- 1058 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
217 - YANA YANA
Onur BİLGE
Rabia Hazretleri hakkındaki bilgilerin bir kısmını bize kadar Attar vasıtasıyla gelmiş. Biraz büyüyünce, babası ölmüş, Basra’da kıtlık hüküm sürmeye başlamış. Kız kardeşleriyle ile rızıklarını ararken, acımasız bir adamın eline düşmüş. Altı akçeye birisine satmış. Alan da gaddar biriymiş. Ona ağır işler yüklüyor, eziyet ediyormuş.
Bir gün yolda kötü niyetli bir adam tarafından takip edilmiş ve saldırıya uğramış. Kaçmaya çalışırken kolu kırılmış.
"Ya Rabbi! Senden başka kimsem yok. Yetimimim, öksüzüm, garibim, köleyim. Ben halimden şikâyetçi değilim. Benim için sadece Senin rızan önemli! Sen benden razı mısın? Bütün merakım bu!" diye yalvardığında kalben şöyle söylendiğini hissetmiş:
"Bas Günü, Allah’a yakın olanlar bile senin yerinde olmayı isteyecek! Orada herkes sana gıptayla bakacak! Üzülme!..”
Hz. Rabia’da (K.S.) efendisine eskisi gibi hizmet etmeye, Allah’a kulluk etmeye devam etmiş. Gündüz saim, gece kaim... O, çile yolunda olgunlaşan, sabır potasında eriyenlerdenmiş. Onu pişiren; zillet ve esaretmiş. Önceleri, ahrette alacağı mükafat, sonrasında da cennet nimetleri veya cehennem korkusu için değil, sadece Allah’ın Cemali için onca eziyete katlanmış, çok ıstırap çekmiş, her yarasına Allah Aşkını basmış, tuz yerine.
Rabah oğlu’nun, Hz. Bilal’in (RA.), Süheyb-i Rumi’nin ve Hz. Selman-i Farisi’nin de onun gibi sabredenlerden olduğu söylenmektedir. Dünyanın bin türlü hali var. Yüksek ruhlu kişiler de zalimlerin zulmüne uğrayabilir, hatta köle de olabilirler ama onlar ancak madde âleminde kula, aslında yalnızca Alla-ü Teâlâ’ya köledirler. Ruhları, hak ettikleri düzeylerde miraç eder. Yüreklerine sığmayan Allah Aşkı ve ruhlarında çağlayan imanla coştukça coşar, dünyaya meydan okurlar!
Allah yolunda, her türlü zulme katlanmaları neticesinde yüksek mertebelere ulaşırlar. Kimisi gaip erenlerden olur. Fakat aşk, ilimsiz; ilim aşksız olmaz! Onlar bu iki ayakla koşarlar! Mütevekkil olmayı, kazaya rıza göstermeyi öğrenirler. Dinimizde ruhban sınıfı yoktur. Her mümin irşat ehlidir. Tasavvufi bilgiler; bilen, bilmeyene öğrete öğrete bu zamana kadar gelmiştir. Tasavvufi görüş, mümini her türlü olumsuzluk karşısında dahi mutluluğa götürür. Allah’tan razı, durumundan hoşnuttur.
Allah’a ulaşmanın çeşitli yolları vardır. Hz. Bilal (RA.) müezzinlikle Allah-ü Teâlâ’ya yaklaşmıştı. Vecd ile okuyor, sanki O’na hitap ediyor, İlahi bezme ulaşıyordu.
İnsanlar, dini emirlere itaat ve yasaklara riayet ederek dünyalarını hakikat âlemi haline getirebilirler. O âlemde mutluluğa kavuşurlar. Ruhen bir zevk deryasında yüzmeye başlarlar. Onlara, içinde bulundukları manevi atmosfer kadar mutluluk veren başka bir ortam yoktur. Her yer cehennem, Allah rızası için olmayan her meşguliyet, masivadır. Madde âleminde yaşanmakta olan hayat, tatsız tuzsuz, yavandır. O nedenle dünya hayatı onları sıkmaya başlar ve bir an önce mânâ âlemine göçmek arzusu duyarlar. Henüz bunun zamanı gelmemiş olduğundan, inzivaya çekilirler, dış dünyayla ilgilerini keserler, kabir hayatı gibi münzevi yaşamayı tercih eder, yalnız Allah ile birlikte olmaktan zevk alırlar.
Bu gibi insanlar, yaradılışlarına göre bir yol seçerler. Kimi eza cefa yolunda züht ile ilerler, kimi de Rabia gibi sevgi ve aşk yolunda, bilenlerden bilgilenerek ilerlerler. Allah’ı isteyene, her yol açılır. Dünyayı isteyene de her yol açılır. Dünyayı tercih edenlere Allah, zevk ve sefaları için her türlü imkânı verir. İstediklerini yapar, istedikleri gibi yaşarlar! Onlar, ahretlerini dünyalarına değişmişlerdir. Orada kendilerine sadece azap ve ateş vardır. Ahreti tercih edenlere de uhrevi yollar açılır.
Hz. Rabia, dünyevi sıkıntılardan, Allah’ı içinde arayıp bularak kurtulmaya çalışmış ve azmederek başarıya ulaşmış. Dünya hayatının bir oyun, bir eğlenceden başka bir şey olmadığı gerçeğini kavramış ve manevi âleme dalarak her iki cihan huzurunu yakalayabilmek için durmaksızın çalışmış, muradına yani mutluluğa ermiş.
Bu yol, yalnızlık, kimsesizlik, gariplik yoludur. Dünyada rahat huzur bulamayanların yolu... Fakat yapayalnız yürünemez. İnsan, Allah’a muhtaç olduğu gibi, zaman zaman da olsa birbirine de ihtiyaç duyar. İçine sığmayan duygu ve düşünceleri, kendi düzeyinde, aynı anlayışa sahip, çok sevdiği birisiyle paylaşmak ister.
Dünyevi sıkıntılar had safhaya vardığında, bir dayanak arar ve Allah tarafından ona bir arkadaş lûtfedilir. Hani insan, taşıyamayacağı kadar ağır bir yük altına girer de kendisine yardım edecek bir ele ihtiyaç duyar ya... Hani çok fazla çalışıp yorulduğunda, bir çay demler de paylaşacak bir cana gereksinim duyar ya... Hani hayat boyu müsrifçe harcasa bitiremeyecek kadar varlığa sahip olur da en azından bir kısmını paylaşabilmek için birisini arzular ya... Ya da yapayalnız yaşamakta olan birisi, yalnızlığın doruğuna çıktığında, bir arkadaşa, bir sese, bir nefese şiddetle ihtiyaç hisseder ya... Veya kocaman bir sarayda debdebe içinde yaşamakta olan, kendisini anlayacak kimseyi bulamayan bir insan, dertleşmek için bir yaren arar ya... Hani çılgın bir âşık, yalnızlık, hasret ve ihtiras içinde kıvranırken, güçlü bir ilham gelerek şahane bir şiir yazar da onu sevgilisine okumak, duyurmak, mutlaka ama mutlaka bir biçimde ulaştırmak arzusuyla yanar ya... İşte öyle bir şey...
Rabia da ruhen inkişaf ederken, kendisinde olan halleri paylaşabileceği birine ihtiyaç duydu ama köleydi. Özgürlüğü olmadığı gibi çevresinde kimse yoktu. Ruhu, tahammülün en son sınırında, infilaka hazırdı. İşte o anda İlahi yardım ulaştı. Yakarışlarını işiten acımasız sahibinin katı kalbi yumuşadı ve onu azat etti.
Rabia’nın, Atik oğullarının azatlısı olduğu biliniyor ama sahibinin kim olduğu bilinmiyor. Gerçek Sahibi, Allah-ü Teâlâ’dır ve onu ne aç ne de muhtaç koymuştur. Yarattığını doyurur. Yer altında, gökyüzünde, okyanus dibinde, nerede olursa olsun, yarattığını aç koymaz, kimseye muhtaç etmez. Habir’dir, her ihtiyaçtan haberdardır. Yeter ki kulu O’nu bilsin, başka kapılara gitmesin, kimseye avuç açmasın, sadece ama sadece O’ndan istesin!
Allah, zaman zaman herkesi sıkar, daraltır ve çatlama raddesine getirerek dener. Sınavı başarıyla veren için gerek kalmaz ve üstünden o yük kaldırılarak rahata kavuşturulur. Bildiğimiz odur ki Allah bize taşıyamayacağımız kadar yük yüklemez! En sevdiği, “Habibim!” dediği insanlarının içinden seçerek görevlendirdiği Efendimizin çektiklerini düşünecek olursak, belki yakınlık ve iman gücüne göre çile veriyordur.
Daha doğmadan babasını, minicikken annesini, dedesine sığınmışken dedesini alan, amcasında barındıran, kalabalıklar içinde yalnızlık duygusunu veren, Hıra Dağı’nda Zatını aratan O’dur. Ona da Hz. Hatice-tül Kübra’yı, Hz. Ebubekir’i, Hz. Bilal’i, Hz. Ali’yi veren de O’dur. Yalnızlık, Allah’a mahsustur. İnsanlar, birbirlerine dayanak olur.
Mevlana’nın Şems’e olan yakınlığı ve düşkünlüğü de ondandır. Kendi düzeyinde bir zata ihtiyaç duymuş, onu kimse tatmin edememiştir. O nedenle muazzam bir kavuşma gerçekleşmiş, iki dev birbirini Allah Aşkıyla sevmiştir.
Hz. Musa ile Hızır Aleyhisselem’ın buluşturulması da aynen onlarınki gibidir. Şems de Hızır gibi ledûn ilmine vakıftı. Bir havuz başı sohbeti anında konu açıldıkça Mevlana Hazretleri yanındaki kitapları karıştırarak:
“Babamın yazdıkları...” falan diye söze girerken, Şems kitapları aldığı gibi suya atar!
“Ne yaptın!.. Kitaplar...” diyecek olur, Mevlana.
“Bırak şimdi kitapları da sen beni dinle!” der ve anlatır, gizli ilimden bildiklerini ona. Mevlana’nın aklı hâlâ kitaplardadır ve içi yanmaktadır. Şems, sözünü bitirince, elini uzatır ve kitapları havuzun içinden alarak ona verir. Kitaplar kupkurudur ve der ki:
“İşte babanın kitapları ve işte sana vermek istediğim ilim!..”
Beyinlerinin, sadece madde dünyasındakileri algılamaya yarayan cüzi bir kısmı devrede olan; beş duyuyla sınırlı, altıncısıyla destekli hisleriyle algılayabildiklerinin dışına çıkamayan zavallı yaratıklar olduğumuzu unutarak, bu âlem ve kurallarından başka hiçbir şey olmadığı zannına kapılarak itiraz ederiz ve deriz ki:
“Suya düşen, ıslanır!”
Bu kural, yalnızca madde âleminde geçerli, herkesin bildiği kurallardandır. Bazıları sınırları aşmış; beyin ve iman güçleriyle zikrederek konsantrasyonu sağlayıp, mangalda yanmakta olan korları avuçlayarak, dakikalarca sema yapar ve hâlâ kıpkırmızı halde olan ateş parçalarını yerine bırakırlar. Nasıl olur bu?
Ateşin yanması tabiatındandır. Yakması, Allah’ın emrine bağlıdır! Ateşe, “Yak!..” emri gelmeden, asla yakamaz!.. Hazreti İbrahim için güllük gülistanlık olduğu, şeksiz şüphesiz inandığımız, tek ayetini reddedenin, dinden çıkmış olacağı Kur’an-ı Kerim’de yazılıdır.
Yana yana gidilir, Allah Yolunda! Yana yana ateş yakmaz olunur. Her şey yana yana gitmektedir. Araba, uçak, füze, dünya, güneş, yıldızlar... Roket, kurşun, bakış... Damarlarda kan yana yana gitmektedir. Ciğerlerde hava yana yana... Oksijen, yakıcıdır. Aşk, yakıcı... Yana yana kızarır dalda elma. Yana yana pişer insan, seramik, yemek... Aşk demek, yanmak demek!..
“Hamdık, piştik, Elhamdülillah!” demiş Koca Yunus!
"Haktan inen şerbeti içtik elhamdülillah
Şol kudret denizini geçtik elhamdülillah.
Şu karşıki dağları, yemişleri, bağları
Sağlık safalık ile aştık elhamdülillah."
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 217
YORUMLAR
İnsanlar, dini emirlere itaat ve yasaklara riayet ederek dünyalarını hakikat âlemi haline getirebilirler.
evet cok dogru bir söz.
Fakat yapayalnız yürünemez. İnsan, Allah’a muhtaç olduğu gibi, zaman zaman da olsa birbirine de ihtiyaç duyar. İçine sığmayan duygu ve düşünceleri, kendi düzeyinde, aynı anlayışa sahip, çok sevdiği birisiyle paylaşmak ister
evet kesinlikle.
yalnizlik bir ALlaha mahsus.
yüregine sagllik.
sevgilerimle.
Rabia’nın, Atik oğullarının azatlısı olduğu biliniyor ama sahibinin kim olduğu bilinmiyor. Gerçek Sahibi, Allah-ü Teâlâ’dır ve onu ne aç ne de muhtaç koymuştur. Yarattığını doyurur. Yer altında, gökyüzünde, okyanus dibinde, nerede olursa olsun, yarattığını aç koymaz, kimseye muhtaç etmez. Habir’dir, her ihtiyaçtan haberdardır. Yeter ki kulu O’nu bilsin, başka kapılara gitmesin, kimseye avuç açmasın, sadece ama sadece O’ndan istesin!
Allah, zaman zaman herkesi sıkar, daraltır ve çatlama raddesine getirerek dener. Sınavı başarıyla veren için gerek kalmaz ve üstünden o yük kaldırılarak rahata kavuşturulur. Bildiğimiz odur ki Allah bize taşıyamayacağımız kadar yük yüklemez! En sevdiği, “Habibim!” dediği insanlarının içinden seçerek görevlendirdiği Efendimizin çektiklerini düşünecek olursak, belki yakınlık ve iman gücüne göre çile veriyordur.
Daha doğmadan babasını, minicikken annesini, dedesine sığınmışken dedesini alan, amcasında barındıran, kalabalıklar içinde yalnızlık duygusunu veren, Hıra Dağı’nda Zatını aratan O’dur. Ona da Hz. Hatice-tül Kübra’yı, Hz. Ebubekir’i, Hz. Bilal’i, Hz. Ali’yi veren de O’dur. Yalnızlık, Allah’a mahsustur. İnsanlar, birbirlerine dayanak olur.
yİNE ÇOK GÜZELDİ HOCAM. KUTLUYORUM.
Sabah sabah yüreğim nasıl genişledi,nasıl ferahladı.Yanımda olan gençlere okudum yazını sevgili Onur.Hepsi huşu içinde derin düşüncelere daldı.Davranışları değişti.Biraz önce olmuş olan tatsız bir durumun yerini ahenk aldı.
Güzellikler paylaşılınca işte yarattığı durum.Sen oradan yazdın,ben buradan okudum paylaştım...Hani kelebek etkisi derler ya...Kanadını çırptın oralardan,esintisi yüreğimizi ferahlattı.
Çok teşekkürler.
Yana yana gidilir, Allah Yolunda! Yana yana ateş yakmaz olunur. Her şey yana yana gitmektedir. Araba, uçak, füze, dünya, güneş, yıldızlar... Roket, kurşun, bakış... Damarlarda kan yana yana gitmektedir. Ciğerlerde hava yana yana... Oksijen, yakıcıdır. Aşk, yakıcı... Yana yana kızarır dalda elma. Yana yana pişer insan, seramik, yemek... Aşk demek, yanmak demek!..
“Hamdık, piştik, Elhamdülillah!” demiş Koca Yunus!
Çok haklısın üstadım,yanmadan hiç bir şey olmaz.
"Hamdım,piştim yandım..."
Yaşamın gerçeği işte böyle...Yanmadan başarı sağlanmıyor.Ben pazarlarda yana yana kazandığım paraları harcarken ince hesaplar yapmaktayım örneğin...
Saygım sonsuz hocam.selamlar...