldı. Telefonu ceketimin cebinden çıkardım, arayanın kim olduğuna bakıyordum. Telefonumda kayıtlı olmayan bir numaraydı ekranda gözüken. Yurtdışından arandığım belliydi. Kim olabilir diye düşünüyordum kendi kendime. Telefon da bu arada ısrarla çalmaya devam ediyordu. Galiba açmalıyım diye düşündüm ve öyle yaptım. Telefonu açtığımda karşımdaki sesi hemen tanımıştım. Ses, sevgili dostum Kadir Çelik Bey’e aitti.
Kadir Bey, çalıştığı kurumdan aylıksız izin alarak eşi ile beraber hacca gitmişti. Nasibinde kutsal toprakları görmek, hacı olmak varmış demek ki. Kurada ikisine birden hac yolculuğu çıktı. İlk sevincini de benimle paylaşmıştı o zaman sevgili dostum. Telefonda kurayı geçtik derken sevinci sesinin tonundan belli oluyordu. Kendim gidiyormuş gibi memnun ve mesrur olmuştum. Ne büyük bahtiyarlık! Beytullah’ı ve Rasülüllah’ı ziyaret edebilmek... Bu yalan dünyada her mü’minin hayali o kutsal topraklara ayak basıp yüz sürmek. İnşallah bize de nasip olur. Zaten çağrılan gidiyor, nasibi olan gidiyor oralara. Benim babamın beş kuruş parası yoktu hacı oldu geldi.
Bizde adettir bilirsiniz; uzun yolculuğa, hacca, askere giderken akraba, dost, ahbap ile vedalaşılır, helallik alınır. Kadir Bey de helalleşmek üzere bana gelmişti. Son ziyarette ona:” Kâbe’ye ve Peygamberimize kavuştuğunda bizden de selam götür; bizi de hatırla, bizim için de dua et oralarda.” diye ricada bulunmuş, helalleşerek ayrılmıştık.
Neyse sizi daha fazla merakta bırakmadan biz asıl mevzuya dönelim. Kadir kardeşim unutmamış, bizi hatırlamış o kutlu mekânlarda. Sizlere aramızdaki telefon görüşmesini nakledeyim isterseniz.
-Selamun aleyküm kardeş.
-Aleykümselam...
-Ben Kadir Hoca.
-Tanıdım kardeş tamam...
-Şu an Mescid-i Nebevi’de Peygamberimizin huzurundayım. Peygamberimize selamını iletiyorum. “Esselamu aleyke ya Rasülallah”
-Kardeşim Allah razı olsun, Allah ne muradın varsa versin.
Telefonda sessizlik... Müminlerin, Sevgili Peygamberimizi selamlamalarını, dua edişlerini, salâvatlarını duyuyordum. Kadir hoca susmuş, ben telefonda Mescid-i Nebevi’yi dinliyordum. Bende oradaydım sanki. O kadar mutlu olmuştum ki, size bu sevinci ve mutluluğu tarif edemem. Yanımdaki Mahmut Bey de aynı heyecanı yaşıyordu benimle birlikte.
Kadir Bey kardeşim telefonu kapattı. Hemen bir salâvat getirdim efendimize. Çünkü biliyordum ki, inanarak ve samimiyetle getirdiğimiz salâvat-ı şerifeyi görevli bir melek Peygamberimize: “Ümmetinden şu kişi sana salâvat gönderdi ya Rasülallah! “ der ve peygamberimize arz edermiş.
Düşünün Efendimiz (s.a.v) ile aranızda bir iletişim başlıyor. Peygamberimizin sizden haberi oluyor. Bu ne bahtiyarlık ve güzellik değil mi dostlar? İnşallah o aşk ve samimiyeti yaşayanlardan oluruz.
Peygamber Efendimize(s.a.v) salâvat getirmenin faziletiyle ilgili sahih hadis kitaplarımızda birçok hadis-i şerifler var. İşte bunlardan bazıları:
İbnu Mes’ud’dan: Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: "Yeryüzünde Allah’ın seyyah melekleri vardır. Onlar ümmetimin selamını (anında) bana tebliğ ederler."
Enes (r.a.) den: Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: "Kim bana (bir kere) salat okursa Allah da ona on salat okur ve on günahını affeder, (mertebesini) on derece yükseltir." (Yine Nesai’de Ebu Talha (r.a)’dan gelen bir rivayet şöyle: "Bir gün Resulullah (s.a.v), yüzünde bir sevinç olduğu halde geldi. Kendisine: "Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!" dedik. "Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: "Ey Muhammed! Rabbin diyor ki: "Sana salâvat okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selam okuyan herkese de benim on selam okumam sana (ikram olarak) yetmez mi?")
Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurdular ki: "Bir gün bana Cenab-ı Hakk’ın dört büyük meleği geldi. Bunlar Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail aleyhisselam idiler. Cebrail Aleyhisselam bana dedi ki: "Ya Resülallah ! Senin ümmetinden bir kimse size günde on defa selavat ederse yarın kıyamet gününde ben onun elinden tutar, sıratı kuşlar gibi geçiririm."
Mikail aleyhisselam’da dedi ki: "Ben o kula senin kevser havuzundan kana kana içiririm."
İsrafil aleyhisselam dedi ki: "Ya Resullullah o kulun affı için başımı secdeye koyarım Allahu Teala onu affetmedikce başımı secdeden kaldırmam."
Azrail aleyhisselam da: "Ya Nebiyallah sana günde on dafa salâvat edenin ruhunu Peygamberler gibi kabzederim." dediler.
Bunun üzerine Nebiler Nebisi Efendimiz (s.a.v) :"Bu ne büyük Lütuf Ya Rabbi, Bu ne büyük ihsan Allah’ım" buyurdu.
İbnu Mes’ud’dan: Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: "Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salavat okuyandır." (Yine Tirmizi’de Hz. Ali (r.a)’den kaydedilen bir rivayette şöyle denir: "Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: "Gerçek cimri, yanında zikrim geçtiği halde bana salâvat okumayandır."
Günün yorgunluğunu, soğuğu, yağmuru unutmuştum. Hala şaşkınlığımı üzerimden atamamıştım. Sudan çıkmış balığa dönmüştüm.
(01.12.2009-RECEP ŞEN www.recepsen.com)