- 1390 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
O KÖYE GİTMEK İSTİYORUM.
Bazı anılar vardır ki hiç unutulmaz. İnsanın hafızasına kazınmıştır. Bunlar ya sevinçli anılardır, ya da üzüldüğümüz anlarda aklımızdan çık(a)mayan anılardır.
Yaşımız kaç olursa olsun hatırlarız. Benim çocukluğum çok mutlu geçti. Babam, ilkokul öğretmeniydi. Annem ise ev hanımı. O zamanlar, yaşam belki de bu kadar ağır gelmiyordu insanlara. Ellerinde olanlarla yetinebiliyorlardı herhalde. Biz üç kardeşiz. Benden büyük bir ağabeyim, benden küçük bir de kız kardeşim var. Ben, babamın görev yaptığı köyde dünyaya gelmişim. Orada da on bir yaşıma kadar kaldık. Kendi köyümüz de çok uzak değildi zaten. Arada dört köy vardı.
Babam, öğretmendi. Aynı zamanda da yaz tatillerini değerlendirmek için babasına ait tarlaları ekip biçerdi. O yüzden de ben, hangi köyde oturduğumuzu anlayamazdım. O zamanların en lüks arabası olan Murat 124 marka bir arabamız vardı. Rengi ise buz mavisiydi. Annem, çok çalışkan bir Anadolu kadınıydı. Hâlâ da öyledir. Babam hayatta değil.
Daha önceki yazılarımda da çok bahsetmiştim çocukluğumdan. Tek katlı ve tek derslikten oluşan, beyaz badanalı bir köy ilkokulu. Büyük bir bahçe içerisindeydi. Tam o bahçenin içinde ve okulun karşısında iki oda ve çok küçük mutfaktan ibaret bir lojman. Diğer evlerden farkı, içinde tuvaleti ve banyosunun olmasıydı. O yüzden de, köydeki arkadaşlarımın çok ilgisini çekerdi. Tek kusuru vardı. Banyo, tuvalet ve mutfakta musluk olduğu halde su akmıyordu. Çünkü su şebekesi yapılmamıştı. O yüzden de onlar sadece dış görünüş olarak görevlerini yerine getirirlerdi.
Köyümüzdeki diğer evler ahşap, iki katlıydı. Alt katta ise hayvanların barınağı olan ahırlar vardı. Amaç, orada yaşayan hayvanların, kışın yanan sobanın ısısından faydalanmalarıydı sanırım. Kendi köyümde ve babamın görev yaptığı köyün kültür olarak farklılığı yoktu.
Bir arkadaşım vardı. Aynı yaştaydık. Çok iyi anlaşırdık. Onunla evcilik oynardık. Annesi de benim annemle çok iyi anlaşırdı. Bizim lojmanın önünden yukarı doğru bir bayır yol vardı. Onun sonunda otururlardı.
Annemle, Melahat’ ın annesi, onların bahçesine gitmişlerdi. Bizi de götürmek istediler. Biz gitmek istemedik. Biraz onlarda oynadık. Sonra canımız sıkıldı. Bizim eve geldik. Annem ise taşıdığı suları kenara dizmiş. Onlarla bulaşık yıkıyor, yemek yapıyor ve hatta çamaşır yıkıyor.
İkimizin aklına bir fikir geldi. Uygulamak için evde ne kadar çamaşır varsa hepsini banyoya getirdik. Leğenin içine doldurduk. Üstüne de suları döktük. O zamanlar şimdiki gibi deterjan yok. “ Şaşmaz” adında deterjana benzer bir toz var. Onu da bolca döktük. Bir müddet oynadık. Sonra sıkıldık ve bıraktık. Odaya geçerek, bebeklerimizle oynamaya başladık. Saatin kaç olduğundan haberimiz yok. Zannediyorum bahardı mevsimlerden. Çünkü, annemler bahçedeki sebzeleri çapalamaya ve otlarını temizlemeye gitmişlerdi.
Kapının açılması ile banyodaki çamaşırlar aklıma geldi. Ama yapacak bir şey kalmamıştı. Annem içeriye yorgun bir şekilde girdi. Banyo da tam giriş kapısının karşısına geliyor.
“ Nermin!... Ne bu hal. Ne yaptınız siz? Ben, onları bu yorgun halimle nasıl yıkayacağım ? “ Dedi. Korkuyorum bir taraftan. Korkmanın yanında, daha çok utanıyorum. Yazık anneciğim, iki gün uğraştı benim yüzümden. Yine de o kadar kızdığı halde, bir fiske bile vurmadı bana.
Aslında, o gün ben Melahat’ ı kırmamak için öyle davranmıştım. Bana “ Nermin, banyoda çamaşır nasıl yıkanıyor. Merak ediyorum ben “ Dediği için o şekilde davranmıştım. Onu kırmak istememiştim.
Şimdi, bunları düşündüğümde, o zamanla bu zaman arasında çok şeylerin değiştiğini hissediyorum. Biz, sokakta oynardık. Yorulurduk, terlerdik ve stresimizi atardık. O evlerin hiçbirinde kapılar kilitlenmezdi. Herkes birbirine güvenirdi. Çocuklarımız kaçırılacak diye endişe duymazdı. Yatsı ezanından sonra girerdik evlerimize. Ertesi gün oynayacağımız oyunlarını hayal ederek uyurduk.
Yine o köydeyiz. Annem ile babamın iki günlüğüne bir yere gitmeleri gerekiyor. Ben de gitmek istemedim. Kardeşlerim ve annemler gittiler. Ben, Melahat’ın evinde kalacağım. Canımız sıkıldı. Gezmek istedik. Hava da çok soğuk. Kar var her tarafta. Dışarıda oynama imkanımız da yok. Melahat’ ın annesi bizi başka bir komşuya götürmeye söz verdi. Ben de gideceğimiz evin insanlarını seviyorum. Sevinerek çıktık evden. Melahat ile şakalaşarak gidiyoruz.
Evden içeriye girdik. O evlerde de oturma odasının alt kısmı patatesin saklandığı yerler olurmuş. Ben de küçük olduğum için bilmiyorum. Ben, dış kapıdan girdim. Evin yaşlı hanımını da çok seviyorum. Amacım, ona bir an önce ona kavuşmak. Neşeli neşeli kapıyı açtığımı hatırlıyorum, sonrasını hatırlamıyorum. Meğer, biz gitmeden önce ev sahibi patates almak için oradaki küçük kapağı açmış ve aşağıya inmiş. Benim kapıyı açıp, ayağımı atmamla, kendimi aşağıda bulmuşum. Başımda bir ağrı ile kendime geldiğimi hatırlıyorum. Yüzüm, kan revan içinde. Başımda hafif bir şişlik.
Çok üzülmüşlerdi benim o halime. Buna benzer bir sürü hatıra var hafızamda kalan. Şimdi o köy, başka bir yere taşındı. Üç köyün birleşmesi ile köy kent projesi ile birleştirildi. Ama Melahat’ ın ailesi yeni köye gitmemiş. Hâlâ orada yaşıyorlarmış.
Melahat ile yıllar sonra karşılaştım. O da anne olmuş, ben de. Yaşımız ise gelmiş kırka. İlk aklımıza gelen o çamaşır yıkama anımız oldu. Epey bir güldük. Hasret giderdik onunla. Dakikalarca kucaklaştık. Sonra da mecburen ayrıldık.
Çocukluğumuz ne çabuk geçmişti. Sanırım o da bir şey anlamamış. Değişmeyen bir tek şey vardı onda da. Yüzündeki muzip gülümseme ile gözlerindeki sevgi pırıltıları.
Keşke bir imkanım olsa da o küçük halimle, o köye geriye dönebilsem. O köy değişmiş midir acaba sizce ?
YORUMLAR
En kötüsü ne biliyor musun? Benim hiç çocukluk anım yok. Çünkü ben gerçekten cam bir fanusta büyümüşüm. Evin en küçüğü olmamın dezavantajı aman bir şey olmasın. Ablamlar anlattıkça çocukluk anılarını yaptıkları yaramazlıkları içim giderdi, tıpkı okuduğum anı gibi. Çok güzel bir anı ve yazı.
Sevgim çokça...