- 2193 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TÜRK HALK EDEBİYATI VE HALK ŞİİRİ
TÜRK HALK EDEBİYATI VE HALK ŞİİRİ
Edebiyat; Birey ve toplum yaşantısını sözlü veya yazınsal anlatmayı amaç edinen
sanattır. Şiir ise; edebiyatın en değerli söz sanatıdır.
Toplumu toplum yapan, zamanın her anında güzelin güzelliğin yanında bulunan, duygu ve düşüncelerini aktarıp paylaşan, kalıcı bir belge olarak gelecek nesillere taşıyan şair, bulunduğumuz çağın rehberidir. Halk şiirleri, yüzyıllarca, kuşaktan kuşağa halkın dilinde dolaşıp günümüze ulaşmayı başarmaları ile önem verilmeyi hak ediyor. Halk Şairleri, sevdikleri ve sevmedikleri her şeye karşı tepkilerini kalemle yazarak veya sazları eşliğinde şiirler okuyarak dile getirmişler. Bu şiirler halk tarafından öyle beğenilmiş ki yazıya dökülmeden, dilden dile dolaşarak günümüze kadar gelebilmişler. Diğer toplumlar gibi Türk toplumu da dillerdeki ve gönüllerdeki Marş, Şarkı, Türkü, Ağıt, Deyiş, İlahi, Atasözü, Deyimler, Tekerleme ve Mani gibi dörtlükleri, her alanda rehber göstererek varlıklarını sürdürürler. İşte Halk şiirinin büyüsü, çarpıcılığı burada yatmaktadır. Halk şiiri yalnız başına toplumun dili, dini, ırkı, örf, adet ve geleneği, kültürü yani varlığıdır. İsterseniz Halk şiirini kökten ortadan kaldırmayı deneyin. Mümkün mü? O zaman Halk şiirini baş tacı, yazarları olan Halk şairlerini de el üstünde tutup değer vermeliyiz.
ŞİİRİN DOĞUŞU
Edebiyat, ister yazılı olsun ister sözlü olsun şiirle doğmuştur. Türk şiirinin doğuşu da dörtlüklere dayanır. Kim bilir belki de dünya şiirinin doğuşu da dörtlüklerden oluşmuştur. Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu Çin kaynakların, Milattan önce Türkçeden Çin’ce ye çevrilmiş Türkçe tabletlerin oluğunu söylemektedir. M.S. ise 329 yılını verir. Divan-ı Lügat Türk’te adı geçen ilk ozanların adlarını; Çuçu, Aprınçur ve Tiğn gibi ozanların oluğunu yazmaktadır.
Daha sonra 13.Yüzyıldan itibaren, Horasan’dan Anadolu’ya akın akın gelen göçle beraber Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli gibi ozanlar tekkelerde boy göstermeye başlar. 18. Yüzyılla birlikte bazı sanatçılar divan edebiyatından etkilenerek Arapça kelimeler kullanmıştır. Divan şiiri ve şairleri Cumhuriyet dönemine kadar tek edebiyat olarak okunup kabul görmüşlerdir. Cumhuriyet’ten önce sadece sempati duyulan Türk Halk Sanatları ve folkloru ön plana alınmış, öncekilerin küçümsediği Karacaoğlan’ın, Yunus’un tarzı örnek alınmıştır. Artık harf benzerliği de kurulan Batı Edebiyatı daha yakından takip edilmiştir. Türk edebiyatı, Batı Edebiyatı’nın yeniliklerini, akımlarını uygulamaya başlamıştır.
17. Yüzyılda (1650) bir üslup akımı olan Şebk-i Hindi, 1855’te Encümen-i Şuârâ şairleri, 1860 da Tasvir-i Efkar yazı kadrosu, 1880–1890 da Tanzimat ile Servet-i Fünun arasındaki dönem, 1909 da II. Meşrutiyetten sonra Fecr-i Ati Topluluğu, 1910 da Darülfünun (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin eski adı), 1911 de Genç Kalemler Hareketi, 1928 de Yedi Meşale Topluluğu (İkinci yeni şiir hareketi) Hecenin beş şairi Garip Akımı gibi bir çok taarruz harekatı gerçekleştirilmiştir.
Kısacası, Türk Edebiyatı’nın geçirdiği dönemleri anlaşılır bir biçimde toparlayacak olursak, İslamiyet’ten önceki Türk Edebiyatı, İslamiyet sonrası Türk Edebiyatı’ndaki Halk Edebiyatı ile Divan Edebiyatı, Batı Etkisindeki Türk Edebiyatı ve buna bağlı olan Tanzimat Edebiyatı, Edebiyat-ı Cedide (Yeni Edebiyat), Fecr-i Ati ile Milli Edebiyat akımları oluşmuştur. Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı ise Beş Hececiler, Yedi Meşaleciler, Garipçiler (Birinci Yeni) İkinci Yeniler ve Hisarcılar gibi akımların egemenliğine sahne olmuştur. Bizlerin edebiyata sarıldığı 1980 yılından 2010 yılına kadar geçen süreçte ise, bir o kadar kendini bir şey zannederek Türk toplumunun örf, adet, gelenek ve milli duygularını hiçe sayarak ecnebi kültürü ışığında kendi kendine edebiyat yapan kişilerin ve küçük toplulukların varlığına şahit olduk. Kuşkusuz onlarla yaşamaya da devem edeceğiz kardeşçesine…
1940–1950 yıllarında garip akımını başlatan şairler sayesinde şiirimize büyük tepkiler başlar. Halk şiirleri ve şairleri devamlı horlanmışlardır. Batı edebiyatı ile meşgul olmayı yeğleyen birçok şair Halk Şairleri ve eserlerinden söz etmeye gerek bile duymamışlardır. Bugün hiçbir sekteye uğramadan asırdan asra, nesilden nesle Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Kul Himmet, Nesimi, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu ve daha düne kadar Emrah, Seyrani, Ali İzzet, Âşık Mahzuni Şerif ve Âşık Veysel halkının gören gözleri, işiten kulakları olmuşlardır. Halk şairlerini başka bir açıdan ele alacak olursak onlar; bu gün Emniyet Teşkilatı’nda, Askeri alanda ve devletimizin her kademesinde gururla okunan marşlarımızın söz yazarlarıdır. Türk Folkloru, türküleriyle anılıyor ve dünyada gururlanabiliyorsa burada en büyük başarı söz yazarlarınındır. Türk Sanat Müziği, Arabesk ve Tasavvuf müziğine; makam, ezgi ve kaidelerine yön veren, can veren sözler de Halk şairlerinin sözleridir. Milli ölçümüz olan hece ölçüsü ulusal bir karaktere sahiptir. Dünyanın varlığından bugüne kadar var olan hece şiirleri; batı kültürüne ve bu şiir türünü benimsemeyenlere inat, yüzyıllar boyu varlığını sürdürecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Medyanın toplumları yönettiği, Tele vole kültürünün baş tacı edildiği, hırsızlığın ve şerefsizliğin güzel ahlak diye nitelendirilen günümüzde, Kapitalizmin ilerici bir güç oluşuyla burjuva kültürünü kazanmasına, Şairin de şiirini yitirmesine sebep olmuştur. Şair toplumun top yekûn eyleminin öncüsü ve gücü olmalıdır. Toplum da şairlerine sahip çıkmalıdır. Toplumun duyarsızlığından öte, kendi içimizdeki anlaşılmaz kaygılarımız vardır. Bunun nedenlerini de ancak ikiye ayırabiliriz.1.kızım şairleri, Lortlar Kamarası’na haiz şairlere benzetebiliriz. Bu şairler, Avrupa kültürüyle yoğrulmuş, ünlü şairlerin çevirmenliğini yapar, güzel şiir ister ama kendisi bir türlü yazmayı beceremez. Fiziki görünümüyle, ruh haliyle ve yazdıklarıyla entel takınmaya çalışır. Hececileri gerici ve kalıpçı olduklarını düşünerek “Tavuk, çıktığı yumurtayı beğenmez.” Misali onların türünü beğenmez. Dergi ve gazetelere hece şairlerine yer vermeyerek esas ayrımcılığı ve bölücülüğü kendisinin yaptığının farkına bile varamaz. Yıllardır; dilimize, benliğimize, örf ve adetlerimize, törelerimize ve yazımıza yerleşen bazı Arapça ve Farsça sözcüklerini şiddetle kınayan bu kişiler, kendi şiirlerinde Türk milli adetleriyle, diliyle ve kültürüyle hiçbir alakası olmayan Fransızca, İtalyanca, Almanca ve İngilizce sözcüklerini kullanmaktan geri kalmazlar. Buna da çağdaş şiir deyip hemen su üstüne çıkmayı başardıklarını zannedenler, Atatürk’ün “Ecnebi Kültürü” dediği bu kültürü gelecek nesillere nasıl miras bırakacaklarını merak etmekteyiz.
2.kısım şairleri de Avam Kamarası’na haiz şairlere benzetebiliriz. Gerçekçi, toplumcu ve halkçı çizgileriyle yaşanmış ve yaşanmakta olan hayata dair her ne var ise onu yazarlar, onu paylaşırlar ve bu alanda verdikleri hizmetle öz kültürlerini gelecek nesillere armağan ederler. Edebiyatın şiiri tanımladığı gibi onlar da halk şiirini (Hece Vezinli Şiir) ile Çağdaş şiiri (Serbest Vezinli Şiir) bir elmanın iki yarısına benzetirler ve birbirinden ayrılmaz iki kardeş tür olarak düşünürler.
En iyisi kültür adına, edebiyat adına, sanat adına dahası insanlık adına gelin, akı karadan, toprağı sudan, güneşi havadan ayırmayalım. Sünni’yi Alevi’yle, Türk’ü Kürt’le, Çerkez’le, Laz’la kayırmayalım. Dili, Dini, Irkı, Siyaseti şiirlerimize karıştırmayalım. Gönül sofralarımızı, şiirin tüm türlerine açalım. Kim ne yazarsa yazsın, nasıl yazarsa yazsın saygı duyalım. Hepimiz aynı neslin şairleriyiz. Nedir bir birimizden farkımız, Hepimiz aynı toprakta yaşıyorsak ve aynı kültür için çabalıyorsak bunun adı paylaşmaktır. Başka söze gerek var mı? Saygı ve muhabbetlerimle
Mansur Ekmekçi
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.