- 650 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
SEN BANA VER
SEN BANA VER
Onu görmekten inanılamaz bir haz alıyordu. Yaşadığı platonik aşkın verdiği acı bile hoştu onun için. İnsanlar komşu kızına âşık olabilirdiler de güzel ve dilber komşu kadınına âşık olamazmıydı? Gençler zaten gayet ham oluyordu. Nasıl her şeyin olgunu iyiydiyse, kadının da erkeğin de olgunu; bilgili, anlayışlı, güvenli, sevecen, düşünceli ve lezzet verici oluyordu. Nayime de olgundu.
Okuldan gelen Talat, çabucak yemek yedi ve arka bahçeye voleybol oynamaya koştu.
Bahçede, emeklisi, üniversitelisi, liselisi, ev hanımı, kapıcı kızı Leyla ve babası vardı. Voleybol sever bir gurup oluşmuştu ve çoğunluğu sağladıkça maç yapardılar. Masrafsız stres atma yoluydu bu. Üstelik spor yapmış oluyordular.
Bir numarada oturan oturan Nayime de onlara katılıyordu. Balıketinde ve kısa boylu Nayime kilo atmak için geliyordu. Beceremese de idare ediliyordu. Güleç yüzünün, şakacılığının ve cömertçe sergilediği vücut hatlarının da hatırı vardı elbette. En azından Talat’ın rüyalarının süsü, hayallerinin tatlı mezesiydi.
“ Aşkın bütün lezzetini, ancak ummaya cesaret edemediği bir aşkı tadanlar yaşar” diye bir kanaat vardı bazı insanlarda. Beklide çok doğruydu.
Talat için de böyle bir ihtimal var mıydı? Nayime evli ve bir çocuk annesi olmamış olsa elbette bu ihtimal vardı. Konuşarak, savaşarak kaybetmek daha teskin edici olurdu. Ama evli bir komşu karısı ile ne konuşulurdu? Üstelik Nayime saraylara layık bir insandı. İnsan aşkını kendi sefaletine davet edebilir miydi? Geleceği meçhul ve cebinde metelik olmayan bir öğrenciydi. Aslında Nayime’ye bitip, pervanesi olan yalnızca Talat değildi ki. Guruptaki her erkek az çok yakınlaşıp, değişik fikirlerle umut besliyordu, yürek kabartıyordu.
Setler iki-bir’di ki Nayime, oyundan müsaade isteyip evine gitti. Oyunun tadı kalmamıştı ama setler bitmeliydi. İki set daha oynandı. Maç sayısına gelinirken Talat’ın ayağı burkulup oyundan çıkmıştı. Talat evine giderken binanın girişinde bir numarada oturan Nayime’nin dairesinden yönetici Yahya abiyin çıktığını görmüş ve sütunun arkasına gizlenmişti. Sağı solu kolaçan eden Yahya uzanarak eşiğin üzerindeki Nayime’yi dudaktan öpmüştür ve hızla üçüncü kattaki dairesine çıkmaya başlamıştır.
Nayime kapısını kapatmak üzereyken Talat’la göz göze gelmişti. Ağzı açık kalan Talat
Gözleriyle “ ne yaptın Nayime?” diye soruyordu adeta. Suçüstü olma durumu çok garip bir duygudur. İnsanın kaleleri düşer bir anda.
- Talat yanlış anlama, sandığın gibi değil. Yahya abiy atan sigortayı tel bağlayıp yerine taktı.
- Sigortayı takmıştır takmasına da kapı üzerinde dudaktan aldığı öpücük de bahşişi miydi?
- Ne olur abiyin duymasın. Kan çıkar apartmanda. Beni de boşar.
- Seni ben de sevmiştim. Evlisin diye bağrıma taş basmıştım.
- Bilmiyordum.
- Ne değişecekti? Kocan da seviyor seni ama Yahya ile yatmana engel olmadı değil mi?
- Sus ne olur duyacaklar. İçeri gir de konuşalım. Abiyin iki saatten önce gelmez. Korkma.
- Bir karım mı olacak? Üzüp göndereceksin.
- Yemin dersen susacağına dair, sana da bir kıyak yaparım
Talat dayanamaz ve kolunda içeri çekiştiren Nayime ile yatak odasına geçip sevişir. On dakika yetmiştir.
- Kocanı Yahya ile niye aldattın?
- Mutlu değilim. Parasızlık canıma yetti. Yahya’da her şey var. Cemilin bir ayda verdiğini o her hafta veriyor.
- Yahya abiy seni tatmin edebiliyor mu?
- Ellisinde adam, niye edemesin?
- Şimdi niye tatmin olmadın.?
- Başka zaman olurum, onu mu dert ettin?
Nayime ah Nayime,
Niye girdin düşüme.
Bin züğürt kurban olsun;
Gir koynuma, üşüme.
- Bana mı yazmıştın?
- Evet, daha da vardı, ama.
- Neyse git ve her şeyi unut.
- Daha yok mu yani?
- Bokunu çıkarma sakın. Talat ikidir saldırıyordu, bana tecavüz etti derim. Hayatın kayar. Cemil keser.
- Tamam, tamam gidiyorum. Büyün bozuldu zaten.
Mesele kapanmıştı. Hiçbir şey olmamış gibi hayat iki sene daha devam etti Nayime için o apartmanda. Yahya beyin yeni aldığı bitişik mahalledeki daireye taşınmıştı. Alan razı veren razı yaşayıp gidiyordular Yahya beyle. Hayatta yanlışları görmek zor değildi. Ama etkin olmak için zengin ya da güçlü hatta çok şanslı olmak lazımdı. Ama insanlar kızgın ve kırgındı. Çünkü şanslı bir avuç azınlığın dışında geliri artan yoktu. Sürekli sömürüyle daha da fakirleşiyorlardı. O sahada voleybol oynayanların tümünün toplam parası Yahya beyin günlük fuzuli harcamasına yetmezdi. Zenginlerde fakirlerde belliydi. Devletin uzanamayıp fakirliğe mahkûm bıraktığı insanlar, Nayime’lerini hep Yahyalara mı kaptıracaktı? Fakirler; emeğini, sıhhatini, mukaddesatını, saadetini koruma hususunda hep müşkül mü yaşayacaktı. İnsanlar bir kâğıda kıç silerken, yine bir kâğıda kıçını kaybediyordu. Hem de türlü türlü, değil mi? Ne kadar dikkat etsek de hayat acımasız vuruyordu ve kimse kıçını gerektiği gibi mükemmel koruyamıyordu.
İndiana’nın Anderson kentinde doktorluk yapan Robert W Begley’e başvuran bir hasta, hemoroid’den şikâyetçi olduğunu söyledi. Doktor muayene sırasında sigmoidoskopunu ( makadın içini gösteren alet ) hastanın makatına yerleştirmeye başladı. Hasta, “doktor bu alet kaç para?” diye sordu.
Doktor bu garip soru karşısında bir an durakladı. Sonra, “ Neden soruyorsunuz?” dedi.
Hasta gülümsedi. “ Çıkarken de girerken olduğu kadar acıtacaksa, vereyim parasını, orada kalsın.”
Ey kapital sahibi güç odakları, Becermek için hep yumuşak yerimizi arayıp buluyorsunuz, sonrasını bizden fazla düşünüp bizi öldürmüyorsunuz. Karın tokluğuna bu eziyet olur mu? Bu kamış bu deliğe girer mi? Bırakın aç ölelim de tek şu girdi-çıktı, girdi- çıktı ile beyhude yıpranmayalım. Nasıl olsa Hz. Âdem’den beri fakir geldik borçlu gideriz.
- Ali yine işten çıkmış.
- Bu kaçıncı kız, oda amma dikiş tutmazmış?
- Deme bacı, benim kızı da işten çıkardılar.
- Patronun gözüne gircen kız. O zaman kriz bile vız gelir.
- Herkes patronun gözüne girerse adam kimi çıkaracak?
- Sana ne elden. Sen kendi kıçını kurtar yeter.
- O kadar basit mi?
- Böyle siyasi yaklaşırsanız ilk atılan olursunuz tabii.
- Yani hep patronlar mı haklı?
- Nasıl, adalet tecelli edecek?
- Böyle gelmiş böyle gidecek.
- Belki de sen haklısın komşu. Boş ver de kahvemizi içelim.
- Yeni komşumuzda gelecekti hani?
- Nayime mi?
- Yahya beyin hanımıyla araları biraz nahoş galiba. Onun geleceğini duyunca kıvırttı.
- Yakında dumanı çıkar. Her ateş kendini ispiyon eder.
- Gazete oku komşu.
- Bunlara para mı veriyorsun?
- Ama bunlar değerli kâğıt.
- Paradan değerli değil ki.
- Alışkanlık edinmişiz işte.
- Yooo şekerim. Bunca israf varken zor atlatırız krizi. Maaşları yarıya indirmeden biz tasarruf etmeyiz komşu.
- Daha başka? Kafanı bir yere mi çarptın?
- Yooo. Gayet iyiyim.
- Ben aybaşına çıkamıyorum, sen maaşlar yarıya inse diyorsun.
- Valla yeter be. En kral ülke Türkiye. Her şey bedava adeta.
- Lisede ezberlemiştim dinle:
BEDAVA
Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dışı,
Sinemaların kapısı,
Camekânlar bedava;
Peynir ekmek değil ama,
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz bedava.
Orhan Veli
Psikolojik çöküntü bedava, TV esareti bedava, Siyasi goller ve ekonomik krizler bedava ve daha nice bedavalar.
- Komşu, fakirlik fakirlik derler israf diz boyu. Yemediğimizi yerler, kullanmadığımızı kullanırlar, marka takılırlar. Ailenin her ferdin de son model cep telefonu. Adam başı özel oto. Bilgisayardan, kablolu yayınlara kadar her türlü abonelik. Yazları tatil, bayramlarda seyahat. Takılar, makyajlar, Kreş ve özel okullar. Kooperatif taksitleri daha neler neler. Hele eskimeden yenilenen ev eşyaları yok mu? Çöpten toplayasım geliyor bazılarını. O kadar yeni. Yok, komşu yok. Bu halkın gönüllü tasarruf edeceği yok. Ucuz ilaca kuyruk olur, bedava mezara gireriz. Bize yarım maaş verip zorunlu tasarruf ettirmek gerek.
- Yahu komşu; kısmen haklı olduğun yerler var ama ben gerçekten yettiremiyorum. Söyle hangi lüksüm var? İyisi mi sana fazla gelen gelirin yarısını her ey sen bana ver.
- Canım, sen de gazete kitap okuma. Aklımı seveyim, bak ki kimseye ihtiyacım oluyor mu?