- 486 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
EY AŞK NEREDESİN? 21
Dükkâna geldiğinde, Tarık’ ı masasında ve sevinçli bir şekilde buldu. Tavırlarından, işlerin iyi gittiği anlaşılıyordu. Onu görünce ayağa kalkarak yanına kadar geldi Tarık.
“ Vay ağabeyim hoş geldin. Bitti mi evin temizliği? Otur şuraya şöyle. Sana iyi haberlerim var. Paçayı, borçlardan kurtaracağız galiba. Bugün gelen müşteri arabamı aldı. Tahminimin üstünde bir karla sattım. Sanırım o para ile borçlarımın çoğunu ödeyebileceğim. Çok sevinçliyim. Allah’ ın izni ile her şey yoluna girecek gibi sanki. Ağabey, bu sevincin üstüne balık alsam da bir balık yapsan! Şöyle, karşılıklı otursak da bir balık yesek ha. Olmaz mı? Çok mu yorgunsun? Yorgunsan, kalsın. “
Tarık’ ı neşeli görmek, onu çok sevindirmişti. Yorgun olmasına değildi ama kafası hala Halime’ nin yüzünde gördüğü morluklara takılmış bir vaziyetteydi. İlk defa gördüğü o kadının o hali onu çok etkilemişti. Yüzündeki hüzün ve üzüntü hali derinden etkilemiş olmalıydı onu. Yoksa çok dikkatli bir yapıya sahip değildi. Gözünden bazı şeyler kaçmazdı ve bu konularda da duyarlıydı aslında. Çok ilgilenmemekten kaynaklanıyordu belki de. O, bugüne kadar hep ailesi ve yakın çevresiyle haşır neşir olmuştu. Kalabalık bir ailesi olduğu için de dışarısı ile ilgilenmeye lüzum görmemişti. Şimdi ise karısının ölümünden sonra rüzgâr farklı bir çevreye savuruvermişti. Hem yabancıydı, hem de çok yakın. Eski günler geride kalmıştı artık. İçkiyi ise bazen aklına getiriyor, sonra da aklına geldiği için lanetler okuyordu. Bu düşüncelerinden sıyrılarak, ona dikkatle, bakan Tarık’a cevap verdi.
“ Yorgun değilim kardeşim. Ne yaptım ki yorulacak. Hemen ben alıp geleyim. Yanlış anlama, ben balıkçıyım ya! Onun için diyorum. Ben alayım diye. Sen, otur dinlen. Hemen gider, gelirim. Sonra da afiyetle balıkları indiririz midelerimize. “
“ Tamam, ağabey. Paran var mı? Yoksa vereyim. “
Elini cebine atan Kamil, cebinden çıkardığı paraları göstererek,
“ Var kardeşim bak. Yeter bunlar. Yanına da marul falan alırım. Balığın yanında iyi gider. Haydi, ben gidiyorum. “
“ Güle güle ağabeyim.”
Dedikten sonra koltuğuna yaslandı ve Nihal’ i düşünmeye başladı. Yemekteki konuşmalarını anımsadı. Onun, kendisiyle konuşurken yüzünün al al oluşunu hatırladı. Birden, aklına ona söylemek isteyip de söyleyemediği gerçekler geldi. İlk kez yemek yediği ve hoşlanmaya başladığı birine, boşanma sebebini anlatması mümkün eğildi. Anlattığında, tepkisi daha farklı olacaktı. Ondan korkmuş ve dilinin ucuna geldiği halde anlatamamıştı. Yalan da değildi aslında, o boşanmaya sebep olan çapkınlıktan sonra bir daha kimse ile bu tür ilişkiler yaşamamıştı. En iyisi zamana bırakmaktı belki de. Nihal ile ne olacağı kesin değildi. Bir yemek yemişlerdi. Hisleri ona aradığı aşkı onda bulacağını söylüyordu. Kalbi, bir kuşun kanadı gibi çarpmıştı o gece.
“ Önce, işlerimi yoluna koymalıyım. Hayata , sıfırdan başlamalıyım. O arada da Nihal ile olan ilişkimin sağlıklı olup olmayacağı ortaya çıkar. Ama, bir gerçek var ki, ben Nihal’ e aşık oldum sanırım. İnsan, hayatta bir kez yakalar. Ve ben onu bırakmayacağım. Hey aşk! Ben, seni buldum. Kaçma benden. “
Sonra da kendisiyle yaptığı bu konuşmaya gülmeden edemedi. Demek ki aşk böyle bir şeydi. Düşünceleriyle boğuşurken, zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anlamamıştı sanki. Kapıdan içeriye elindeki poşetlerle giren Kamil’ i görünce saatine baktı.
Mutfağa geçen Kamil, yaklaşık kırk beş dakika sonra balıkları hazırlamıştı. Salatayı da yapmış ,sofrayı da hazırlamıştı.
Kamil’ in Karadeniz türküleri eşliğinde balıkları yediler. Epey bir saat geçince de son kez kalmak üzere evinin yolunu tuttu Tarık. Eve gider gitmez, eşyalarını topladı. Satacağı eşyaları bir kenara ayırdı. Taşınacağı eve götüreceği eşyaları da farklı bir tarafa ayırdıktan sonra yattı ve uyudu.
Sabaha yakın bir ağrı ile uykusundan uyandı. Şiddetli bir ağrı hissetmişti belinin üst kısmında. Ağrı ara ara geliyor, şiddeti bir anda kesiliveriyordu. Banyoya gitti ve aynaya baktı. Yüzü, sapsarı kesilmiş ve tanınmaz bir hale gelmişti. Elini yüzünü yıkadı. Buzdolabındaki ilaçların arasından bir ağrı kesici aldı ve içti. Yaklaşık yarım saat sonra ağrısı kesildi. Sonra da uyudu kaldı. Ertesi günü , telefonun sesiyle uyandı. Kamil arıyordu. Gecikince aramıştı. Ona hiçbir şey söylemedi. Evden çıktı ve dükkana gitti. Arkadaşı Mesut’ u arayarak eşyaları almasını söyledi. Kamil’ i yanına çağırarak,
“ Kamil Ağabey, hazırlan da evi taşıyacağız. Kamyoncuyu arayacağım. Adam bulacak ama belki yeterli olmayabilir. “
“ Tamam kardeşim. Sen , iyi misin ? Çok solgun görünüyorsun. Hasta mısın yoksa? “
“ Yok ağabey, bir şeyim yok. Biraz üşüttüm galiba. Geçer. Haydi gidelim. “
Tam kapıdan çıkacakken, kamyoncuyu aramadığı aklına geldi. Geriye döndü onu aradı. Ondan sonra eve doğru yola çıktılar. Eve girdikten hemen sonra zil çaldı. Mesut gelmişti. Yanında getirdiği işçiler, eşyaları çıkarttılar evden. Kamyoncu da gelmişti arkasından. Eşyalar yüklendikten sonra evden çıkarken son bir kez baktı evine Tarık. En zor günlerini ve yalnız günlerini geçirmişti o evde. Geriye boş bir ev ve acılar bırakarak ayrılıyordu. Ama yeni umutlar ile dolu yüreğiyle.
Yeni eve geldiklerinde, kamyonun evin kapısına çekildiğini gördü. Hemen koşar adımlarla giderek, kapıyı açtı. İşçiler yavaş yavaş taşımaya başladılar. Eşyası az olduğu için çok çabuk bitmişti taşıma işi. Geriye ise yerleştirmek kalmıştı. Kamyon sahibine ücretini ödedikten sonra içeriye girdi tekrar. Kamil ise eşyaların nereye yerleştirileceğini bilmediği için kenarda durmuş, öylece bekliyordu. İkisi, hummalı bir çalışmanın sonucunda, eşyaları yerleştirmişlerdi kısa bir süre içerisinde.
Çok şirin bir ev haline gelmişti. Bunan sonra yaşayacakları ev, onlara gülümsüyordu sanki. Sıcacık bir yuva haline gelmişti. Kapıya çıkan Tarık, bakımsız bir görünüşü olan bahçeye baktı bir müddet. Sonra, Kamil’ e
“ Ağabey, biraz dinlendikten sonra bahçeyi de bir düzenleyelim. Olmaz mı? Hatta eski masayı bir elden geçirelim. Tatil günlerimizde, kahvaltımızı bahçede yaparız. Çiçek dikelim kenarlara. Nasıl olur? “
“ Harika olur kardeşim. Ben, bahçeyi bellerim. Sonra bir kenara da marul ekerim. Çiçekler dikerim. Gül fidesi alır, onları dikerim. Ben, çok severim. Toprakla oynarken, bütün stresimi atarım. Eğlence olur. Toprağın kokusu gibi var mı? Ben, bu evi çok sevdim. İyi ki bu evi tutmuşsun. Çok güzel günlerimiz geçecek burada. Sen, şimdi nasılsın. Yine bitkin bir halin var. Haydi! Geç içeriye de biraz dinlen. Çok yoruldun. Ondan sonra geçeriz dükkâna. “
Gece, çektiği ağrıları anlatmamıştı Tarık Kamil’ e . Sadece, üşüttüğünü söylemişti: İlaçların etkisi ile ayakta kalmış, yorgunluğun etkisiyle gözleri direnmekte güçlük çekiyordu adeta. İçeriye geçti ve kanepelerden birine uzandı. Uzanması ile birlikte uyudu kaldı. Onun arkasından içeriye giren Kamil, onu boncuk gibi terlemiş olarak buldu yattığı yerde. Başına elini sürdüğünde ise yüksek bir ateşle karşılaştı. Sanki, harlı bir ateşte kalmış gibi yanıyordu Tarık. Bir taraftan da sayıklamaya başlamıştı. Anlayamadığı konuşmalarında sıkça “ Anne ! anne ! bırakma beni. “ Diyor ve arkası gelmiyordu.
Ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette, bir o yana, bir bu yana koşturdu. Sonra aklına yüz on iki acil servis geldi. Acele ile Tarık’ ın telefonundan numarayı çevirdi. Görevliye durumu anlattı. Adresi verdi ve koşarak dışarıya, bahçe kapısının önüne çıktı. Heyecanla geziniyor, bir taraftan da içeride ateşler içinde bıraktığı Tarık’ ı merak ediyordu. Tam o sırada, ambulansın hem korkutan, hem de rahatlatan sesini duydu. Yüzü aydınlandı. Ambulanstan inen görevliler ile birlikte içeriye girdi.
Tarık, kendinden geçmiş bir vaziyette yatıyordu. Bilincini yitirmiş gibi bir hali vardı. Ekipteki doktorun muayenesinden sonra ambulansa götürülmek üzere görevliler tarafından sedyeye alınarak araca bindirildi. Ambulansın tiz çığlığı, sokakları ve caddeleri son sürat ilerleyerek hastaneye ulaştı. Kamil, içinden dualar ediyor ve bir taraftan da göz yaşlarını tutmakta güçlük çekiyordu.
Hastaneye giren ambulans acil kapısında park eder etmez, dikkatlice çıkarılan Tarık, görevlilerin eşliğinde müşahede odasına alındı. Kamil ise korku ve endişe dolu bakışlar ile kapıda kalakaldı. Bir süre sonra kapıya çıkan doktor, onun soru dolu bakışları karşısında, açıklama yapma gereği duydu.
“ Hastanın yakını mısınız ? “
“ Evet, doktor bey. Arkadaşıyım. Neyi var ? Durumu iyi mi ? “
“ Hastanız kronik bir böbrek rahatsızlığı geçiriyor sanırım. Ama tahlil ve gerekli tetkikleri yapmadan bir şey söylemem yanlış olur. Hastanızı yatıracağız. Girişini yaptırın. Sizin de beklemenize gerek yok. Gidebilirsiniz. “
Kamil, doktorun bu konuşmasından sonra şaşkın bir şekilde kaldı. Kaderine isyan ediyordu sanki. Hastanelerden nefret etmişti. Ama yine hastane onu bir şekilde bulmuştu. Neden bu şekilde olduğunu bir türlü anlayamıyordu. Bir köşeye oturdu ve ne yapacağını düşünmeye başladı." Ne yapabilirim acaba ? En iyisi ailesine haber vermek galiba. " Dedikten sonra, dükkandaki çocuğa telefon etmek üzere hastane dışındaki büfelerden birine doğru yürümeye başladı.
DEVAM EDECEK !