- 672 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
222 - ZİKİR
Onur BİLGE
Dünya hayatını öğrendik, öğrenmekteyiz. Ahret hayatını bilmiyoruz. Önümüzde soğuk yüzlü ölüm... Yaşarken öğrenebileceğimiz en son şey.
Arkasında, iyi kulları, sonsuz bir haz denizinde yüzme bekliyor. Orada Cemal var, her şeyden önce. Sonra sayısız lütuf, sonsuz bir hayat...
Düşünüyorum da şayet o âlemi görmüş olsaydık, yeryüzünde canlı kimse kalır mıydı? Kim çekerdi bu dünya meşakkatini? Dualarımızda, sadece gitme isteği olurdu. Öylesine gizlemiş ki sürprizini! Güzelliğince, itinayla... Hayat bir an önce bitse de gitsek!
Yepyeni bir hayat, kabir hayatı başlayacak. Madde yükünden kurtulmuş özgür beden, arzuya göre yönlenecek. Adım atmak, çaba sarf etmek yok. Sadece beyin gücüyle... Düşün, iste ve arzu ettiğin yerde ol, anında!
Burada, nefes almak bile bir kalem iş, otomatikleşmiş görülse de... Günde ne kadar enerji harcıyoruz, onun için bile kim bilir?
Bütün bu kolaylıklar, süratli yaşama olanağı, tarafımızdan bilinmiş olsaydı, üç günlük ömre beş günlük hizmet etmeyi kim isterdi? Melekler gibi yemeden içmeden, üstelik nefes almadan yaşamayı bilmiş olsaydık, yaşam için gerekli zaruri ihtiyaçlarımızın temini için okumak, iş bulmak, çalışmak zahmetine katlanabilir, bu uğurda tam bir ömrü tüketmek aptallığını yapar mıydık? Bu ortamdan başkasını görmedik, bilmedik.
Ruhların önceden yaratılmış olduğunu, Kalubela’da Allah’a söz verdiklerini biliyoruz. O halde bize, ruhlar âlemindeki yaşadıklarımız unutturulmuş. Ana karnında, su içinde yaşadığımız hayat da unutturulmuş. Zannediyoruz ki havasız ortamda asla yaşayamayız!
Bize, havayla yaşamak öğretildi. Balığa suyla... Balığa, sudan çıkmasıysa gelen ölüm, insana suya batmasıyla geliyor. Bize göre hayat, suyun dışında. Balığa göre içinde... Gel de bunu balığa anlat! Anlamaz, suyun dışında hayat olduğunu. Melekler de bize anlatamaz, havasız ortamda da yaşamanın mümkün hem de çok hızlı ve oldukça kolay olduğunu. Anlamayız.
Beden denen ağırlıkla yerin çekimine bağlanmışız. Yerçekimi, elektronik pranga gibi... Kendilerini özgür hisseden yaratılanları yeryüzü hapishanesinde tutan, manyetik bağ... Görünmez bağlarla bağlıyız yere. Neyse ki sayılı gün! Yaşayacağız, yaşamaksa... İsterdik veya istemezdik, gelmişiz bir kere.
Melekler, halimize bakıp acıyor veya gülüyorlardır. Onlara göre dünyadan başka mekân bilmeyen, yerle birlikte yerle bir olmaya mahkûm dünyevi bilgilerin gerçekliğine inanmış, gerçek mekânın ve gerçek bilgilerin cahili, zavallı hapisleriz. Küçücük, eski bir gezegende gün sayıyoruz.
Belki de bir an önce kurtulmamız için dua ediyorlardır. Biz gitseydik mesela, gelmek ister miydik, acaba? Galiba çok güzel olduğu için sütreli, gelin yüzü gibi... Ölüm anında kalkacak, duvağı. O geceye boşuna ‘düğün gecesi’ dememişler.
Bir ayette, “Mala ne kadar düşkünsünüz!” diyor, Allah-ü Teâlâ. Mala ne kadar düşkünüz! Sahip olduğumuzdan emin olduğumuz tek şey o da ondan... Eşlerine, evlatlarına bile sahip olduğundan emin olamayan zavallı insanlarız. Onları ölünceye kadar elimizde tutamayacağımızı bildiğimiz için canlı varlıklardan cansızları daha vefalı görmüş, dört elle sarılmışız, son nefese kadar bırakacağımız yok! O anda can çekiliyor bedenimizden; sımsıkı tuttuğu oyuncağı elinden alınamayan çocuğun, uykuya daldığında avucunun açılıvermesi gibi canlarımızın yongalarını bırakmak zorunda kalıyoruz.
“Sonunu düşünmeyip dünyaya aldanan insan, ipek böceği gibidir. İpek böceği kendine yuva örer ve sonunu bilmez. Sonra oradan çıkmak ister, çıkacak yer bulamaz, ördüğü yuvasında ölür ve çalışması başkalarına yarar.” diyor, Efendimiz.
Dünya malı biriktirenler ve bir ömrü sadece bunun için harcayarak, dünyada bırakıp giden, akıllı geçinen kişiler vardır, mallarının esir aldığı. Azrail geliverdiğinde:
“Ne olur bir nefeslik zaman ver de iman tazeleyeyim! Bir Kelime-i Şahadet getireceğim!" deseler ya da "Tövbe edeyim, en azından!" dercesine baksalar, canları boğazlarına geldiğinde, yalvarırcasına, dışarıya fırlamış gözleriyle; onlara bu fırsat verilmez! Bilirler ama yine de hırs ve tamahlarının esiri olarak, gece gündüz durmaksızın, kendilerini esir alacak ağı örmeye devam ederler.
Dünya, Rabia gibi Allah dostlarının sadece bedenleri için hapishane olmuş. Ruhları, geceler boyu yedi kat göklerde sema etmiş, Kur’an, namaz, zikir ve tefekkürle yıldız yıldız dolaşmış, ölmeden önce ölerek, ölümün güzelliğini hayattayken yaşamaya başlamışlar.
Zikir demek, namaz demek... Kur’an’da namaz, ‘salât’ olarak geçer. Salât da zikir demektir. Belli sure, ayet veya sözcüklerin tekrarı... Lafz-ı Celal’in, Allah’ın Güzel İsimlerinin, Sıfatlarının tekrarı... Namaz da gerek hareketlerin gerekse okunanların tekrarından ibarettir. Tekrarın amacı, pekiştirmektir. Tekrar, imanı pekiştirir, olgunlaştırır. Tabi ki tefekkürle beraberse... Zikir, yani salât olarak geçen namaz, tefekkürle iç içeyse, içi doludur, aksi halde şekilde kalır. Beyin süzgecinden geçirilmediyse, idrak tarafından emilmediyse, kalbe inerek, sevgi ve aşk haline dönüşmesi imkânsızdır; o anlam yüklü hareket ve sözcükler işlevini yapamaz hale gelir.
Kur’an da zikirdir. Orada da tekrarlar vardır. Tekrar tekrar okunması gerekir. Salik; Kur’an okuyarak, namaz kılarak ve zikrederek ilerlemeye çalışırken, tefekkür ederse yol alabilir. Aksi halde, hiç birinde anlatılmak istenenlerin anlamlarına vakıf olamaz, sadece iş yapmış olur, ibadet değil.
Rabia, ömrünün sonuna doğru, iyice zayıflaması nedeniyle geceleri sabahlara kadar ibadet edemez, eskisi kadar namaz kılamaz olmuş. Yapmakta olduğu ibadetler, bedenle yapılanlardır ve insan gücünün de belli bir sınırı vardır. Tefekkür için bir iş, bir hareket, güç harcamak gerekmez. Akıl çalıştığı sürece, son nefese kadar yapılabilir.
Rabia’nın gece teheccüd namazı kıldığı, Kur’an okumak ve zikirle meşgul olduğu söylenir ama nasıl bir zikir yapmakta olduğu hakkında bir açıklama yapılmamış. O zamanlar henüz sofilerin sema halkasının teşekkül ettirilmemiş olduğu, ilk sema halkasının 253 de (868) vefat eden asıl adı Ali Tenûhî olan Seriyyüs-Sekati tarafından Bağdat’ta oluşturulduğundan bahsediliyor.
Zikir meclisleri eskiden beri varmış ve Hasan Basri Hazretleri’ninki, Basra cami’sindeymiş. İsa bin Zâbân da hicretin 120. yılında Ubül’de bir zikir meclisi kurmuş. Zikir, bu meclislerde inkişaf etmiş ve insanlar buralarda yalnız Allah’ın adını anmakla kalmamış, bir takım tekke ve zaviyelerin inşasına da başlanarak, ilim yuvaları haline getirilmiş.
Orada ilk dergâh, hicretin 150. yılında Abbadan’da, Rabia’nin dostu Abdülvahid bin Zeyd’in tilmizleri tarafından açılmış. Kısa zamanda büyük bir şöhret kazanmış ve orada namaz kılmanın bile bambaşka bir faziletinin ve ayrıcalığının olduğuna inanılmış. Hicretin 260. yılında, zencilerin çıkarmış oldukları isyan sırasında her yer harap olmuş, bu dergâh da yıkılmış.
Kuranlar, Abdülvahid bin Zeyd’a ve dergâhın bulunduğu yer olan Abadan da Basra’ya çok yakın olduğu için Rabia’nın yapmakta olduğu zikrin kurallarının, bu dergâhta ortaya çıkmış olabileceği sanılıyor.
Rabia, kadın olduğu için bu dergâha girmemiş, küçücük evinden ayrılmamış, ibadetlerini kendi mekânında yapmış. Evi, şehrin batı tarafındaymış. O taraf, eğlence muhitinden oldukça uzakmış.
Onun devri ağlayanlar devriymiş. Rabia’nın dostlarından olan Rebah b. Amr diyor ki:
“Mescide girer girmez ağlamağa başlardı. Evinde ve mezarlıkta dolaşırken de durmadan ağlardı. Ona bir defasında:
“Ömrünü yas tutarak mı geçireceksin?” demişler.
“Felâket içinde yaşayan suçlular, böyle yaşamalı!” diye cevap vermiş.
Hasan-i Basri Hazretleri de çok ağlarmış. Giderek ağlayanlar çoğalmış. O zamanın dervişlerinin âdeti buymuş. Hüzün, gam, ağlama ve bîhuş düşme âdetine Rabia da uymuş. Çağdaşı olan, Basra’da yaşayan Abdülaziz b. Süleyman El-Râsibî için ‘Seyyidül abidin’ yani ‘abidlerin efendisi, reisi ve piri’ deniyormuş. Abdülaziz, kıyamet ve ölümden bahsedildiğinde eşini kaybeden bir kadın gibi feryat eder, sesine mescidin her tarafından sesler gelir, birkaç kişi de o şekilde haykırarak bayılır, hatta can verenler de olurmuş! Rabia, aslında ölümden değil, hesaptan korktuğu için olsa gerek, ifrat derecesinde ağlar, feryat ederek kendinden geçermiş!
Ölümü tefekkürünün, görüşünü denli değiştirdiğini tahmin edebilmek mümkün değil! O dönemde hayatına köklü bir çekidüzen verdiğine, dünyayı temelli terk ettiğine bakılırsa; Rabia’nın vecd haline gelmek için ölümü tefekkür ettiği, düşündükçe de yokluk duygusundan, Hesap Günü’nün şiddetinden, kabir ve cehennem azabından korktuğu, onun için derin bir endişe ve keder içinde kaldığı anlaşılıyor. Onun hakkında Münâvi şöyle diyor:
“Rabia, büyük bir korku içindeydi. Bas Günü’nden ve cehennemden söz edilince bayılıyordu.”
Bu dönemde Rabia’da, ‘Allah Korkusu’ had safhadaymış. Haşyetle veya aşkla akan bir damla gözyaşı cehennem ateşini söndürür. O da içindeki ateşi gözyaşlarıyla söndürmeye çalışmış. Zamanla, aşkının gücü, korkusunu bastırmış olmalı ki daha sonraki telkinleri, cehennem hakkındaki düşüncelerinin değiştiğini gösteriyor.
Bu dönemini; devrinin, önceki devirlerden devraldığı telkinlerine uyarak, gecelerini ibadetle canlandırıp, ölümü düşünerek haşyet içinde geçirmiş.
Efendimiz, hayatlarımıza yön vermemiz konusunda şöyle demiş:
“Yaşadığınız gibi öleceksiniz, öldüğünüz gibi diriltileceksiniz ve diriltildiğiniz gibi haşir olunacaksınız.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 222
YORUMLAR
Dünya hayatını öğrendik, öğrenmekteyiz. Ahret hayatını bilmiyoruz. Önümüzde soğuk yüzlü ölüm... Yaşarken öğrenebileceğimiz en son şey.
evet nekadar öz bir anlatim hikayenin girisinden itibaren.
“Sonunu düşünmeyip dünyaya aldanan insan, ipek böceği gibidir. İpek böceği kendine yuva örer ve sonunu bilmez. Sonra oradan çıkmak ister, çıkacak yer bulamaz, ördüğü yuvasında ölür ve çalışması başkalarına yarar.” diyor, Efendimiz
cok güzel cok
Dünya mali dünyada kalacak.
bunu bilerek yasayanlar Allaha yakin olarak yasiyor
Bu bayanin resmi cok güzel nur gibi bir yüz.melek gibi.bikilmaz bir güzelik.
cok güzel bir bölümdü yine.
okumak güzel senin her yazdigini.
yüregine emeklerine ellerine saglik.
sevgim sonsuz
hicbitmez tarafından 11/21/2009 11:52:42 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aslında, biz millet olarak. Cenneti de görerek, cehennemi de görerek yaşıyoruz bu hayatı. 'İnsan Gibi' 'İnsan olmak yeterli. "Yaşayan tüm insanlar için eşit hakları, "emek vererek, hak edersen helaldir"
Emeğine sağlık. Güzel insan...
sevgi ve saygılarımı bırakıyorum sayfana.