- 2323 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GÖZÜ YAŞLI GÜNLÜK-4
-I-
Merhaba gece... Neleri saklıyorsun göğsünde? Nice yürekler umutla bekler sabahı, nice dualı eller kalkar gökyüzüne ve nice umutlar yere serilir gecelerde.
Şimdi bir ıssız sokakta bir adam yalpalayarak yürüyor, çöküyor deniz kenarına…O her zaman oturduğu taşın üzerine bakıyor…Dalıyor derin düşüncelere ve bir taş atıyor sol elini sevdiğinin elinde hissederek. Yüzüne sıçrayan damlalar, gözünden akanlara karışırken derin bir ah yayılır gecenin sessizliğine… Bir türlü anlam veremediği o yüreği anar özlemle ve dalıp gider…
Gecenin o saatinde sadece kendinin uyanık olduğunu sanan binlerce yürek gibi o da gömer uykuyu gecenin siyahına ve başını kaldırıp gökteki yıldızından medet umar. Sen, der…Görürsün onun şu an neler yaptığını…Ben iyi geceler diledim onun için, duydu mu ki? Yıldız, göz kırpar çaresizce… Ben, der… Güneşi görünce saklanan bir garibim…Sen yıldız ol ona ki hep ol yüreğinde. 20.10.2009
-II-
Aşk, terk et ruhumu ve huzur veren sevgin kalsın uzaklardaki gönlümde.
Aşkın kıvrımlı yolları kör etmişti gözleri ve bir yılan gibi sarmıştı ayakları. Esirdi ruhu şimdi. Aşk, uzaklardan bıyık altı güler.
Aşktan uzak dur ki özle benliğini. Bil ki aşk, aynadır yüreğine. Onda kendi beklentilerine aşık olursun. Ne zaman ki aşk biter, bil ki ayna kırılmıştır.
Ruhumda ruhunun bakışını hissediyorum.
Bana dair bir kelam edecekse dilin, de ki ona “Ruhunu vereceksen gel.”
Hangi yürek yalnızlığın kumsalında susuz gezerken dalmaz aşk deryasına.
Aydınlığa hasret gecem, yıldızına baktı ve selamınla ağardı gönlüm.
Şimdi sen varsın, önce yoktun. Zaman ötesinden gelen sen, sönmeyen ateşin gücüne inanır mısın? De! .. Alevi hep canlı tutan ne?
Ya aşkın? Nasıl yaşar ya da nasıl ölür aşk? De!
Her ne sıfatla olursan ol, sen hep ol dünyamda.
Biliyor musun; ruhum, limanında savruluyor.
Yalnızlıklar çalıyor kapıları ve kimsesizlik açıyor kapıyı. Huzurla birlikte giriyorsun içeri.
O an var ya, hayalle sesin buluştuğu an, o gün yeniden doğacaksın. 27.10.2009
-III-
’Toprak alsın dertlerimi.’ dedim de düşündüm derin derin. Dayanabilir mi toprak? Sanırım dayanır. Yüzyıllardır nice gönlün dertlerine bağrını açan toprak, eritip de yok ederken bedenleri, gönüllerdeki dertleri sarı güllerle göstermedi mi gerisin geri dünyaya ya da günahları zakkumun renklerine bürüyüp de sunmadı mı insan denen varlığın gözü önüne; ’Hadi kokla koklayabilirsen.’ dercesine.
Nice nur yüzlü, pırıl pırıl gönüllü insanlar da sarılmadılar mı toprağa sımsıkı? Ondan değil mi ki bu güllerin güzelliği?
Söyle bana ey dünya, nereye saklıyorsun güzelliklerini? Sır gibi sanki bu güzelliklere erişilme yolları.
Başka gönülleri koza içinde gibi koruyup kayıran ey insan! Nasıl bir yürek var o bedeninde ki bencilliğini yok ederek başkasının eline batan dikene ah edersin. Hiç mi haksızlığa uğramadın, hiç mi acıtan olmadı canını? Hadi söyle bana, siyaha bakarken nasıl gökkuşağının renklerini hissediyorsun, söyle! .. De bana: Bağrına saplanan bıçak, yaralarken bedenini, sen nasıl o bıçağı tutan el iflah olsun diye duaya durursun? Bu nasıl bir gönüldür?
Yağmur damlıyor yanaklarıma…Sen gülümsüyorsun yağmura, elleri duadaki çiftçinin ruhuyla. Oysa bak o, neler söylüyor ıslanan ayakları için.
Sen ki bir lokmayı yemeden önce düşünürsün ’İhtiyacı olan başkası var mı? ’ diye. Nice insanlar –bırak helal lokmayı- haramı bölüşmek için sarılırlar gırtlak gırtlağa…
Ve sen toprak söyle bana! Nasıl sığıyor bu yürekler bağrına? Hepsi için ’Gel.’ dersin, orada mı anlatırsın eğriyi doğruyu, akı karayı?
Gözlerimi kapatıyorum, bir masalın içinde buluyorum kendimi. Hani o fasulye ağacı vardı ya, göğe uzanıyordu…Ona tırmanıyorum. En yukarılardan bakıyorum aşağıya. İnsanın yüreğindeki kir görünmüyor, nasıl ayırmalı ki beyazı siyahtan? Tırmanıyorum, tırmanıyorum, tırmanıyorum…Bulutların içine giriyorum, ılık bir ferahlık sarıyor benliğimi… ’Hep orada kalsam.’ diyorum. Ellerime bakıyorum, bir küçük çocuk eli gibi… Ne kadar da muhtaç, uzanacak bir dost ele. Gözlerim acıdı… Açıyorum gözlerimi, bulutlar yok! İnsanlar sarmış etrafımı, meraklı gözlerle boğuyorlar varlığımı. Sırtımı dönüyorum hepsine. Koşuyorum, koşuyorum, koşuyorum ve bir kıyıda nefes nefese duruyorum. Ne güzel… Deniz, kum ve taşlar…Can-ı gönülden el uzatan bir yürek, ’Otur.’ diyor. Oturuyoruz, konuşuyoruz ordan buradan … Bakıyorum gözlerinin derinliği okyanus gibi, o gözlerin bir yerlerinde kendimi görüyorum. Nasıl ve nereden gittim oralara, bilmiyorum. Şimdi veda etsem, desem ki ’Toprakla randevum.’ var. Ne der ki ya da ben gider miyim ki… Bu acıları toprağa mı gömmeli yoksa o gözlerin dehlizinde mi aklamalı? Bilemiyorum.30.10.2009
SERAP HOCA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.