Kalp Kırmaya Değer Mi?
Kazaların, cinayetlerin, kayıpların, salgınların, kavgaların, tartışmaların son zamanlarda çokça arttığı ve her bir Türkiyeliyi yüreğinin en hassas noktasından vurduğu ve tarifsiz hüzünlere saldığı günleri yaşıyoruz. Mecliste böyle, futbol sahasında böyle, tribünde böyle ekranda böyle, siyasette böyle, çarşıda, pazarda böyle… Oyunun kuralı böyleyse vay halimize! Hani Mevlana, hani Yunus, hani Hacı Bektaş? Yoksa harcımız sağlam tutmamış mı? Bizi biz yapan değerler yok mu yani? Kavgadan barışa doğru atılan ilk adım, uzatılan ilk el olmak önemli değil mi? Bu adım bu el kabul edilmezse dahi yanağımıza vurulan ilk tokat bizim olsun.
Oysa her insan hatasıyla sevabıyla bir candır kıymetini bilemediğimiz. Yaşarken doya doya koklayamadığımız, hak ettiği ilgiyi, sevgiyi, muhabbeti gösteremediğimiz için. Ölüm hayatın sonuna konan bir büyük nokta değil de nedir şimdi? Neden insanlara yaşadığı zaman değer vermiyoruz? Neden en ufak şeyler için birbirimizi kırıyor ve sonra o kırıklığı tamir için yıllarımızı bu uğurda heba ediyoruz? Paylaşamadığımız nedir ki bu yalan dünyada? En sevdiğinizi insanın yarına çıkmaya senedi var mı? 10 dakika sonrasını hesap edebiliyor musunuz? Yorumunuz var mı bir hafta sonrası için? Yok şu böyleymiş, bu şöyleymiş gibi insanı heder eyleyen, heba eyleyen söylemler ile kaç yüreği kırıyoruz fark etmeden. Okuyun anlamadıysanız. Buyurun, çekinmeyin lütfen.
*Doğan CÜCELOĞLU’NUN, Eğitimindeki Katılımcılarla bir konuşmasından
alıntıdır.*
“Doğan Cüceloğlu: Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?
Bir Katılımcı: Hocam Allah’a Şükür bildiğimiz kadarıyla yok.
Cüceloğlu: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı milyar insanın da başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz?
Cevap neredeyse otomatik olarak çıkar: “ÖLÜM.”
Cüceloğlu: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek şeydir. Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir ama bundan sonra başa gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Başka hiçbir şey insanların tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?
Katılımcılar : (Burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlarlar)
Cüceloğlu: Öleceğim belli ise, benim ölümcül bir hastalığım olduğu da açıktır... Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?
Katılımcılar: Hayır
Cüceloğlu: Bu saniye içinde olma olasılığı var mı?
Bir Katılımcı: Evet var.
Cüceloğlu: Ya Yarın?
Bir Katılımcı: Evet.
Cüceloğlu: Ya 30 yıl sonra?
Bir Katılımcı: Olabilir.
Cüceloğlu: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor
musunuz? Mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?
(Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü genellikle yaşama böyle bakmamışlardır.)
Cüceloğlu: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? Var mıdır böyle bir garanti?
Bir Katılımcı: Yoktur Hocam.
Cüceloğlu: Peki nereden biliyoruz az sonra telefonun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini? (Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlarlar)
ve:
Bir Katılımcı: Hocam konuyu değiştirsek?
Cüceloğlu: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence. Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu bilseydiniz, o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi
geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?
Bir Katılımcı: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam.
Cüceloğlu: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? Aynı iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular, tartışma ya da gerginlik yaratır mıydı? Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun boynuna
sarılmakta tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? Ona, yüreğinizin derininden gelen bir ’Seni gerçekten çok seviyorum’ demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz? Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı? (Burada bazı katılımcılar ağlıyordur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir)
Cüceloğlu: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde ’Şimdi kalbini kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim’ diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz. Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı? Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?”
******** ******* *******
Lütfen okuduğunuzu anlamaya, beyninize ve yüreğinize iyice sindirmeye çalışın. Sevdiklerinize sarılın, eşinize güler yüz gösterin hemen. Çocukların saçlarını okşayın. Esnafsanız müşterinizi hoş karşılayın, memursanız gelenleri güzel karşılayın. Amirseniz maiyetinize kol kanat gerin.
İnsansanız sevin herkesi. Ne olursa olsun dini, dili, ırkı. En yanınızdakinden başlayın. Şu an, hemen. Zaman; pişmanlıklar, keşkeler ve hayal kırıkları ile yaşayan insanlarla dolu. Zamanında bari doğru olanı yapın. Korkmadan sevdiğinizi haykırın tüm dünyaya. Okkalı bir küfür nasıl savrulursa pervasız öyle.
Vakit varken zayi eylemeyin nadim olacağınız gözyaşlarınızı. Sizi şad edecek, mesrur eyleyecek gözyaşları ile bir mutluluk baranı altında şemsiyesiz bırakacak zamanlara yelken açın sevdiklerinizle.
Ve memleket coğrafyasının her bir noktasında, rakımında ikamet eden herkesin değeri vardır yaratandan ötürü… Gerisi fasa fisodur kavlimce. Sevin gayri.