- 613 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
HADİ YİNE SOHBET EDELİM...
Ben, bu aklım ile ne yapacağımı şaşırmış durumdayım. Rahat durmasını sevmiyor. Huzura düşman sanki.
Bu hafta sonu kendime izin verdim. Cuma akşamüstü, atladım arabama, Urla’ya geldim. Bu mevsim, buraların güzelliğini anlatıp üzmeyeceğim, sizi. Ama nasıl sakin, nasıl sessiz, nasıl bir huzur..Tamam, anlatmıyorum.
Hani demiştim ya “ Ev işi yaparken çok kafa yormanıza gerek yok. Onun için de düşünceler üşüşür aklınıza “ diye? Bu durumun üstüne dışarıdan ses duymaması da eklenince, aklım kendi seslerini yaratmaya başladı hemen. “ Aman “ dedim “ Geç kalmıştın. Ben de ne zaman başlayacak diyordum.” Huzur kim, ben kim? Böyle geveze bir akıl varken…..
Karakterimizi oluşturan duygularımız vardır. Bunların hemen hepsi doğduğumuz günden itibaren bizimle birlikte büyür ve gelişirler. Karşılaştığımız kişiler ya da olaylarla bazıları beslenir, bazılarının, varlığının farkına bile varmayız.
Bir çocuk yetiştirirken, bağırmazsanız, bağırmayı bilmez. Korkutmazsanız, korkuyu bilmez. Kavga etmezseniz, kavgayı bilmez. Karakterindeki bu özellikler, oldukları yerde, siner kalırlar. Sakin ailelerin çocukları da sakin yapılı olurlar. Kendi kanatları ile uçmaya başladıklarında, bunlar, ya bilinmezleri olarak kalır ya da varlıklarının farkına varırlar.
Ben, anneannemin ve babaannemin dahil olduğu bir aile ortamında doğdum, büyüdüm. Bu yüzdendir ki yaşlılarla çok iyi anlaşırım. Anneannemin kulağı az duyardı. Herkesle normal ses tonu ile konuşur, anneanneme bir şey söyleyeceğim zaman sesimi yükseltirdim. Bunu farkına varmadan yapardım. Çünkü öyleydi.
Etrafımda yaşlılar olmasına rağmen, direkt olarak, din eğitimi almadım. Anneannem, namaz kılardı. Ama hiç “ Gel, sana öğreteyim “ demedi. Tığ işi, örgü, nakış, dikiş öğretti.
Çocukluğuma ait bir Kurban bayramı hatırlıyorum. Akçay’da ki evimizin arka bahçesinde, kurban kesilecekti. Ablam, ben ve yeğenim camın arkasından izledik. Kurban kesildi, dağıtıldı. Babaannem “ Bir daha bu evde kurban kesilmeyecek. Çocuklar bu olayı izlemeyecekler “ dedi. Bir daha bizim evimizde kurban kesilmedi. Gerektiği kadar, maddi yardım dağıtıldı.
Daha pek çok şey anlatabilirim. Yazıyı uzatmaktan ve beni anlatmak istediğim şeyden uzaklaştırır düşüncesi ile burada kesiyorum. Sadece şunu söylemek istiyorum, çok farklı, çok özel bir aile içinde büyüdüm. Yazılı ya da sözlü hiçbir kuralın, aklın süzgecinden geçmeden kabul görmediği, aile bireyleri tarafından yetiştirildim. Son derece mutlu, huzurlu ve keyifli geçti çocukluğum. Özellikle sıra dışı, aydın görüşlü, kültürlü yaşlılarla birlikte büyümüş olmak, kişisel eğitimim açısından, bulunmaz bir nimetti.
Bu mükemmel ortam içinde, bana öğretilmeyen, tek bir şey vardı. Mücadele etmek.
Bir arkadaşımız, Ahmet Ay, yazılarından birisinde “ Keşke ”öfkelen” deselermiş bana “ diyordu.
Benim keşkem ( bu kelimenin yazılışında word kararsız kaldı. Ben de bu şekilde bıraktım ) ile ilgili cümlem ise şöyle; “ Keşke “Doğru bildiğin, ulaşmak istediğin için mücadele et” deselermiş bana.”
Demeleri yetmez di. Öğretmeleri gerekirdi. Öğrenemediğime göre, çokça “kabul” ün olduğu bir evde yetişmişim demek ki. Annem, babama hiç itiraz etmemiş. Babam, babaanneme hiç “ Hayır “ dememiş.
Bu gün, hayatımda en çok eksikliğini hissettiğim duygum, mücadelecilik. Her şey çok farklı olabilirdi. Mücadeleci olabilseydim. Olduğum yerden ya da kişiden mutsuz değilim. Yaşanmamışı bilemem. Yok olan bir şeyin, varlığının nasıl olacağını bilemem. Ama aklım diyor ki “ Farklı olurdu “.
Yazıları, elimden geldiğince, takip ediyorum. Mümkün olduğu kadar görüş belirtmeye, okuduğumu bildirmeye, çalışıyorum. Görüş yazamadıklarımdan, özür diliyorum. İnanın sebebi sadece zamansızlık. Emeğe saygısızlık ya da görmezden gelmek değil.
Ve üzülerek görüyorum ki, mücadele hiç birimize öğretilmemiş. Toplum olarak mücadelesiz yetişmişiz. Yine özür dileyerek söyleyeceğim ki, ne 60 ne de 80 ihtilali ya da benzeri süreçlerden geçmiş bir toplumun bireyleri olmak, eksikliğimize kılıf uydurmaktan başka bir şey değil. Ki bu, benim de sıkça içinde düştüğüm bir yanlış. O dönemlerde tutuklanıp, eziyet çeken pek çok insan var. Bizlerin dışarıdan izlediğimiz yüzlerce kişi. Doğru veya yanlış, haklı veya haksız. Onlar, doğru bildikleri adına mücadele ettiler. Biz ne yaptık? Mücadelesiz kişiliklerimizle, izledik. Yeri geldi onları eleştirdik, ayıpladık. Yeri geldi, eksikliğimizin kıskançlığı ile, “ Yapmasalarmış “ dedik. Yanında ya da karşısında olduklarımıza göre değişen söylemlerimizle.
Yazılarımızda veryansın ediyoruz. Bir konuyu ele alıyoruz, görüşümüze, etnik kökenimize, dini eğitimimize, bilgimize göre işliyoruz. Konuşuyoruz, yazıyoruz. Sonra? Sonrası yok. Diyeceksiniz ki “ Yazmak, konuşmak ta bir çeşit mücadeledir.” Bu söylem içinizi rahatlatacak, mutlu olacaksanız, bir şeyler yapmış olmanın doygunluğunu yaşayacaksanız, öyle olsun. Ne diyeyim?.
İşim bitti. Şimdi biraz kitap okuyayım da aklım sussun. Çok yoruyor beni, çok.
Eser Aslanlı
izmir
YORUMLAR
Yazımı yazarken kendimi örnek aldım. Her zaman yaptığım gibi. Olayın toplumsal ve kadınsal baskılar yönüne inmedim. Çok çeşitli mücadeleler içinde olan kadınlarımız var. Biliyorum. Ama benim "mücadele" ile kastettiğim bu değil di. Toplumsal haklarını kazanmış kişiler için yazılmış bir yazıydı. İnsanların nelerle mücadele ettiklerini biliyorum. Pek çoğunun kapısının dışını görecek güçlerinin bile olmadığının da bilincindeyim. Bizler şanslı kadınlarız. Toplumsal baskılarla uğraşmıyoruz. Ya da aşmış kadınlar ve insanlarız. Bizim mücadelelerimizi sadece kendimiz için, bir kişilik değil, tüm mücadelesizler adına, çok kişilik vermemiz lazım. İhtilal görmemiş gençlere gelince. Bu ülke en son 1980 de ihtilal yaşadı. 29 sene önce. Yani bu günlerde 30 yaş grubunda olan gençler ihtilal görmediler. Görmezler de inşallah. Ama onları biz yetiştirdik. Mücadelesiz, ihtilal yaşamış, yaşadıkları ile sinmiş ebeveynler.
Bu arada, çok şükür, çığ altında kalan gençler Erzurum tarafından gelen kurtarma ekiplerinin ışıklarını görmüşler.
Sevgiler.
Bu hafta sonu kendime izin verdim. Cuma akşamüstü, atladım arabama, Urla’ya geldim. Bu mevsim, buraların güzelliğini anlatıp üzmeyeceğim, sizi. Ama nasıl sakin, nasıl sessiz, nasıl bir huzur..Tamam, anlatmıyorum.
keske beni cagirsaydin arkadasim urlaya giderken bende kafami dinlemeye calisirdim nedense bu kismi ilgimi cekti ? allah yardimcisi olsun onsekiz ogrecinin insallah en kisa zamanda kurtarilirlar.sevgilerimle..
Ben hepinize çok teşekkür ediyorum. Görüşlerinizi yanıtlayacağım. Ama şu an haberlerde çığ altında kalan 18 öğrencinin haberini duydum. Baba kızı ile konuşuyor. Konuşmaktan başka bir şey yapamıyor. 7 km kalmış, ulaşılamıyor. Tanrı hiç birimizi böyle bir sınavdan geçirmesin. Çok özür dilerim. Gençlerimiz Allah'a emanet olsunlar.
Sevgili Eser hanım. Çok özel bir yazı idi ama yalnız şu tesbitinize katılmıyorum. "Mücadele öğeetlmiş olsaydı , bu gün bu durumda olamzdık"
Mücadele etmemiz öğretildi. ama kendi haklaımızı alabilme mücadelesi içine girdiğimiz için toplumsal mücadelelrde yerimizi alamadık. O kadar abuk sabuk olaylar getiirldi ki başımıza, onlardan kurtulabilmek için çabalarken, bir başka haksızlık, bir başka yozluk, bir başka insnalık dışı düşünce ile karşılaşıp onun peşine koştul. Yani gençliği özlelikle de kadınları toplumsal mücadeleye sokmamak için hep sorun yaratıldı ve o sorunun peşinde koşmamamız isyendi. Bizler de hep onun peşinde koştuk.
Umarım bundan sonra toplumsal sorunlarda mücadele edecek yetilerimize sahip olabiliriz.
Sevgiler yüreğinize
Dantel gibi ince ince örülmüş çok güzel bir yazıydı. Tesbitleriniz de gayet yerinde. İhtilallerin yasaklarıyla büyüyen çocuk ve gençlerin psikolojisi ile hiç ihtilal görmeyenlerinki bir olamaz. Bu noktayı biraz hafife almış olduğunuzu düşünüyorum. Diğer bütün görüşlerinize imzamı atarak katılabilirim. Pek çok insanın duygularını ifade etmişsiniz sağolun. Yazmak neyi çözer? diye sorup, rahatlarız diye doğru bir tesbit yapmışsınız. Koskoca Rus edebiyatı acıların yazılması üzerine kuruludur. 40 söz bir fikir olur belki. Saygılar.