- 1240 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kendisi küçük anlamı büyük bir yaşam
Bir karanlık mağaranın içindeydi. Etrafında çıt yok. Nefesini tuttu. Sanki ses yapsa biri onu alıp götürecek. Küçük yüreğinde bembeyaz duygular. Hiç açılmamış yufka bir yüreğiyle bekledi. Kendi kendine düşünüyordu ben kimim, nerdeyim. Etraf zifri bir karanlık ama neden. Gerçi onun için her şey yeniydi karanlıkta, aydınlıkta. Gerçi aydınlığı pek bilmiyordu ama olsun, şimdikinin tersi.
Kaç zaman geçti bu zindanda bilinmez. Bir gün bir gürültü geldi kulağına. Dikkat kesildi. Hım bir şey yaklaşmakta. Aman Allah’ım zindanım hareket ediyor. Bir de ne görsün binlerce etrafında ben var. Birbirinin ayınısı nefsler onlarında yüzünde aynı ifade; korku , endişe, merak gözleri fal taşı gibi açılmış ne oluyor burda.
Bizimkisi biraz devinir gibi oldu yerinden şöyle. Bir iki itekleme kendine yer açtı küçük hücresinde. Her yerde onlar altı üstü doluydu. Hareket devam ediyordu. Ağırca süzüldü şöyle iyi bir yer kapmalı neyse burası iyi . Artık gereğini bilmiş kurulmuştu şöyle seyirlik bir yere. Gittiği yerde karanlık iyiden azalmış nerdeyse güneş doğmuştu üstüne.İyice yaklaştı, amanın o ne, bembeyaz bir ateş ki gözleri kamaştı. Gözlerini kapadı hemen. Tüm gücüyle sıktı göz kapaklarını, nerdeyse gözlerini bir kaşık gibi yerinden çıkaracaktı.
Ağır ağır ışığa alışmıştı gözleri hafiften göz kırpar gibi açtı gözlerini. Kırpıştırdı şöyle bir baktı ki bir tel örgü.Bir hapse düşmüştü.Tel örgüden dışarı baktı. Dışarısı alabildiği geniş bir ova. Ortalıkta çok güzel bir hava vardı. Derin derin içine çekti bu temiz havayı, sanki binyıldır zindandaydı. O küflü havadan kurtulup tertemiz bir havayla ziyafet çekiyordu. Ciğerleri gül gibi acılmıştı. Öksürdü bi daha çekti. Gene kendini bıraktı öksürüklerini kendi farketti, hemen elini ağzına götürerek, sağa sola bakışlarıyla kolaçan etti sanki birileri onu duymuştu. Titremeye başladı çok korkmuştu. Nasıl titreme ya Rab bu kendini tutamıyordu. Halbuki o kadar korkmamıştı. Sonra etrafına şöyle bir göz attı herkeste aynı titreme. Evet bu kendisinden kaynaklanan bir durum değil, deprem oluyordu herhal.
Sonra bu deprem bir hortuma dönüşmüştü. Herkes büyük bir girdaba tutularak kendilerini yutan bir deliğin içine düşüyorlardı. Hızla kaydı bu canavarın ağzına. Sanki acımaz ve doymak bilmeyen bir devin ağzına düşüyorlardı. Yanındakilerle birlikte devin yemek borusundan kaydılar. Çok sürmedi mideye ulaşmak. Hızla karanlık bir çukurun dibine düşmüştü. Hayır bu basbayağı bir çukurdu. Etrafta öyle etten, mide asitlerinden eser yoktu. Ama nasıl olur diğerleri nereye gitmişti. Tek başına kalmıştı şimdi. Derin bir iç çekti. Sonra ağzını sonuna kadar açarak esnedi. Ay ay ne kadar yorulmuştu. Göz kapaklarına kurşundan bir yük binmişti sanki, açamıyordu; kapanıyor kapanıyor şimdi kapandı. Derin bir uykuya daldı.
Su sesiyle uyandı. Ne oluyor yahu buraya bakan yok mu. Yukarıdan su damlıyordu. Bir bu eksikti dedi. Karnı o kadar açıkmıştı ki içi kazınıyordu. Duvardan damlayan sudan kana kana içti. Oh be ne lezzetli suymuş bu. Sonra boylu boyunca uzandı. Çok yemişti midesi acayip gaz yapmıştı. Bir o yana bir buna dönüp duruyordu. Gözlerine bir türlü uyku girmiyordu. Bir ara gözleri dalmış. Uyandığıda ne görsün karnı içine çökmüştü. Ayaklarına baktı onlar uzamıştı. İnanamadı gözlerine, bu bir rüya olmalı gözlerini kapadı açtı gene aynı. Şöyle kuvvetli bir çimdik, ayyy canı yanmıştı. Tüm bunlar gerçek.
Gözleri bir ara dalıyor sonra bir bakıyor ki ne görsün ayakları biraz daha uzamış. Başı nerdeyse tavana değecek. Aradan kaç zaman geçer bizimkisi artık kendini tanıyamaz bir hale gelir. Anlar ki artık şaşkınlığın faydası yok Allah’tan gelen bu kadere razı olmalı mevla neylerse güzel eyler.
Artık karanlıklığı yırtıp zindanından çıkmıştır. Evet tel örgülerin ardından gördüğü ovaya ulaşmıştı. Şöyle bir etrafa baktı diğerleride etrafındaydı. Sonra belirli bir zaman sonra bir çok kardeşleri oldu etrafında. Hızla boy atıyordu artık zaman onun için büyük bir yarıştı.
Büyük bir buğday tarlasının ortasında bir benzerinin yanında boy atan bir buğday bitkisi idi. Anladı artık kendisinin yediveren bir buğday danesi olduğunu. Çok zaman geçmedi gür başaklardan altın sarısı buğdaylar oluştu. Güneş kızgın fırınındı pişirdi onları buğday tenli birer dane idiler. Artık Harman zamanı gelmişti.
Herkes katıldı bu şölene tüm canlar geldikleri hale yeniden evrilerek ambarın yolunu tutular. Yeni neslin kimisi gelecek ekim için tohumluk oldu. Kimiside değirmenin yolunu tuttu. Tohumlukların durumu malum. Değirmene gidenler için iş çok başkaydı. Önce farklı eleklerden geçip gruplara ayrıldılar. Sonrada artık özlerini görtermek için beden kalıbından kurtulmaları gerekiyordu. Hep birden ezilip bir oldular. Aralarında ayrılık yoktu. Hiç benlik kalmamıştı artık. Un olup çuvallarda birleştiler.
Kimse onlara şucu bucu diyemiyor tek bir hece, iki harften oluşan un’dan başka bir adları yoktu artık. Onlar değil o olmuşlardı. Demek insanlarda birlik olmak için önce kendilerini ayıran kalıplardan sıfatlardan arınıp, özde fıtratları olan insanda birleşmeliler. O zaman kimse kimseyi hor görmez, ayrılıklar aranmaz olur.
Buğdayın hikayesi burda bitmez artık daneler birdir, undur fakat bu bir şey değlidir daha. Asıl olan tam bir karışmak, mayalanmak bir arada, sonrada aynı ülküde, aynı sevinçlerde dertlerde pişmek gerekir. Un, su ve maya ile buluşup bir teknede karışırlar. Öyle bir mayalanırlar ki artık pişmenin zamanıdır.
Aynen insanlarda farklı özleri taşıyan buğday daneleri gibi özlerini döktükleri bir anlayış içerisinde karışarak, aynı kültür ve ahlak üzerinde mayalanırlar. Artık pişmek zamanıdır. Bir milletin pişmesi ise başına gelen zorluklar, felaketlerde dağılmayıp olgunlaşarak, bir arada onun üstesinden gelmeyi bilmesiyledir.
Hamur pişer. Artık o ne buğday danesi, ne un, ne de hamurdur. Piştikten sonra ona ekmek deriz. Özde buğdaydır ama gerçekte buğday değil farklı bir şekil alımış kemale ermiştir artık. Buğday yaratılış görevini yerine getirmiştir.
İnsan da, önce tek başına dünyaya gelir. Ondan sonra kardeşleri, anneyi babayı tanır. Sonra değirmendeki buğday gibi, özde insan olan bu varlık bir kültür, bir medeniyet içine karışır. Sonrasında hayatta binbir türlü meşakkat içinde pişer olgunlaşır. Artık o başladığı noktada değildir, başka bir varlık olur. Gerçekten buğday danesi gibi yaratılış gayesine uygun Allah’ın yeryüzündeki halifesi olursa meleklerden bile üstün mertebeye erişir. Yaratılış gayesine ulaşmıştır. Aksi halde bir bitkinin erişitiği olgunluğa bile erişemez dağılır gider.
Melik Haker (Ekim 2009)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.