- 1915 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kavim (Düşüngülü Eleştiri)
Kavim
Türk polisiye romanının öncülüğünü yapan Ahmet Ümit’in yazdıkları alışa geldiğimiz Sherlock Holmes öykülerinin yaşattığı iklimi yaşatmıyor. ‘Kavim’i okunacak, keyif alınacak hale getiren faktör dini motiflerle süslerken gizem de katılmış olmasıdır. Sayfalar okundukça gizem, gerilimi daha da tırmandırıyor. Tabi bu arada ayrıntıların kattığı işlevsellik de göz ardı edilmemeli.
Okur, anlatının izini sürdükçe Ümit’in oya gibi iç içe işlediği karmaşık, bir o kadar da girift olan seri cinayetlerin gıdım gıdım, sözcük sözcük çözüldüğünü görüyor. Fazlaca dallı budaklı oluşu, okuru zaman zaman tökezletiyor. Kukla’da aşktan hiç söz edilmezken, ‘Kavim’de aşk iklimi yaratmaya çalışmış, ama yeterli değil.
Çete kurarak bir dizi cinayetler işleyen eski ülkücülerden anne ve babasının intikamını almaya çalışan Can ile bu cinayetleri ekibiyle çözmeye çalışırken kendini de görevine adayan ve bu yolda sevgilisi Evgenia’yı kaybetmeyi göze alan Nevzat ‘Kavim’in baş rol oynayan karakterleri. Olaylara hakim olan kahramanlara iyi roller biçilmiş. Ümit, Kukla’da düştüğü hataya bu romanında düşmemiş. Kavim’de eski ülkücü çeteleri ve seri cinayetlere bulaşmamış, temiz emniyet görevlileri de varmış dedirtiyor.
Konular iç içe yerleştirilerek geniş katmanlara ve kişilere yayılmış. Yalnız gerekçeler yetersiz, göze almaya değer mi sorusu yöneltilmemiş. Zayıf olasılıklar kurgulanmış. Oya gibi işlenmiş, mükemmel denilebilecek örgünün dokusu incelendiğinde tahar hatalarıyla (yanlış örgü) karşılaşıyoruz. Hatalı kurgu, eğreti gibi elimizde kalıyor. Yusuf (Selim Uludere) öldürülmüş, Başkomiser Nevzat soruşturmayı sürdürüyor. Nevzat’ın müdürü Cengiz, devam etmekte olan soruşturmanın o anda kendisiyle hiçbir ilgisi olmadığı, ilerde çıkabilecek sorunu da amir memur ilişkisi ile halledebileceği halde, kendisini Pavlus sanan Malik’i öldürüyor. Her şeyin yasal olmayan yöntemlerle çözüldüğü ülkemizde bir şube müdürü neden adam öldürsün? Soruşturma sürerken eski çete arkadaşının yanına neden uğrasın? Yine bir başka olayın kurgusunda ise: Şube müdürü Cengiz, nasıl bir ipucunda yola çıkarak 1980 Yılında murat – 124 marka arabanın içinde kurşunlanarak eşiyle birlikte öldürülen öğretmenin haberinin yer aldığı gazeteyi eliyle koymuş gibi kütüphanede buluyor? Can’ın o öğretmenin oğlu olduğunu ve intikam alacağını nereden biliyor? Olaylar işlenmeden kurgulanırsa, dikkatli bir okur bu soruları soracaktır. Olaylar gerçekçi bir dille anlatılmadığı takdirde yazar güvenilirliğini yitirir. Ümit, bir olayın ardından suyu çok bulandırıyor, sonrada tutup o olayın celsesini yazıyor. Kuklada olduğu gibi düşünceyi sorgularken, tezin en olumsuzundan başlıyor. Gitmekten söz ediyor, kalmanın şartlarını konuşuyor. Okur mantıklıymış gibi gözüken en yakın olan tez seçildiği için benimsiyor. Oysa gerçek hayatta olasılığı çok zayıf olan kurgu, o olaya biçilmiş oluyor. Okur, gerilim tırmandırıldığı için o anda bunun farkına varmıyor.
Başkomiser Nevzat soruşturmayı sürdürürken, iki üç kez, ayrı zaman ve mekanlarda olayla ilgisi olan kişilerin yanında ‘Unutma hâlâ zanlılar arasındasın’ (s.172) telefonla görüşme yapıyor. Mevcut uygulamalara ters düşen bir yöntem.
Eski PKK’lı Bingöllü Kadir iki adamıyla bar basmaya gidiyor, mukavemetle karşılaşıyorlar. Kürt mafya lideri Kadir alnından yaralanıyor, biri de baygınlık geçiriyor. Diğeri ise cebinden bıçak çıkarıyor. Kürt mafyasının öyle bir anda cebinden bıçak çıkarması hiç gerçekçi gelmiyor.
Polisiye roman öncülüğüne soyunan bir yazarın daha çok mesleki teknik verilere, bilgi donanımına sahip olması gerekir diye düşünüyorum. Ümit’in hâlâ polisiye roman dilini oluşturduğu söylenemez. Okura edebiyat tadı veriyor, başarılı bir roman. Yazar romanlarında sıkça geriye dönüş tekniğinden faydalanarak anlatı yapıyor. Yazı dilini de zenginleştirmeye çalışan bir yazarımız.
Ahmet Ümit’in rol verdiği karakterleri kültürüne göre konuşturduğu söylenemez. Başkomiser Nevzat’ın yanında çalışan, zaman zaman oğlum diye hitap ettiği Ali’nin konuşmalarını birlikte okuyalım. ‘Sen de muallak konuşuyorsun birader.’ (s.35) ‘Ben, seni hanım evladının biri zannediyordum. Bayağı sıkı herifmişsin. …sonra şapelde patakladığın’ (s.341) ‘Onun da hikâyesi matrak’ (s.352) Genç Can’a ‘reşit olunca Mardin’e gitmiş’ (s.39) Kavim’in yüzde 50.7’si diyaloglarla geçiyor, oldukça yüksek bir oran. Sayfada ortalama 3.5 paragraf yapmış.
Polisin içsel fırtınalarını da sıkça yansıtan Ümit’in sözcükleri ışıl ışıl, okuruna göz kırpıyor. ‘Sosyalizm öğretmiştir bize, çalışmayı, disiplini, dürüst olmayı.’ (s.119) ‘Ölümle gerçekleşen adalet, ölümü yüceltmekten başka bir işe yaramaz.’ Kukla’daki sözcükler daha albenili ve çoktu. Ne zaman sokakta hoş olamayan kulak tırmalayan, absürt ve argolu sözler duysam, irkilirim. ‘Aramızda adı Takoz Ragıp’tır. Beni ve arkadaşlarımı defalarca sikti. …beş kuruş para ödemeden, hem de ekip otosunun içinde.’ (s.88) ‘Bırak, yoksa sikerim ananı.’ (s.59) Ne yazık ki, yazar bu sözlerden hoşlanıyor. Üç farklı kültürden söz eden Ümit, konuşulanları o yöre ağzıyla dile getirmemiş. Daha iyi bir edebiyat için gerekli değil mi? Sözleri iyi alımlayan okurun gözünden hoş olmayan sözler de kaçmaz. “Sesin geldiği yöe bakınca Muammer’in iri cüssesini görüyorum. ‘Ne bu patırtı be? Dingonun ahırı mı lan burası? ’ ” (s.85) Okuru gizemli bir iklime çağıran sözler. ‘Dehlize girmemizle birlikte derinden bir müzik çalınıyor kulağımıza; ağıta benziyor, çok eski bir ağıt. Daha önce dinlememiş olsam da tanıdık geliyor ezgileri.’ (s.43) ‘o kitaba, kim dokunduysa hepsi öldürüldü. Gabriel’in teyzesinin oğlu Aziz, Komiser yavuz, Sahte Yusuf ve Antikacı Malik… Belki de o kitabın içinde bir şey var.’ (s.248) Her yabancı sözcük yerine oturdu diye Elif Şafak gibi kullanacak olursak, yakın bir gelecekte Türkçe sözcüklerle şiir bile yazamayacağız! .. Yazar, sayfada ortalama 25.9 kez yabancı sözcük kullanmış.
Dini sosyolojik bir olgu olarak öne çıkarıp işleyen Ümit, Kavim’de yazınsal dili yakalamak ve heyecanı yüksek tutabilmek için ayrıntıların işlevselliğinden sıkça faydalanıyor. ‘Oturduğu koltukta iyice büzülüyor, iri bedenini, bir sümüklü böcek gibi yer altı raconunun acımasız kurallarından oluşan o sağlam zırhın içine çekerek, korunmaya çalışıyor.’ (s.101) “ ‘Hadi o zaman, Allah yardımcımız olsun.’ ‘Cep telefonlarımızı unuttuk.’ Haklı, telefonlarımızı kapatıyoruz, olmadık bir zamanda çalıp da, bir çuval inciri berbat etmesinler diye” (s.332)
Mizah, insanı yorumlarken onunla alay etmesini de sağlar. ‘Kontak anahtarını takıp, çeviriyorum, iki homurdanıyor. Eyvah çalışmayacak düşünürken, bizim ihtiyar bir öksürüğün ardından çalışmaya başlıyor.’ (s.84) “Ali omzundan yakalıyor onu. ‘Nereye Tayyar? Dön şu yüzünü duvara… Bir mühümmat dökümü yapalım bakalım.’ ” (s.147) Sayfada ortalama 0.2 kez mizah yapılmış.
Yüreklerde çırpınan devinimler, bellek çakımı kahramanın kendi kendine mırıldanması ile dışa vurulur. ‘tek çıkış yolu var diyorum kendi kendime, işi mavraya vurmak.’ (s.77) Yazarın, içmonologlara çok az yer vermesinden onu sevmediğini anlıyoruz.
Çok sesli bir senfoni gibi geniş katmanlı kurgulama yapabilen Ümit, yazınsal dili oluşturan sözcüklere kattığı imgelerle romanına derinlik vermiş. “buğulanmış gözlerini yorgun yüzüme dikerek. ‘Sen geldin ya…’ ” (s.68) ‘ancak iki yere çıkış var: biri hastaneye, öteki tahtalı köye…’ (s.98) Bellekte çarpıcı çağrışımlar yapan imgeyi sayfada ortalama 1.3 kez kullanmış.
Deyimler, sözlü kültürün en etkileyici sözvarlıklarıdır. ‘Ama temkinli oruspu çocuğu. Bir açığını arıyorum, bulur bulmaz, düreceğim defterini.’ (s.89) ‘Merak etme, acı patlıcanı kırağı çalmaz.’ (s.263) Batıdan dilimize giren deyimler: ‘bizim emektara gaz veriyorum.’ (s.265) ‘o kadar emin ki, blöfümü yemiyor.’ (s.365) Deyimsel sözler: ‘iş mavraya vurmak.’ (s.77) ‘Kuşlar getirdi…’ (s.266) Sayfada ortalama 1.1 kez deyim kullanılmış. Her kent bir sözvarlığı denizidir.
Betimlemenin doğayı olduğu gibi kağıda geçirmek olmadığını bilen Ümit, onlara ruh vermesini de bilmiş. ‘Tatavla’nın bulunduğu sokağa geldiğimde, gökyüzünün kızıla kestiğini görüyorum. Güneşi perdeleyen iri bulutlar beyazdan kırmızıya, kırmızıdan siyaha dönüyor. Sokak, kül rengi bir aydınlığın içinden ağır ağır karanlığa doğru ilerliyor. Onun betimlemeleri kurguya güç kattığı gibi canlılık da veriyor. ‘Hayret, bizim emektar bile sorun çıkarmıyor bu sabah; kontak anahtarını çevirir çevirmez başlıyor saat gibi çalışmaya. Hızla atılıyoruz sokaklara’ (s.379) Sayfada ortalama 6.4 satır betimleme yapmış.
Okuruna ölümün soğuk nefesini duyumsatan Ümit, yazının içinde süs gibi duran ve ona işlevsellik sağlayan montaj da yapmış. “Bunun üzerine İsa, ‘Öyleyse’ dedi, ‘Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını da Tanrı’ya verin.’ ” (s.196) Kavim’de on bir kez montajlama yapılmış.
Dilimiz sözvarlığı, atasözü her 76 sayfada bir kez kullanılmış. ‘Ne demiş derviş, tekkeyi bekleyen çorbayı içer.’ (s.107) ‘Ama görünen köy kılavuz istemez.’ (s.303)
Mizah yaparken görüleni biraz çarpıtan Ümit’in yönelttiği sorular çoğunlukla polisiye sorular, derinlik vermediği gibi kuşku da uyandırmıyor. “ ‘Sanırım biraz rahatlamışınızdır Meryem Hanım? ’ ‘Neden rahatlayacakmışım? ’ ‘Ne demek istediğimi gayet iyi anladınız.’ ‘Bingöllü’den mi bahsediyorsunuz? ’ ‘Başka kimden olacak? ’ ” (s.149) Sayfada ortalama 4.4 kez soru yöneltilmiş, ortalamanın üzerinde.
Yazar, dilimizin süsü terimi sayfada ortalama 3.9 kez kullanmış. ‘Bunları JİTEM’e anlatırsın’ (s.99) ‘Olay Yeri İnceleme’nin en deneyimli’ (s.22)
Ahmet Ümit’in benzetmeleri sevdiğine şahit oluyoruz. ‘kendi gibi ipten, kazıktan kurtulma herifleri bulmuş’ (s.91) ‘her zamanki gibi pat diye, damdan düşer gibi.’ (s.378) Sayfada ortalama 2.4 kez benzetme kullanmış.
Kendi anlamının dışında da bir mana ifade eden mecazı sayfada ortalama 0.1 kez kullanmış. ‘Yoksa, kabak senin başına patlar.’ (s.234) ‘…üzülüyorum. Can’a mı, kendime mi, hayata mı, bilmiyorum ama derin bir acı genzimi yakıyor.’ (s.378)
Ahmet Ümit, dilin anlatım gücünü artıran ve kullanıldığı yere estetiklik katan ikilemeleri sevmiyor olacak ki, sayfada ortalama 0.7 kez kullanmış. ‘bir sürü ıvır zıvır konuyla baş başa bırakıp’ (s.119) ‘pişkin pişkin sırıtarak yanıtlıyor’ (s.371) Konuştuğumuz dil, yeryuvarın en parıltılı, musikili ve ahenkli dilidir.
Çok katmanlı bir yapısı olan ‘Kavim’, baştan sona polisiye roman. Polisiyede olması gereken kadın ‘Kukla’da yoktu, ‘Kavim’i okurken ılıman aşk iklimini ırıp ırıp yüzümüzde duyumsadık. Doğa gereği, içimizdeki imgeler çatladı, soyutlanıp kurmacaya dönüştü… Günümüz genişledi… * * * Kavim / Ahmet Ümit / Doğan Kitap / 382 s. * * Bu eleştiri kitabı yazara sıçrama tahtası olabildi mi? Eleştirisiz bir hayat olur mu?