- 1278 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ELİNİN KİRİ
ELİNİN KİRİ
Cehennem sıcaklarının yaşandığı yaz günleri. Buz gibi ayran, su ve karpuzdan başkasını göz görmez ya. “Allah buzdolabını icat edenin atasına rahmet” denir ya her kapısını açışta.
Kalp damar hastalarına hiç aman vermez bu havalar. Fırlayıverir tansiyonun küçüğü, büyüğü.
“En iyisi sülük” diyor, Şıh Aziz’in gelini.
Ne zaman kendinden geçer gibi olsa Tonton Ayşe, çocuklarına seslenir: “ Koşun iğneci Talip amcanıza!”
“Sülük mülük ürküyor, tiksiniyor insan. Ele, yüze yapıştırılan kapkara kan emiciler.” Razı olmaz Tonton Ayşe teyze.
Herkes iğneci Talip derdi. Hükümet tabipliğinde sağlık memuruydu. Hastalara iğne yapma yanında, çocuk sünneti, tansiyon ölçme, kız çocuklarının kulaklarını delme işlerinde ilk akla gelen isimdi. Bayılana, fenalaşana çantasını alıp koşardı. Günün her saati Hızır gibi yetişirdi mobiletiyle. Hipokrat’a yakışır sağlıkçıydı.
Yakışıklı, temiz, şık giyimli, çapkıncaydı. Bir şey duyduklarından, gördüklerinden değil de. “Kadınlarla sohbet etmeye bayılır Talip” diye laf ederdi mahalleli.
Eline ayağına çabuktu. Siyah çantası, güleç yüzü, esprileriyle girerdi kapıdan. Sünnet işinde de elinin hafif olduğu söylenir. Çocukların canını yakmadan bir çırpıda hallederdi, doktor gibi. Paragöz de değil. Ne verirsen. Diğer sünnetçiler para pazarlığı yanında bir dolu hediye alırdı, bu tür işler için.
Giyimine özen gösterirdi Talip. Günün modasına uygun kesimli, koyu renk takımlar. Pırıl pırıl briyantinli, simsiyah saçlar. Ayhan Işık bıyık. Göz alıcı renkte kravatı ve ceket cebinin bir örnek mendili eksik olmazdı.
Tonton Ayşe teyzenin fenalaştığı gün yine düğüne gider gibi gelmişti. Elinde çocukların yüreğini hoplatan siyah deri çantasıyla. Berber çantalarının aynıydı. Ama birinde mis gibi kolonya şişeleri, traş sabunları varken; diğeri iğneleri, sünnet satırlarını düşletirdi çocuklara.
Kapıdan salon filmi kahramanı gibi girince bütün gözler ona çevrilir. Talip’in istediği bir göz. Salon kadın gözü dolu. Başlar espriye:
“Yine ne yemiş, neye üzülmüş tontonum.”
Lafı ağzına tıkar Mihriye teyze:
“Kes gevezeliği de işine bak sen, kadın ölecek!”
Bozulur Talip ama bozuntuya vermez. İşinde iyidir. Dilindedir yamukluk.
Hemen madeni kutusundan iğneyi, şırıngayı çıkarır. Lastiği koluna bağlar. Tansiyonu ölçmeye gerek duymadan şırınga dolusu kan alır, hastadan. Kendine gelir, gözü açılır Ayşe teyzenin.
Damarını kolay kolay bulamaz hemşireler, şişman olduğundan. “Derinde” derler. Talip şıp diye halleder. “Sende fıstık gibi damar var.” lafını oturtur. İzi de olmaz iğnesinin. Behiye ebe öyle mi? Ne zaman iğne yapsa birine, bacak tutulur günlerce. Kan aldığı yer mosmor çürür.
Talip iyidir de işinde, çenesi olmasa, kadın lafına bayılmasa…
Tonton Ayşe teyze’nin tansiyonu normale dönüp, gözünü açınca hemen gitmez Talip. Mihriye teyzeye döner:
“ Haklısın bağırmakta” der. “ Kekemenin biri” diye devam eder. “ Çarşıda giderken çok sıkışmış, tuvaleti soracak, birini çevirir:
_ “ Me me mer merhaba he he hem hemşerim. Tu tu tuv tuvalet ne ne nerde?”
_ “ Do do doğ doğru gi git. Pa pa pas pastanenin ya ya yanından dön. Me me meydanda…”
_ “ Lü lü lüzum ka ka kalmadı demiş, adam altına yaparken.”
“ Benim iş iki kekemeye dönmeden hallettik.” demiş. Gülmüşler.
Evin erkekleri de gelince kısa kesip, kalkmış.
Mahallede Ayşe bolluğu vardı. Tonton Ayşe, Kozanlı Ayşe, Uzun Ayşe, Göçmen Ayşe, Kara Ayşe. Bir de Talip’in karısı Pasaklı Ayşe.
Kirli şalvar belinden düşmezdi. Talip’in değil yanına, hizmetçi olarak alsa kapısına yakışmazdı. Nasıl yaşıyor bu kadınla diye dedikodusu edilirdi mahallede. Anneleri gibi, çocuklar da sokaktan eve girmediklerinden elleri ayakları kirinden kirt demişti.
En çok kayınvalidesi kızardı Ayşe’ye. “ Ne bu çocukların eli ayağı. İt yalasa doyar!”
“Allah için iyi insan” diye düşünürdü. Köyde üç gelini daha vardı. Eskisi gibi bağ bahçe işleriyle, mallarla uğraşacak hali kalmamıştı. Oralarda yapamazdı. Romatizma, fıtık, belini bükmüştü. Sağ olsun oğlu. İğne ilaç ayakta duruyordu. Bir işin ucundan tuttuğu yoktu. Gelin de akşama kadar evin içinde dönenip duruyordu. Yedi arsız erkek çocuk, kaynana, koca. Daha ne yapsın kadın. Ayşe çamaşır leğeninin başından kalkamıyordu. Çocuklar değil de kocanın tiril tiril gezmesi kolay mı?
Çocukların kimseye hayrı olmadığı gibi dirlik de vermezlerdi.
Akşama kadar tozun pisliğin içinde, kavga dövüş, it ayağı yemiş gibi dolaşıp dururlar. Adam gibi oyun oynamayı bilmeden.
Adı Samet olan, bir gün yorgan iğnesine dizdiği at sineklerini şiş kebap deyip bütün çocukların ağzına sürmüş. Tüm komşular Ayşe’ye baskına gelmişler. Talip’in hatırı olmasa, kırılmadık kemiğini bırakmazlardı Samet’in.
Ayşe de adının hakkını verirdi pasaklılıkta. Yüzünde bir karış kıllar. Ayağında kirden rengini kaybetmiş, kokmuş şalvar. Saçlar tiftik, sanki kırk yıl tarak değmemiş. Hiç aynaya bakmıyor olmalıydı. Eller tarla gibi çatlamış. Onu gören yaptığı ekmeği yemez. Krem şurada kalsın. Bahçedeki ağaç limon dolu, yarım dilim sıkıverse yeter.
Ev desen, şehir çöplüğünde bile böyle besili sinek görülmezdi.
Bu arada Talip her gün biraz daha şıklaşıyor, parlıyor. Kravatlar, mendiller daha bir renkleniyor. Mobiletin yerine simsiyah gıcır gıcır java marka motosiklet de alınca…
Genç, güzel bir belediye ebesi atanmıştır hükümet tabipliğine. Beline kadar inen sapsarı saçlar. Kolsuz bluzundan, kısa eteğinden görünen bembeyaz balıketi teni. Sütun bacaklar…
Her akşam iş çıkışı ebeyi eve bırakmalar…
Milletin ağzı torba değil, büzemezsin. Başta Mihriye teyze, Şıh Azizler, Kozanlı Ayşe…
“ Koskoca adam. Yaşından başından utanmıyorsan, anandan, yedi çocuğundan utan. Karına acı. Ele güne karşı, güpegündüz mahallenin ortasından. Tövbe tövbe!”
Pasaklı Ayşe oldu mağdur, gariban, melek…
Ayşe de oralı olsa. “Erkektir, elinin kiri, tapusu bende.” gibisinden mır mır edip dururmuş.
Evini ihmal etmiyor, her ihtiyacını görüyormuş…
“ Elinin körü! ...”
Fazilet Ünsal Eliaçık
Ortanca/Temmuz 2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.