- 896 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bu Ne Sevgi Ahh (Bir sevgi hikayesi )
BU NE SEVGİ AHH!
Genç adam iş yerinde hangi arkadaşı hasta olsa hemen ona “Geçmiş olsun “ ziyaretine giderdi. Düğünlerde mutlaka bulunmaya çalışırdı. Bunları da O insanları sevdiğinden yapar, karşılık bile beklemezdi.
Genç adamın bir gün aniden apandisi patladı. Birkaç gün Hastanede yattı. Daha sonra bir hafta kadar da evde dinlendi. Bu hasta olduğu zaman müddetçe iş yerinde hakiki dost bildiği sadece iki arkadaşı ile , hakiki manada akrabası olan üç kişi ziyaretine geldi. Kendisini sevdiğini söyleyen akrabalarından ve arkadaşlarından hiç gelen olmamıştı. Genç adam bunlara içerlemesine içerledi ama belli etmemeye gayret etti.
Evde dinlendiği müddetçe bolca kitap okudu. Gazetelere göz attı. Televizyonda haber programları seyretti. İnternette uzak yerlerden arkadaşları ile sohbet etti. Kendisini iyice toparlamaya baktı. Yaklaşık on gün kadar insanlardan uzak kalmıştı.
Kendini toparladığı bir an bakkala indi. Bakkal onu görünce: “ Ooo neredesiniz Ahmet bey , sizi ziyarete gelecektim ama inan biraz olsun boş zamanım olmadı” dedi. Bunu söylerken Ahmet bakkalın yüzüne baktı. Samimiyetsizlik, ciddiyetsizlik , tüm çıplaklığı ile bakkalın yüzünde sırıtmaktaydı.
Ahmet pencereden aşağı baktığı zaman bakkalı çoğu zaman sitenin emekli sakinleri ile muhabbette görmekteydi. Üstelik bakkal karşı dairedeki dul kadına her gün ihtiyaçlarını getirdiği halde ona bir hal hatır sormaya gelmemişti.
Bakkalın bu pişkinliği karşısında “ ya sabır” çekerek alacağını alarak hemen bakkalı terk etti. Sinirlenmiş , bakkalın pişkinliği karşısında hem de kızmıştı.
Biraz evin yakınında parka doğru yürümeye başladı. Parkta bir boş bank buldu.Bankı medili ile temizleyerek oturdu. Hava güzeldi. Güneşli bir bahar günüydü. Etrafı seyrederek temiz hava alırken, birden yanında bir iş arkadaşı peydah oldu. Arkadaşı yanına gelmiş , Ahmet ise havanın güzelliği , tabiatın insanlara verdiği huzuru hissederek, arkadaşının yanına geldiğini fark edememişti. Arkadaşı ona “Nerelerdesin” diye sorduğu zaman , ameliyat olduğunu söylemekten çekindi. Şimdi “ameliyat oldum” dese duymadım yalanını basacaktı. Ama bilmekteydi ki ameliyat olduğunu iş yerinde herkes duymuştu. Biraz hoş beşten sonra arkadaşının muhabbetinden sıkılınca oradan kalktı.
Biraz yürüdükten sonra , uzun zaman görmediği kendisinden 10 yaş kadar büyük olan amcasının kızına rastladı. Densiz konuşmaları , saçma sapan sohbetleri ile yörede meşhur olan bu kadına , sataşmadan nasıl savuştururum diye düşünürken, amcasının kızı” aa amcamın oğlu amma da burnun büyümüş , bayram oldu , seyran oldu nerelerdesin?” dedi. Ona da ameliyat olduğunu söyleyemedi.Şimdi O’na da ameliyat olduğunu söylese gene yalanı basacaktı. O’nu da günaha sokmamak için sustu. Böyle ortamlarda şeytana uymadan susmak ve “ ya sabır” çekmek en iyi şeydi. Çünkü , dünya öyle hal almıştı ki, kimse “ Aman günaha girmeyeyim, yalan söylemeyeyim” diye düşünmüyor, kendini haklı göstermek için , insanın gözünün içine baka baka yalanı basıyorlardı. Bunun karşısındaki insana ne etki bıraktığını hi. Düşünmüyorlar, bir insan kendilerine “ yalancı” dediği zmaanda çok öfkeleniyorlardı. Cahil insan olmanın özelliği bu olmalıydı. Hep suçlamak, hep suçlamak , hep şikayet etmek , hep şikayetçi olmak .
Bunu bilen Ahmet bey , amcasının kızının elini öperek oradan uzaklaştı. İnsana el öpmekle saygı olur muydu ? Çok defa köyüne gittiği zaman insanların yaşlı baba ve annelerinin elini saygı ile öptüklerini ama kahvede arkadaşları ile konuşurken “ Bizim baba işini bilmemekte, ölse de hem bakımından kurtulsak , hem de tarlalarımızı güzelce satarak başka şeyler alsak” dediklerini duyunca el etek öpmenin bir anlamı kalmıyordu Ahmet için.
Ahmet bunları düşündükçe amcasının kızının elini öperek oradan uzaklaştı. Kendisine böyle çıkışan amcasının kızının boylu boyunca oğulları vardı. Ahmet’i sevmezler. Görünce de göstermelik bir selam vererek kaçarlardı yanından.Ahmet bu konuyu hiç söz konusu etmezdi. Söz konusu etse hemen tatsızlıklar oluyordu. Susmak en iyisi idi.
Ahmet, havanın güzel olmasını fırsat bilerek , biraz gezmeye karar verdi. İlerde bulunan gazete bayiinden sevdiği, okuduğu gazeteleri aldı. İnsanlarla çene çalmaktansa o gazete kitap okumayı tercih eder, gazetelerin kuponlarını hep keser. Verdikleri kitapları çocuklarına okuması için verir, eğer çocuklarının ihtiyacı yoksa , ilde bulunan Güzel Sanatlar Lisesi Müdürüne hediye ederdi. O da öğrencilerine severek okumalarını söyler, kütüphaneye koyardı.
Sevdiği gazeteleri okumak ona zevk vermekteydi. Gazeteyi alarak parktaki çay evinin tenha bir köşesine hem çayını yudumlarken , hem de gazetesini okurken , hemen yanına bir arkadaşının geldiğini gördü. Baktı iş arkadaşı idi. Cimri mi cimri, bir bardak çay ısmarlamaya korkan, gazete ve kitaplara para vermeyi israf sayan , iki tane sevi olmasına rağmen hep parasızlıktan pulsuzluktan şikayet eden insandı. Geldi yanına oturdu. İki tane gazete almış olan arkadaşına biraz küçümseyerek bakarken , “ Ya Ahmet, sende tüm gelirini bu gazetelere harcamaktasın galiba” dedi.Ahmet gene içinden “Ya sabır çekti. Gelen arkadaşı önce gazetelere bakmak istemedi. Sonra gazetelerden bir tanesini alarak şöyle başlıklarına bakıp bıraktı. Bir yandan da söylenmeye başladı. “ Bu gazeteleri alacağına şu gazetelerden alsan sana daha faydalı” demez ki. Ahmet “Sabrın da sonu var” misali bu densiz konuşmaya cevap vermeye karar verdi? “ Sen bu gazeteleri her gün okuyor musun ki, bana almamı tavsiye ediyorsun. Allah’a şükür maaşın var , iki evin var . Bir gazete oku da çocuklarına gazete okuma sevgisi aşıla” dedi. Arkadaşı pis pis sırıtarak “ Anlaşılan benim evimde gözün var” demez mi ? Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık misali . Ona güzel ders vermeye karar verdi. “ Benim kimsenin malında mülkünde gözüm yok. Yunus emre boşuna
Mal sahibi mülk sahibi,
Nerde bunun ilk sahibi,
Mal da yalan mülkte yalan,
Gel biraz da sen oyalan dememiş. Sen işte bu dünya oyununda rolünü oynamaktasın” dedi. Sonra kendini gazetenin içine gömdü. Arkadaşı da söylenerek oradan ayrıldı.
Ahmet insanların bu kadar pişkin olmasını anlayamıyordu. Okuduğu gazeteye insanlar neden bu kadar karışmaktaydı ki ? Allah’ın ilk emri “ Oku” olmasına rağmen, her an Müslümanlık taslayan insanlar neden kitaplara, gazetelere ve onları sevenlere düşman oluyorlardı ? Bunu anlamakta zorlanmaktaydı. Hem kitaplara düşmandılar hem de çocuklarının okuyarak doktor, mühendis olmasını istemekteydiler.Kitap okumayan doktor ve mühendislerde halktan uzak sosyal olmayan insanlar olarak hayata devam etmekte, bu da onların çok zaman mutlu yaşantılarına engel olmakta ve bu da çocuklarına yansımakta bu da böyle devam etmekteydi hep.
Çayını yudumlarken, gazetelerdeki ünlü ve başarılı yazarlarla röportajları okurken , onların hayatta kalma, insanlara bir şeyler öğretme çabasına her zaman hayran kalmaktaydı. Adamlar, kadınlar hiç boş durmuyorlar, oradan oraya , insanları aydınlatmaya , kendilere değer veren, seven insanlara moral aşılamaya koşuyorlardı. Bu adamlara hep sevgi duymaktaydı. Bu insanlara takdir duymaktaydı. İşi olmayan insana işini şeytan vermekteydi işte. Bu adamlar , bu kadınlar ise boş zamanı olmuyor ve şeytana kötülüklerini sergilemeleri için 24 saatlik zamanda boşluk bırakmıyorlardı. Okuyor, yazıyor, okutuyor ve aydınlatıyorlardı insanları. “ Keşke bende böyle yazar olsaydım ?” diye geçirdi. Arkadaşlarını asla küçümsemiyor, onları değersiz bulmuyordu ama , onlarda gelişmek ve çocuklarını geliştirmek için çaba da harcamıyorlardı. Çaba harcayanı da sevmiyorlardı işte .
Bunları düşünürken , gazetede bir ünlü yazarla röportaja kendini vermiş okurken bir ses duydu. Birisi kendisine “Ahmet bey “ diye seslenmekteydi. Sesin geldiği yana bakınca karşısında komşu ilde Üniversitede öğretim üyesi olan arkadaşı Ceyhun bey vardı. Hemen ayağa kalktı. Kucaklaştılar. Ceyhun bey elinde gazetelerle görünce Ahmet’i ons sevgi ile bakmış ve “ Kardeşim, ne güzel gazete ve kitaplarla haşır neşir olmaktasınız. Kitaplar ve gazeteler benim de dostum. Seni görünce ne kadar mutlu olmaktayım. Gazete okumanla , güzel konuşmanla , bana umut veren sözlerinle benim kalbime adeta taht kurmaktasın” dedi. Ahmet bey, o zaman gerçek manada okuma sevgisi olan bir dosta rastladığını ve içinde insanlık sevgisinin arttığını hissetti. Mutlu olmuştu.
Ceyhun bey, yakında katılacağı bilimsel toplantıdan bahsetti Ahmet beye. Araştırması konusunda bilgi verdi. Ahmet de konu hakkında görüşlerini anlattı. Ceyhun bey “Unutmadan not alayım şuraya” dedi. Sonra O’nu bir dersine konuk etmeye çağıracağını söyledi. Ahmet’te memnun olacağını söyledi. Ceyhun bey konuşurken aniden aklına gelmiş gibi “ Ahh unuttum, siz ameliyat olmuştunuz . Unuttum , gerçekten siz ameliyat olmuşsunuz. Biraz önce bir arkadaşım anlattı. Tam da size tesadüf ettim” dedi. Aniden bir şey unutmuş gibi kalkarak parkın bir köşesinde bulunan kitapçıya girdi. Ahmet bey çok şaşırmıştı. Ceyhun bey nereye gitti diye. Biraz sonra Ceyhun bey gelerek elindeki paketi Ahmet beye uzattı.” Kusura bakma ameliyatınıza ‘geçmiş olsun’ a gelemedim” diyerek paketi verdi. “ Lütfen açın bakın” demekten de çekinmedi. Ahmet paketi açınca “ Her şey Seninle Başlar” diye kitabı gördü. Mümin Sekman’ın bu kitabını duymuş ama okumamıştı.Ahmet içinden “ İşte hakiki dost böyle olmalı” diye düşündü.
Ceyhun bey , biraz oturduktan sonra , oradan hemen işi olduğunu söyleyerek Ahmet beye acil şifalar dileyerek ayrıldı. Ahmet bey’in biraz sonra telefonuna çağrı geldi. Baktı. Ev telefonu çağrı atmaktaydı. Bunun anlamı evde yemek hazır demekti. Tam hesabı ödeyeceği sırada garson “ Biraz önce kalkan bey sizin hesabınızı ödedi efendim” dedi. Ahmet şaşırdı. “İşte okumuş insanla , okumamış insanın farkı bu olmalı” diyerek oradan ayrıldı. Ahmet bey o kadar olumsuz arkadaş ve akrabaya rastladıktan sonra , hakiki bir dosta da rastlamanın keyfi ile “ Benim mutluluk mabedim” dediği oğlu, kızı ve eşinin kendisini beklediği yuvasına mutlulukla uçarak hızlı adımlarla gitmeye başladı…. Yaşadığını , hakiki manada sevildiğini hissettiği ailesi vardı. Tüm dünya onu anlamasa da vız gelirdi….l
TURAN YALÇIN-TOKAT
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.