- 1431 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
AYDIN OLMAK
“ Uyumayacaksın
Memleketin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın
Çünkü sen artık o sen değilsin
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Düzelmeden memleketin hali
Gözüne uyku girmez ki
Uyumayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar
Vakur metin sade
Çalacaksın.”
Telgrafhane şiirinde "aydın"ı böyle tarif ediyor Melih Cevdet Anday.
Aydın olmak, soygun ve sömürünün farkına varmak, buna karşı tavır almaktır. Aydın olmak aynı zamanda Sokrat gibi egemenlere meydan okumak, Pir Sultan Abdal gibi zulme karşı çıkmak, hak ve özgürlükleri savunmaktır. Aydın olmak, projektörleri Ortaçağ’ın kör karanlığına tutmak, bu karanlıkta yuvalanmış yarasaları gün ışığına çıkarmak, ortalığı aydınlatmaktır.
Aydın olmak, yaşanılan çağa ve topluma karşı sorumluluk duymak, bunun için bedel ödemeye hazır olmak, gerektiğinde de mayın tarlalarına girmeyi göze almaktır. Aydın olmak, zalimlerle varlık içinde onursuzca yaşamayı değil, mazlumun yanında olup yarını kurtarmak için şerefli ve onurlu bir ölümü tercih etmektir. Aydın olmak vatanı savunmak, emperyalizme karşı ezilen halklardan yana olmaktır.
Toplumların gelişmesinde temel öğe olarak kabul gören, bilginin yaratıcıları, dağıtıcıları ve uygulayıcıları olan aydınlar, güçlerini, taşıdıkları bilgilerin derinliğinden ve zenginliğinden alarak değişim ve dönüşümlerde öncü bir işlev yüklendiler. Örneğin Batı’da Aydınlanma Devrimi’nin itici gücü ve lokomotifi olan aydınlar; toplumun sesi, direnişin simgesi oldular, çoğu kez suçlanıp, ölümle cezalandırıldılar. Yine de kutsal gördükleri davalarının peşini bırakmadılar. Kralların korkulu düşü, kilisenin başının belası olmaktan onur duydular. Bilimi, kilisenin tekelinden çıkarmayı başardılar. Aklı, dinin propagandasından kurtararak özgürleştiler. Aydınlanma çağıyla bataklıktan kurtulan bireyler, tutsaklık zincirlerini kırdılar. Aklı özgürleşen insanlar, 1789 Fransız Devrimi’ni gerçekleştirdiler.
Doğaları gereği muhalif olan o dönemin aydınları, aktif duruşlarıyla topluma karşı sorumluluk bilinciyle davrandılar. İnsanlara rasyonel düşünceyi öğrettiler. Copernicus ve Galileo Galilei çağına değin Güneş’in Dünya çevresinde döndüğüne inanan tüm insanlara “yanılmaz” denilen Tanrı’nın yanıldığını kanıtladılar. 1894 yılında Roma’da Bruno’nun yakıldığı yerde heykelinin dikilmesini sağladılar. Fakat insanlığın gelişim ve dönüşümü uğruna verilen kavgaya kanlarını katan, sosyal değişimlerin gerçek üreticisi olan aydınlar, çoğu kez israf edilen ekonomik değerler gibi güç sahipleri tarafından harcandılar.
Örneğin filozof Demokritos, Abbese’den; diğer bir filozof olan Herakleitos, Efes’ten sürüldüler.
Tarihi bir deha olarak bilinen Sokrat’ın yaşamına, baldıran zehiri içirmek suretiyle son verdiler. Yahudi din adamları tanrıtanımazlıkla suçladıkları Spinoza’yı taş yağmuruna tutarak öldürmeye kalkıştılar. Dünyanın yuvarlak olduğunu ve Güneş’in çevresinde döndüğünü söyleyen Galileo Galilei’yi, tövbe etmeye mecbur ettiler. Descartes’ı Fransa’yı terk ederek Hollanda’da yaşamak zorunda bıraktılar.
Pek çok bilim adamını, papazların emriyle diri diri yakarak Giordano Bruno’nun akıbetine bıraktılar. Ancak Avrupa’da Ortaçağ zihniyetinin Rönesans ve reform hareketleriyle sarılmasını engelleyemediler.
Bilim adamlarının ve filozofların dogmalar karşısında aklın egemenliğini dile getirme çabaları, 17. ve 18. yüzyıla damgasını vurmuştur. Bu yüzyıllarda Avrupa’daki aydınlanmanın belirleyici etkeni genç burjuvazi sınıfının ilk kez Avrupa coğrafyasında kozasını yırtarak tarih sahnesine çıkması olmuştur. Avrupa’da boy gösteren burjuvazi, aristokrasi karşısında sınıfsal çıkarlarını savunabilmek adına ve iktidara ortak olma uğruna aydınların çabalarını desteklemiştir. Fakat ortaya çıktığı ilk dönemde demokratik devrimci bir karaktere sahip olan bu sınıf, emperyalist çağda gerici, yayılmacı ve saldırgan bir karakter kazanmıştır. Feodal çağın ilerici gücü olan genç burjuvazi, kapitalizmin gelişmesine paralel olarak gericileşmiştir. Zaman içinde kapitalizmin vahşi bir karaktere dönüşmesi nedeniyle değişime uğramış ve uluslararası tekellerin ideolojik politik hegemonyalarının bir aracı haline gelmiştir. Örneğin Alman, Japon, İngiliz ve Amerikan aydınları, İkinci Paylaşım Savaşı’nda yaşanan misli görülmemiş insanlık suçlarına ortak olmuşlardır. Bugün de “aydın” diye tanımlanan kişiler, salt ülkemizde değil, ne yazık ki tüm dünyada “toplumu çözümleme ve ideoloji yaratma” daki görevlerini unutarak emperyalizmin planlarıyla uyumlu stratejiler geliştirmeyi kendilerine görev bellemişlerdir.
Günümüzün küreselleşmeci aydınları, bilimsel düşünce yöntemlerini unutmuş, sosyal değişimin üreticisi olacaklarına; Avrupa merkezli yabancılaşmanın etkilerine kapılarak kişiliksizleşmiş, kimliksizleşmişlerdir. Yaratıcı olma özelliklerini yitiren aydınlar, kendi toplumlarının kültürüne ve değer yargılarına yabancılaşmışlardır.
Dahası kültür emperyalizminin ajanlığına soyunan aydın müsveddeleri, kendilerini Avrupa’ya onaylatmak için bugün topluca amuda kalkmışlardır. Elleri üzerinde yürüyen bu baylar, “insan hakları”, “demokrasi”, “inanç özgürlüğü” gibi kavramları kendilerine kalkan yaparak Ortadoğu halklarını aşağılamaya başlamışlardır. Bugün Irak’ta yaşanan zulüm ve vahşeti görmezden gelen ülkemizin onursuz aydını, batılılarca ırzına geçilen Iraklı Nur ve Fatma’ların feryadına karşı kulaklarını tıkamıştır.
Gidişatı seyretmekle yetinen, hatta kendilerini akıntıya bırakan, dahası akıntıya doğru kürek sallayan bu aydınlara geçmişte de bolca rastlanmıştır. Örneğin, Halit Ziya Uşaklıgil’e göre Avrupa’nın her şeyi bizimkinden daha iyidir, daha güzeldir. Türk halkından tiksinen Abdülhak Şinasi Hisar, Batı’dan etkilenmiş ve Osmanlı duygusuyla coşup taşmıştır. Bizlere yıllarca edebiyat çınarı diye yutturulan Nurullah Ataç’a göre “kafa devrimi”nin gerçekleşmesi, her şeyden önce Doğulu olmaktan büsbütün kurtulmaya bağlıdır. Ona göre uygarlık demek, Batı demektir. Doğu’da ne varsa çoğu çürümüştür.
Ne ki, soysuzlara karşı sesini yükseltenler de çıkmıştır. Örneğin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “Yaban” adlı romanında bugünkü aydıncıkların ecdadına şöyle seslenmiştir: “ Bu viran ülke ve yoksul insan kütlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.”
Gerçeklik bilincini yitirmiş, gerçeği aramaktan vazgeçmiş, görünenin ardındaki özü arama kaygısından kurtulmuş, bencilleşerek beynini kiraya vermiş, çıkar dışındaki değerleri unutmuş olan günümüzün aydınlarına göre; hak ve onur, özveri ve fedakarlık aptalca kavramlardır.
Patronların sevgisini kazanmaya çalışan günümüzün yoksul ve yoksun “aydın”ı, dünyanın yeniden paylaşılması kavgasında Batı’nın düşünsel gücü olmayı içine sindirecek kadar alçalmıştır. Ancak dün olduğu gibi bugün de halkımızın kaderini paylaşarak onun safında mevzilenen yığınla namuslu aydın çıkmış ve çıkmaya devam edecektir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.