Aşksadım *İkizlere Takke Devri Kapandı !*
-Karanlık nefesler üstümüze yıldırımlar düşürüyor. Ellerimi ay ışığında yıkıyorum. Ayaklarım paramparça. Yağmur hiç bu kadar ağır hiç bu kadar karanlık olmamıştı... Karanlık yağmur, aşkın hassas terazisine düşmeye bu yasak kentlerde başladı. Gökyüzünün tabakalarında birikmiş, satılmış kalpler... Satılmış bakışlar.-
Aşk yaşamımızın en önemli temasıdır. Elegelmez ve karmaşık bir haslet olan aşk, tarih sahnesi içerisinde bir çok aşk hikayeleri ile günümüze kadar gelmiştir. Arzu ile Kamber’den,Elif’le Yaralı Mahmut’a, Kerem ile Aslı’dan, Leyla ile Mecnun’a, Ferhat ile Şirin’den, Yusuf ile Züleyha’ya... Aşksız yaşam ölmeye mahkumdur. Nazım Hikmet’in söylemi ’’ Aşk olmadan yaşamak, yaşamak değildir,’’ Ne güzel de vurgulanmış İnsanın aşka olan muhtaçlığını... Hakikat vurgulanırsa, Gerçek ve Doğru tarihsel serüven içinde aşkla tanışırsa; Aşık dilsizleşir ve sadece yaşamaya başlar aşkı. Dipsiz bir boşlukta şaşkındır. Duygularının tarifini izahını yapamaz. Dil yetersizleşir. Sevgiliye duyulan aşkını anlatmak yetersizdir. Aşık iradesizleşir. Aşkın kalıcı ve iz bırakıcılığına neden olan büyük yangın, ateş topu, yüreğin en derin hücrelerinden alevlenmeye başlar. Alev topu büyüdükçe, aşıkın aşkı da büyür. Aşık, aşk ateşiyle yanıp tutuşur...
Aşk yaşanmışlıkla değil, sevenlerin yarınlara taşan, dilden dile dolaşan sevgileri ile anlam kazanır. Bir aşkın kanıtı yaşanmış olması olamaz. Anlatılıp dile gelmesidir. Aşk kahramanlıktır. Aşık insan sevdiğine kavuşamayacağından eminse bile, tüm ömrünü sevdiğinin hasretiyle geçirip, -nefsine hakim olup- ölürse şehit olur, demiştir Peygamber efendimiz... Bu kadar güçlü bir duyguyu kimse saklayamaz... Aşk gizli kalmaz. Peygamber efendimiz yine ’’ Aşık insan sevdiğine bunu açıklamadan ölürse şehit olur,’’ diyor. Yaratanın aşka verdiği değer, evrenin yaratılış sebebidir...
Aşkı yaşayıp bitirenler ve aşk yaşadıklarını etraflarına anlatanlar aşkın hazzına kavuşamamış insanlardır. Onların aşkını ancak çarpık hayatlar dile getirir. Başka başka gözler onları kurgular. Onları, aşk formatında yaşantılarını kurgulayanlar çoktur. Nefise yenilen insanlardır. Absürt hayatlarda kendilerine bilet ayıranlardır. ’’Aşk bize yakıştı... Yaşadık ve bitti’’
Bir tufan kopuyor şiirde.
Çekinmiyorum kimseden...
Teslim olmuş zihinler modern dünyanın tüm katmanlarına...
Artık imkansız aşk kalmadı; kiloyla satılıyor.
Seç, beğen, al... Elle, yokla, sağlam mı, çürük mü?!
İkizlere takke devri kapandı, üçü bir aradaya soslar var artık!...
Aşkın yürürlüğe girmesi için yaşanması mı gerekiyor. Aldatan kadınlar piyasasında prim yapmak mı gerekiyor! Korkutuyor, riyakar kartvizitli karbon kağıdı aşklar... Kısırlaştırılmış sevmelerle donatılmış düşünceler. Şeytansı ve azgın düşük bel kotlar. Ben kaldım öyle!...
Aşk; Kalp ile vicdan arasında bir köprü kurmaktır. İnsan dışındaki varlıkları o köprüden geçirmektir. Aşıkların başından geçen olaylarda olağanüstülükler olmalıdır. Resme bakarak, ilk görüşte aşık olma; destanlarda masallarda rastlarız sadece. Aşk, göz gördüğünde ferman yazar kalbe. Aşkın gücü ve aşıkın gücü yıldızların arasından resmedilir. Evreni konuşur kılar. Hatta yaşanmamış olsa bile aşk, Aşıkın, sevgisini derelere, tepelere, ırmaklara, nehirlere, dağlara, taşlara haykırmasıyla asırlar süren bir hikayeyi başlatır. Aşık, aşkın hem haz, hem acı veren yönünü doya doya yaşar. Ama aşkı sonuna kadar içinde yaşatır. Aşık insan, sevdiğine ulaşamama gerçeğini farkedince kalbi kamçılanır. Aşık kamçılarla çırpınır, yaralanır...
Sevgiliye giderken, anahtar deliğinden dünyanın derisini yüzer.
Yaşamın eskizini çizerken, oraya giderken, sevgiliye giderken, gölgesiz köşelerde aşk cümlelerinin bulvarlarına çarpa çarpa yürür...
Ben en çok bunu seviyorum, çarpa çarpa dört yanımdan kalbime nişan alınan bakışları...
Sancıların doruğu... gözler, sevginin ham maddesi...
Ben en çok bunu seviyorum, steplerde üşüyen gönlüm...
İşte bu hâl, ağır ağır sinen aşkın kokusu dudaklarımın kelamına...
Aşk... Bu kelimeyi kim bilir kaçıncı duyuşunuz. Kaçıncı telafuz edişiniz. Diller utandı da, biz utanmadık onu ağıza alırken!... Zeytin ağacıydı. Kanayan rüyalarıma ’’Aşıklar suçlanamaz’’ seslenişleriyle misafir olurdu. Aşıklar suçlansaydı, anlatılmaya, yazılmaya değmezdi. Yalnızlığımı nakışlardı hayatın havzası. Hüzünlerim ölümün sırrına vakıf. Güzelliği, puslu vaktine düştü yalnızlığımın. Gözyaşlarım ilmek ilmek intihar etti.
Karanlık nefesler üstümüze yıldırımlar düşürüyor. Ellerimi ay ışığında yıkıyorum. Ayaklarım paramparça. Yağmur hiç bu kadar ağır hiç bu kadar karanlık olmamıştı... Karanlık yağmur, aşkın hassas terazisine düşmeye bu yasak kentlerde başladı. Gökyüzünün tabakalarında birikmiş, satılmış kalpler... Satılmış bakışlar. Yaşam arkadaşlığı yapacağın insanı, malına, mülküne bakarak seçiyorsan; Allah’ın sana verdiği vicdanı paslandırmış, köreltmiş olursun... Bu da büyük bir günahtır. İnsanın evleneceği kişiyi yüce yaratanın biliyor olması, bizi günahsız kılamaz... Evleneceğin insana gelene kadar yaptıkların eylemler, günah ve sevap olarak defterlere yazılır. Evliliğe, mal mülk gözlükleriyle bakan insanla, yüreğe bakan insan arasında vicdan sorgusu yapılacaktır. Öyle kaldı ki, İnsanoğlu bu kadar zor bir sınav çağına geldiyse, şeytandan daha çok günah işlemiş anlamına geliyor. Kader diyerek kendisini aklama çabasına girenler bilmeliler ki, kaderin ikazı vardır...
Çağın bir huyu oluştu; nasipler bile itilir oldu!
Ben kaldım öyle...
Evet, mutsuzum öyle...
Aşka susadım. Susuyorum. Susacak var mı?
Koray Demirkılıç ’’_Ben İnsan Değilim_’’