- 793 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GÜL BAHAR
Gülbahar
Sabah kahvaltısını yaptı. Evin penceresinden dışarıyı şöyle bir süzdü;
-Çok kar yağmış, dedi .
Beyaz gelinliğiyle tüm doğayı süsleyen kar taneleri bütün yolları kapatmıştı.
-Şu yukarı yoldan gideyim, diyerek okula gitmek için pardesünün yakasını ensesine kapattı ve boynunu da içine çekerek okula gitmek için yola çıktı.
-Bu yol okula biraz uzak ama olsun en azından bu yol düzgün, dedi.
Hiç gitmediği o yoldan yürümeye başladı. Bazı köylüler evlerinin damına çıkmışlar damlarındaki karları temizliyorlardı. Ahmet Öğretmene uzaklardan köylüler:
-Güle güle öğretmen bey... diye seslendiler.
-Hayrola öğretmen bey?!... Buralardan geçmezdin. Akşam “arabaşı” yemeğimiz var, sen de gelirsen çok seviniriz öğretmen bey, dediler.
Ahmet Öğretmen, hiç geçmediği bu yoldan çok memnundu. Ayakkabısının içine karlar girdi ve eğilerek ayakkabısını çıkartıp içindeki karları temizledi . Biraz ilerisindeki evin yola bakan penceresine gözü takıldı ve bir an donup kaldı. Pencerenin tülünü aralamış, tesettürlü, sarışın, genç ve güzel bir bayan öğretmene bakıyordu gök mavisi gözleriyle de gülerek. Önce Ahmet öğretmenin elini kolunu bağlayıp adeta onu esir alıyordu, diğer taraftan da köye ışıklar saçıyordu. Ahmet Öğretmen, yürüdüğü o düz yolda yürümeyi unutmuş ve yolunu kaybetmiş bir çocuk gibi hiçbir hareket edemeden olduğu yerde duruyordu
Titrek sesiyle;
- Çok güzel bir kız Allah’ım... dedi ve şaşkınlığını sürdürerek üniversite yıllarında dışarıda başörtüsünden dolayı içeri alınmayan kız arkadaşlarını hatırladı.
-O zaman, o kızlar dışarıda soğukta bekliyorlardı, ben içerideydim; şimdi de ben dışarıdayım, o içerde çaresiz... diye mırıldandı. Sonra, Allah’ım, burada donup kaldım ve bir de neler düşünüyorum, dedi.
Kulağına gelen bir ses ;
-Öğretmen bey, yolunuzu mu şaşırdınız? diyerek Ahmet Öğretmeni kendine getirdi. Öğretmen, hafifçe geriye dönerek;
-Siz miydiniz “has, has efendi” ? dedi ve son bir kez penceredeki kıza bakarak;
-Gülme... dedi.
“Has, has Sarı” :
-Efendim... Öğretmen bey, bana bir şey mi söyledin? diye ve şaşkınlıklarla karlı yolda yürümeye başladılar.
“Has, has Sarı” :
-Öğretmen bey, sen titriyorsun, sıkı giyinmen lazım, dedi ve yol ayrımından vedalaşarak ayrıldılar.
Ahmet Öğretmen, üşümüyordu ama titremesine de engel olamıyordu. Gönül kuşunu direksiz gök kubbeye uçurarak;
-Bekar mı acep? dedi. Gönül verdiği biri var mıdır ? Evlenmek istesem kabul eder mi? diyerek kafasındaki soruları çoğaltıp duruyordu.
Soğuk havalar artık üşütmemeye söz verdi. Artık kuşlar üşümüyordu. Baharı beklemeden koyunlar benekli kuzular doğurdular. Gökyüzündeki bulutlar yer değiştirerek aldıkları emirleri yeryüzüne bazen kar bazen de yağmur olarak yağdırıyorlardı .
Ahmet Öğretmenin titremesi kesildi ve yolunu hep uzatarak penceredeki o kızı seyretme pahasına ve hep aynı yoldan gidip geliyordu.
Günler günleri kovalıyor, ısınan havalar coşkun akan sulara ve rengarenk açan çiçeklere ve toprak kokan bahara tüm canlı ve cansız varlıklar kendini teslim ediyordu.
Bahar mektubu
Bugün çok neşeliydi. Çünkü Ahmet Öğretmeni bahar, gülle karşılamış ; sevgi tomurcukları gönülleri coşturuyordu.
Öğretmen , tıraşını oldu. Temiz elbiselerini bir kez daha kontrol ederek üzerine giydi. Gülbahar’ı yine her zamanki gibi pencereden seyrederek birbirlerine gülücükler göndereceklerdi.
-Bugün ne pahasına olursa olsun öğrencilerin karnelerini verdikten sonra küçük Mustafa ile konuşup o kızdan detaylı bilgiler almam lazım, dedi
Köyde çıkacak dedikodulardan çok korktuğu için hiç kimseye bir şey belli etmiyordu.
- Bu konuyu ancak Mustafa’ya açabilirim, açmalıyım, diyordu.
Öğretmen, okul için alması gerekenleri eline alarak ayakkabılarını giydi ve kapıyı da kilitleyerek okula gitmek için yukarı yoldan süzülerek yürüdü. Kalbi çok hızlı atıyordu.
-Annem ve babamla konuşup onu istetmek lazım dedi ve ekledi:
-Allah’ım, ben neler düşünüyorum... Ben daha o kızın ismini dahi bilmiyorum... diye mırıldanıyordu.
Gülbahar’ın evlerinin penceresine yaklaşmıştı. Kalp atışları öğretmeni sallayarak yeni açmış çiçeklerin yapraklarını döküyordu. Durakladı ve kalp atışlarının hızını biraz yavaşlattı. Mülayim bir bakışla pencereye baktı.
-Yok!! dedi.
Bekledi , bekledi... Pencere kapalı, perde kımıldamıyordu . Yeni açan papatyalar boynunu büktü, kayısı ağaçları çiçeklerini döktü, çağlasını vermekten vazgeçti.
Ahmet Öğretmen, buruk bir gönülle okula gelerek öğrencilerinin karnelerini teker , teker dağıttı. Aklı hep o penceredeydi.
-Onu görmek için çok da iyi hazırlanmıştım... diye mırıldandı.
Öğrencileriyle vedalaştı. Mustafa’ya seslenerek;
-Mustafa , seninle konuşacaklarım var, diyerek sınıfta kalmasını söyledi ve diğer arkadaşlarına dönerek;
- Zil çaldı, sizler gidebilirsiniz, dedi.
Öğretmen, heyecanlı hareketlerle ayakta duran Mustafa’ya dönerek;
-Mustafa , sana karşı ayrı bir sevgim var ve senin samimi oluşun, sormadan cevap vermeyişin çok hoşuma gidiyor. Ya susuyorsun ya da konuştuğunda ne pahasına olursa olsun doğruları söylüyorsun, dedi.
Mustafa şaşkınlıkla öğretmenini dinliyordu . Öğretmen, aldığı nefeslerini tazeleyerek ve sağa sola yavaş gezintiler yaparak kendi kendine;
-Yanlış mı yapıyorum acaba? deyip, duygularını kontrol etmeye çalışıyordu.
Öğretmen:
-Mustafa!. dedi, soluklandı ve eliyle işaret ederek;
-Yukarıdaki şu tek evin penceresinde devamlı duran bir kız var, onun hakkında bana biraz bilgi verebilir misin? dedi ve derin bir oh çekti.
Mustafa:
-Gülbahar ablamı mı soruyorsun? dedi.
Öğretmen:
-Gülbahar mı?
Mustafa:
-Evet, onun ismi Gülbahar, köyün en güzel kızı, dedi. Cebinden bir mektup çıkartarak:
-Gülbahar ablam babasıyla birlikte bugün İstanbul’a düğüne gitti. Bu mektubu da sana vermemi söyledi, dedi.
Mustafa öğretmenini çok şaşırtmıştı.
-Gülbahar ablam hakkında öğrenmek istediklerinin hepsi o mektubun içinde var, dedi.
Oradan ayrılmak için müsaade istedi ve öğretmenin gözlerine bakarak mırıldandı:
- Sormaz ki bilsin, bilmez ki sorsun...
Öğretmenini mektupla baş başa bırakarak okuldan koşarak ayrıldı.
Öğretmen, mektubu çıtır tadarak açtı ve önünde duran sandalyeye yarım bir şekilde sekilendi. Mektubunun içinden çıkan gül yapraklarını eziyet vermeden eliyle alıp masasına koydu. Mektubun üzerindeki tarihi okudu ve kendini tamamen mektubun içinde hissederek devam etti.
GÜL BAHARIN MEKTUBU
Öğretmen olmayı çok istiyordum.
“Kız çocukları okur muymuş?...” diyerek babam beni okula salmadı. Biz de “Anaya , babaya saygı başta gelir onlar ne yaparsa doğrusunu yapar” diyorduk .
Sekiz yaşlarında idim, okulu ve bahçesinde oynayan o çocukları çok seviyorum. Bu yüzden olacak ki , okulun yanında bahçemiz var. Her gün olmasa da haftada bir kaç gün kendi bahçemize gider, ayva ağacı okul bahçesine yakın olduğu için ayva dalına çıkar ve saatlerce öğretmenleri çocukların oyunlarını seyrederdim ,
Yine bir gün, o ayva dalına çıktım. Kızların ip atlayışlarını ve erkek çocukların koşuşmalarını seyrederek kendimi adeta onların arasında koşup geziyormuş gibi hissediyordum.
Babam yanıma gelmiş, hiç görmedim. Bana seslenerek;
-Ne yapıyorsun dişi kediler gibi dalın başında ? diyerek kalın sesiyle kükredi ve ben bir an panikleyerek çok korktum ve korkudan ayva ağacından aşağıya düştüm. Kendimi kaybetmiş ve bayılmışım. Beni eve götürmüşler, orada da ayılıp kendime gelmeyince vilayette devlet hastanesine götürmüşler. Aylarca hastanede kaldım.
Netice olarak, boynum kırılmış ve boynumdan aşağısı felçli olarak yaşamaya başladım. Ellerim , ayaklarım bana küstüler, benimle konuşmuyorlar. Beni de her zamanki oturduğum o pencerenin önüne annem getiriyor. Sonradan edindiğim dostlarım serçelerle gökyüzünde dalgalanarak uçan güvercinlerle dostluklarımızı geliştiriyor ve onlarla oyunlar oynuyorum. Penceremin önünde gördüğün kırmızı açan gülleri göz yaşlarımla suluyor ve Ulu Tepe’de kına rengi kayanın yanına giderek kaybolan evladı için feryat eden babayı seyrediyordum. Taa ki, kar taneleri seni benim karşıma getirene kadar...
Söyle öğretmen, hiç elinden bir kuş kaçtı mı? Benim gönül kuşum kaçtı . O da kanatlanıp uçarak sana kondu. Ona iyi bak, olmaz mı? Yem istemez, su istemez... Onun tek isteği var , o da sevgi ve ne olur onu incitme. Eğer istemezsen gönül kuşumu uçur, o geri gelir. Selam ve duayla kal.
DÜVEN DİŞLERİ isimli kitabımdan.
Yazar Hamit uzun.