Ölürken sesimi duy(ur)ma anne! …
Anne…
Rahminin en sağlam dokusuna tutunup hayatı ağlarken yaban ellerde, yüreğimi kana buluyor aşk. Bin bir sancıyla doğarken, ecel terleri döküyorum ayaklarımdan. Ad(ım)sız, yaşanılası bir ömrün gülbahar sabahındayım… İnlerken ve gerinirken idam sehpalarında sen, bin kez canan oluyorum can yarına. Sana yeni bir yaşam bağışlıyorum, sırtına yüklediğim ölümün pervasız cevazında…
Şimdi söyle anne! ...
Çığlık çığlığa dünyaya gelmenin ve getirmenin neşvesi kucağa alınmakla ölçümleniyorsa, yediğim bunca vurgunun kadimliği ne için? Bunca gözyaşının içeriği, hangi kursakta sükûta indirgenmiş?
Ağlıyorum elest bezminde yaratılan ruhum kadarınca. Bir Hüzzam şarkı duyuyorum Karacaahmet’ ten... Bir ölünün kucağına tünüyorum, düşeyazmış bir cenin gibi…
Kaderimden 22 yıl geçmiş anne, yalan yanlış…
Kokuna sarmalanmış minik bir beden, kocamış zamanın dibacesinde. An, geçmiş vakitten… Vakit, kalmış Anda… Ellerim kırık dökük, nasırlı zamanda…
Alın yazıma biçtiğiniz adı(mı), kim kara çala yazdı musalla taşlarına? Kim kefenledi ipek saçlarıyla anne, günahkâr cesedimi?
Avazımı susturuyorum… Hüznün tortularını bırakıyorum, gönül eşiğime. Davacıyım, alışageldiğim makûs talihime…
Hükümsüz ütopyalarda yeni yetme şairi oynuyorum. Dudaklarımda sayısız nedamet biriktiriyorum, boğazıma dizelediğim firkat için… Dilimin ucunda “ El-firâk!”.
Hiç görmediğim babamın kabrinde yine dikenler kök salmış, tenimi yolmaya azmeden. Toprak daha bir kabarmış, çürüyen naaşları birer ikişer alırken koynuna… Şimdi sitemkâr kelamlar türetiyorum, etçil böceklerin bakışından arzına. Üzerimi örterken kumdan masallarla, hayallerimi satılığa çıkarmayın b/ it pazarlarında Anne… Üç kuruşluk tümceleri susturmayın dimağımda. Bırakın, gelip geçsin yolumu kesen azgın med-cezirler.
Bırakın, teneşirlerde kalsın kordon boyu adımladığım özlemler… Kavlime sadıklığımı sîretinize ulayın, yamalanacak bir kumaş gibi…
Yalvarırım susma Anne!
Derbeder sûretime, alevden korkular devşirme… Karanlık gecelerin eline tutuşturma, üryân nefesimi bir acûze gibi… Bak! Yine katreler döküyorum mecrûh göğsümden, ebrûlî ayalarına. Yine mâzînin küllerini karıştırıyorum, ise bürünmüş nazarımla. Yalın ayak yürünmüş alazlar topluyorum kırlangıç kanatlarından, Anne... Şizofrenik söylemlere gebe kalıyorum, can çekişe hîbe ederken ömürsüz sevdâmı.
Düşe kalka adımlıyorum gözlerini, sözsüzlüğün eşiğinde…
Azrail’e pay çıkarıyorum,ayağımdan başlayıp boğazımı yoracak can çıkımı için, İblis’in adını zikrederken… Acılarımı kusarak gün ortasına sürüyorum, liğmelenmiş etlerimi. Yüzümün suskun yanını böyle hebâ etme, çenemin düşüklüğünde. Beni sudan sebeplerle karalama, anne… Sırtımdaki kırbaç izlerini öfkene takdim ederken, bileklerimi kökünden kesme ayyaş ruhuma göz koyup...
Bana öyle acınacak gözle bakma, Anne!
Kumpas kurulurken basamaklarıma, bir de sen çelme takma… Sende ezme başımı, hata kapısını her aralayışımda… Şefkatine muhtaç iken zincirlere vurma hilkatimi. Yağlı urganları boynuma geçirirken gözünü kırpmadan, sakın vicdan ayağına sarılma anne…
Ölüler koğuşundayım, Bak! … Artık suskunum, ırak bir düş kadar.
Neşterle oyulmuş gözlerimi, çengellere asıyorum ibret-i âlem için... Ve bu sefer vakte sesleniyorum gırtlağımı patlatırcasına, anne…
“ Zaman! …
Geri ak, kaderimden 22 sene öncesine… Hadi! Ben olmayayım hayatta. Düşmeyeyim görmediğim annemin rahmine, kan pıhtısı… 9 ay nedir, hiç bilmeyeyim ve ağlamayayım bir daha… "