- 738 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
NEDEN YAZIYORUM
Şimdi şu anda kırk yaşındayım. Yirmi üç yıllık memurum. Bir çocuk annesiyim ve yirmi üç yıllık evliyim.
Kırk küsur yıllık yaşantımda, hayat ile hep mücadele verdim. Önce çocuktum. Çocukluğumu mutlu yaşadım. Sonra genç kız oldum. Genç kızlığım on sekiz yaşına kadar sürdü. Evlendim ve kadın oldum. Yirmi yaşında, kızımın doğumu ile anneliğe attım adımlarımı.
Bazen düşündüğümde, hayatın merdivenlerini çok hızlı bir şekilde adımladığımı fark ediyorum. Memurum, aynı zamanda ev hanımı, anne, eş, dostlarım için de arkadaş, dost, yaren… Bu örnekler istediğimiz kadar çoğaltılabilir.
Ben, genel olarak dışa dönük, pozitif, kinci olmayan ve insanları çok çabuk affeden birisiyim. Kolayca sinirlenmem. Her zaman kendimi, karşımdaki kişinin yerine koyarak hareket ederim. Çok da sinirlenmişsem, mutlaka çok önemli bir nedeni vardır.
En kötü özelliğim ise çok fedakar olmam. Bu aslında, kriterler arasında iyi olarak değerlendirilse de günümüzde af buyurun “ Enayilik” Olarak değerlendirilmeye başlandı.
Karşımda ağlayan biri olsa, bana dertlerini anlatsa, onunla birlikte ağlarım. En az onun kadar üzülürüm. Çareler aramaya çalışırım. Elimden gelen bir çözüm olursa, yapmaya çalışırım.
Karakterimin bana verdiği bu özellikleri yıllarca hor kullandım. İnsanları, hep sevdim. Kusurlarını kapatmaya, iyi taraflarını görmeye çalıştım. Haklı olduğum zamanlarda bile tatsızlık çıkmasın diye tartışmadan kaçınmaya gayret gösterdim.
Bugüne kadar tepem atmadığı sürece kimseyle kavga etmedim. Ama hakkımı aradım tabii ki. Ararken de kavga ile değil konuşarak aramayı tercih ettim.
Bir süre sonra anladım ki insan oğlu çok doyumsuz. İstediklerini verdiğiniz sürece, daha fazlasını istiyorlar. Daha önceki yıllarda, o kadar umursamıyordum bu durumu. Sanırım, olgunlaşmanın etkisi ile bazı şeyler gözümde büyümeye başladı.
Çoğu zaman kendi kendimi sorgulardım. İçimden “ Acaba, ben de mi bir tuhaflık var. Yoksa diğer insanlarda mı var ? “ Bir süre sonra da bende bir tuhaflık olmadığını, dünyanın değişmekte olduğunu, insanların da sahteleşen dünyanın, canlı figüranları haline geldiklerine karar verdim.
Dünya, bir tiyatro sahnesi. Bizler de o tiyatroda oynayan oyuncularıyız. Verilen rolleri, belirlendiği şekilde oynamaya çalışan oyuncular. Bazen hiç bize uygun olmayan roller de veriliyor ve oynanmamız isteniyordu. Kurallar vardı. O, kuralların arasında, her şeyi görmeyeceksin, duymayacaksın, bilmeyeceksin.
Bunları yaptığında, karşındaki insanlar mutlu olacak, dolayısıyla sana yansıyacak. Sen de mutlu olacaksın. Bu oyunun adı da sanırım üç maymun oyunu.
Ben, o zamana kadar bu oyunu hiç oynamamış ve dolayısı ile de kurallarını bilmiyordum. Çoğu zaman, bu konuda genlerini aldığım, ailemi suçladım. Bana hep dürüstlüğü, sadakati,dostluğu, saygıyı, insanlarla iletişimin ne kadar önemli olduğunu öğretmişlerdi. Ben, onlardan o şekilde öğrenmiştim. Başka türlü de davranmam mümkün değildi. Ben her zaman güçsüzün yanında olmayı tercih ettim.
Değişmek istedim çoğu kez. Ama beceremedim. Oynamak istediğim oyunu, isteyerek oynamadığım için başarılı olamıyordum. Sahnede, rolde yapılan hatalar, izleyici tarafından hemen fark ediliyordu çünkü.
Çok mutsuzdum. Tüm bu anlattıklarımın hepsi ev dışında yaşadıklarımdı. İnsanlardan uzaklaşıyordum gittikçe. Onların yüzünde gördüğüm sahte gülüşler, benim midemin kalkmasına sebep oluyordu.
İyice insanlardan uzaklaşmıştım. Yakınımda olan ve samimiyetine yüzde yüz inandığım insanların çevremde kalmalarına müsaade etmiştim. Az da olsalar, bana yetiyordu. Sahte duygularla yanımda olanlara ihtiyaç duymuyordum.
Sonra durumumu kendim de fark ettim. İnsanlardan iyice uzaklaşmış ve etrafıma sanki demir bir tel örgü çekmiştim. Bu durum, bir insan için çok tehlikeliydi.
Dostlarımdan bir tanesi ile sohbetim esnasında bana duygu ve düşüncelerimi kağıda dökmemi istedi. Pozitif bir insandım. İnsanlarla ilişkilerim çok iyi idi. O dönemde ise tam tersi.
İlk yazımı, onun isteği ile beyaz sayfaya döktüm. O yazı beni çok rahatlatmıştı. Sonra benden o yazıyı istedi. Dergi çıkartıyordu. Dergisinde yayınladı. Ben rahatlamıştım. İnsanlara, eskisi kadar kızmıyordum. Yeni yazılar yazmak için onları gözlemliyordum. Yazdıkça, içimde çağlayan pınar, coştukça coşuyordu.
Sosyal olayları, çevremde yaşanmış olayları hikayeleştiriyordum. Anılarımı, kafamda kurguladığım hayali öyküleri yazıya döküyordum.
Bir süre sonra yazmanın, benim için terapi olduğunu anladım. Belli bir süre sonra da rahatladım. İnsanlarda gördüğüm ve beni rahatsız eden şeylere takılmamaya başlamıştım. Bu sırada da internet sitelerinde yazmaya başlamıştım. Bir sürü arkadaşım olmuştu bu sayede. Onlarla, edebiyat konusunda fikir alışverişlerinde bulunuyorduk. Bazen aynı şeyleri aynı anda bile hissedebiliyorduk.
Uzun bir süredir de burada sizlerle birlikteyim. Yazmak beni rahatlatıyor. Yazdıkça, çağlayan pınar akmaya devam ediyor. Yazmayı seviyorum ve sevdiğim için yazıyorum.Sanırım yazmak benim vazgeçemeyeceğim bir uğraş, bir zevk haline geldi. Yolun yarısından sonra kendimi keşfettim.
Hepinize de sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
YORUMLAR
İnsanlar değişti haklısınız değerli arkadaşım.Ben de aynı sizin gibiyim.İnsanları kırmayı,incitmeyi,onları mutsuz etmeyi hiç sevmem.Hep gülerim,tebessüm ederim yüreğim kan ağlarken.Çevremdekilere karşı içtenim,en zor anlarında hep yanlarında olurum.Onlar ağlarken çareler bulmaya çalışırım,yalnız bırakmam.Fakat söylediğiniz gibi insanoğlu doyumsuz.Hep bekliyorlar bu kez,ben üzüldüğüm zaman ise yalnız kaldığımı,yalnızlığa terkedildiğimi anlıyorum.Tabi var,değer bilen dostlar var.Fakat az sayıda.İnsanlar mekanikleşti.Yazmak bir terapi,gerçekten çok yararlı oluyor.Hem duygu ve düşünceklerin kkaleme kağıda aktarılması,yıllar sonrası için ce çok önemli.Harika bir yazıydı.Büyük bir beğeini ile okudum,Tebrik ederim tüm içtenliklerimle.Sevgi ve selamlarımla çokca.
Uzun bir süredir de burada sizlerle birlikteyim. Yazmak beni rahatlatıyor. Yazdıkça, çağlayan pınar akmaya devam ediyor. Yazmayı seviyorum ve sevdiğim için yazıyorum.Sanırım yazmak benim vazgeçemeyeceğim bir uğraş, bir zevk haline geldi. Yolun yarısından sonra kendimi keşfettim.
İyi ki yazıyorsunuz.Sizin gibi değerli bir kardeşimizi böylece tanımış olduk...saygılar efendim...
CANIMM MELEĞİM
Yaş kemale ne zaman erer diye merak eder ya hani, insan bazen. İşte, kırklı yaşlar hayatımızın en güzel, en olgun ve en dolu dolu yılları.
Sağlıkla nice güzel yıllara ermen dileğimle...Hayat kırkından sonra başlıyor..
Yaz gülüm. Yaz güzel yazıyorsun.
Terapi adına da olsa yaz. Okuyan da rahatlasın. Bizim doğallığa, samimiyete güvene ihtiyacımız var.
Bizim, kibire, adam k/ayırmacılığa, hırsızlığa, yalancılığa ihtiyacımız yok...........
Allah'a emanetiz.
Sevgimlesin.
Sevgili Nermin hanım.
Çok sevdiğim bir ablam vardı. Benden sekiz yaş büyüktü. Uzun zamandır görmemiştim onu. Bir gün işyerime ziyaretime geldi. Oradan buradan kjonuşurken " Türkan, ben kırk yaşıma geldiğim gün dünyamın değiştiğini hissettim. Yeniden doğmak derler ya işte onu yaşadım. Hayta daha farklı bakmaya insnaları daha farklı görmeye başladım. Bunun nedeninin geldiğim yaş olabilceğini düşünmemişti ama kırkımdan sonra geçen her günümün bşr ışık gibi aydınlandığını hissettim. Bir başkasını dinlemeden, yapmak istediklerimi yaptıkça mutluluğu yakaladığmı anladım. Eminim sende kırk yaşına geldiğinde bunu yaşayacaksın" demişti.
O an abartı gibi gelmişit bana. ASma abartı olamdığını kendim kırk yaşıma geldiğimde anladım. Şu an kırk üç yaşımdayım. Her doğan günümün daha aydınlık doğduğunu hissediyorum. Çünkü bende yapmak istediklerimi yapıyorum.
Yazmanın en büyük terapi olduğunu biliyorum. Sizin de bunu keşfetmiş olmanızdan dolayı mutlu oldum.
Sevgiler yüreğinize. Yazmaktan asla vazgeçömemeniz dileği ile
NERMİN HANIMCIĞIM,
Samimiyetiniz beni çok etkiledi.belkide çevrenizdeki insanların o halide tesadüf değildi .rabbimin bir tavaffukuydu.çünkü onlar olmasa bizler sizi burda tanıyamıycak yazılarınızı okuyamıycak içtenliğinizi yüreğinizin güzelliğini keşfedemiycektik.ne iyi etmişsiniz duygularınızı yazılara dökmüşsünüz.iyiki varsınız.iyiki sizin yazılarınızı okuyorum.yüreğinize kaleminize sağlık.saygılarımla.
yazınıza bir buket gülll bırakıyorum.
Budur...Yazını daha önce de okudum. İnsanlar yazmalı, içteki kin, keder, özlem, insana dair ne varsa kağıda dökülmeli...Dökülmeli ki, yürek hafiflesin, bazılarına ışık bazılarına, soru işareti olsun...
İyiki o dostun sana yazmanı söylemiş. Yoksa seni tanıyamayacaktık.
Ayrıca bu yazın, teknik olarak da, yazdıklarının içinde en iyisi olmuş. Bence bu tarz yazmaya devam etmelisin.
Kutluyorum seni. Sevgilerimle...
Sevgili Nermin, seni anlamayacak insanlarla uğraşmaktansa, duygularını kağıda yazman çok güzel bir şey... Hiç olmazsa defterimiz dedikodu yapmıyor. Sıkıldığımız zaman, konuşmak istediğimiz zaman, bize hemen beyaz sayfalarını açıyorlar. bizim içimizi boşaltmamız için...
Yazmaya devam et dostum... KAlemine güç, yüreğine ilham diliyorum.... Sevgilerimle...
Yazmak, beyinlere ve gönüllere ulaşmak müthiş bir şey. Siz bunu keşfetmişsiniz. Yol uzun, siz yazmaya devam edin. Mutlaka okunacaksınız. Okundukça birtakım yüreklere dokunacaksınız. Bunun verdiği hazzı hiçbir şey veremez. Yüreğiniz ve kaleminiz hiç susmasın Nermin Hanım. Tebrik ve saygılarımla.
Toplum içinde yaşarken yalnız olmak çok zor ve bir perde arkasından olayları sadece izlemek içine girmemek. Bu mümkün değil. Bir şekilde hepimiz hayatın bir yerlerinden tutunmaya çalışıyoruz. Soyutlayamıyoruz kendimizi.
Zamanla dışından söyleyemediğimiz şeyleri içimizde biriktiriyoruz ve artık dolduğu zaman beyin haznemiz taşıyor; kağıda dökülüyor.
Burada arkadaşı kutlamak lazım. Seni bize kazandırdığı için.
Hep yaz ve bizler de hep okuyalım...
Sevgim çokça...