Zevkler ve renkler tartışılmaz mı?
Kim demiş, niye demiş bilmem de… “Zevkler ve renkler tartışılmaz” sözünü bir türlü kabullenemedim gitti.
Niye tartışılmasın ki? Mesela bir tanıdığım var. En büyük zevki, küçük çocuklara küfür öğretmek. Bir dakika bir çocukla beraber olsun, dünyada ne kadar küfür varsa, çocuğun literatürüne girer.
Yine, geçmişte birisini tanımıştım. Ona göre dünyanın en büyük zevki, insanların ensesine tokat atmak. Tanısın, tanımasın, hoşuna giden bir ense görürse; arkadan gelip “şaap” diye vurmaktan kendini alamıyor. Hele bir de, yeni tıraş olmuş, biraz da kalın bir enseyse, sonucu ne olursa olsun, o enseye tokadı mutlaka yapıştıracak. Bu yüzden yemediği dayak, başının girmediği bela kalmamıştı. Ama vazgeçemiyordu bir türlü; zevk işte...
Yani böyle zevkleri tartışmayıp da, hâlâ dünyanın döndüğünü, yer çekim kanununu mu tartışalım.
Neyse zevklerin tartışması ayrı bir konu da…
Benim aklımın yatmadığı, renklerin niye tartışılmadığı…
Üniversitedeyken bir kız arkadaşım vardı (Yok bildiğiniz gibi değil; sınıf arkadaşım).
Kantinde, kafeteryada, belediye otobüsünde, hatta pikniğe gittiğimizde bile, elinde hep bir kitap taşırdı. İlk zamanlar “Ne kadar kültürlü bir kız” diyordum. Sonra bir dikkat ettim ki, göğsüne doğru yaslayıp elinde taşıdığı kitap, o gün giydiği blûzüyle hep aynı renk. Ne zaman yeni bir blûz alsa, mutlaka kapak rengi aynı olan bir de kitap alıyormuş (Güzel de yakışıyordu laf aramızda).
Renkler, bazılarına göre tartışılmaz tabi. Mesela emekli öğretmen bir arkadaşım, tam bir renk cahilidir. Bir siyahı bilir, bir de beyazı (Beşiktaş’ı da onun için tutar zaten). Eh işte bazen de turuncudan bordoya kadar olan tüm tonlara “kırmızı” der o kadar. Gene iyi; eskiden “al” derdi de, “Benim adım kırmızı” kitabını okuduktan sonra epey bir uğraşıp “kırmızı” demeye alıştı bari. Aslında iyi de şofördür. Trafik lambalarını nasıl ayırt ettiğini sordum. “Ben maviyi, sarıyı bilmem. En üstteki yanınca duruyorum, alttaki yanınca yürüyorum” diyor.
Çoğu zaman böyle idare ediyor da… Bazen de, karışıklık olmuyor değil tabi. Beraber bir etkinliğe gittik. Protokolden birisinin özgeçmişini sormamız lâzım. Ama o kişiyle benim pek aram iyi değil. Hoca’ya uzaktan gösterdim. Sonunda da “çingene pembesi gömleği olan” dedim. Hoca gitti, ben de etkinlikle ilgili fotoğraf çekmeye daldım. Bir süre sonra geldi, röportajı teybe almış. Büroya döndük, teybi açtık ki, sesi kaydedilen adam “konar-göçer yaşamı anlatıyor. Hoca, o kadar kişinin arasından pembe gömlekli bir çingene yakalamış, hayat hikâyesini anlattırmış.
Bir mesai arkadaşım var. O da öyle. Gerçi renk sağırı filan değil ya. Ona göre renkler ya mavidir, ya kırmızı. Bazen yeşil sözcüğünü kullandığına rastlayan olmuştur. Ona göre eflatun; bir bilge kişidir. Sıklamen, bir çiçektir; şarap kızılı, kızıl viyole, kızıl büyü deyince, lafı mutlaka siyasete getirir. Kesekağıdı rengi desen, gidip bir avuç leblebi alır gelir. Onun yanında hardal sarısından, soğan kabuğu renginden bahsetsen, hemen “Bu sene sebze fiyatları da bayağı pahalı” demeye başlar. Bir gün “Benim en sevdiğim renk, leylak” demeye kalkıştım, dakikalarca göçmen kuşların tarihçesini anlattı. Kurşuniden sözedince, 80 öncesi anıları klına gelir. Tırşiyle, çömlekteki turşuyu; cam göbeğiyle, Türkan Şoray göbeği şekerini; göl grisiyle, buz mavisiyle buzlu rakıyı; yavru ağzıyla, bebek ağzını hep karıştırır. Taba, turkuaz, göl grisi onun için pek bir şey ifade etmez de, eh işte biraz çimen yeşili rengini tanır. Ona da “çayır yeşili” der.
Konu renkten açılınca televizyonda program yapan birisinden bahsetmesek ayıp olur. Allah için, onun giyimdeki renk seçimine hayranım. Televizyona çıkıp da fuşya bir gömlek, yosun yeşili bir fular taktığında, valla izlemeye doyamıyorum. Pantolon rengi bazen mürdüm, bazen de parlament mavisi oluyor ki, gözleriniz tam bir renk ziyafeti yaşıyor. Böyle bir renk armonisini gerçekten de ondan başkasında görmek mümkün değil.
“Renkler tartışılmaz” sözünü niye bir türlü anlayamadığımı, biraz olsun anlatabildim sanırım.
Tüm yaşamınız gökkuşağı gibi olsun.
MEHMET ATILGAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.