- 1263 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ACI
Boşluk adlı öykünün devamıdır.
ACI
Bay(K)’nın rüyasında Bayan Zen Bay (K) nın kulağına fısıldayarak şunları söylüyordu.’Acı çekiyorum. Odamda yalnız kalınca senin beni yalnız bırakıp gittiğin o gün geliyor aklıma gözlerimi kapadığımda yalnızlıktan kurtuluyorum belki ama açınca kendimi acıtmak istiyorum, acı çekmek iyi geliyor, boğuştuğum karabasanlardan kurtulmuş gibi hissediyor insan kendini, böylelikle çektiği acının bedelini kolayca alabiliyor vicdanından’ sözlerine dayanamayan Bay (K) ‘Gidersem acılarından kurtulacaksın’ inan bana! Diyerek seyahate gidiyor. Bu kadar kolaydı işte insanın kendini acıtması, bir süre sonra oda başlayacaktı acı çekmeğe belki ilk yalnız bıraktığı günden başlayacaktı acısı belki de seyahate çıktığı an başlayacaktı, belki de! Yaşamın getirdiği zorunluluklarla unutuverecekti, o kadar çok yapması gereken işleri vardı ki bir türlü bitiremiyordu. Ama vicdanının sesini dinleyenlerdendi, kendi kendine karar verdi Bayan Zen’i ilk gördüğünde şunları söyleyecekti.’ Seni anlamaya çalışıyorum, seni hiçbir zaman olağan, her yerde, eşine kolayca rastlanabilen birisi olarak düşünmedim. Her şeyi, herkesi sonsuz bir cömertlikle ve sabırla sevebileceğini düşünüyorum. Bense bu insanlar sevilir mi? Diyorum. Yok! Acırım! Sadece acırım sana, çektirdiğim acının acısın ben hiçbir zaman duymayacağım! Seni tanıyıncaya kadar sevginin yapmacık bir şey, bir özenti, bir süs, bir cila gibi bir nesne olduğunu düşümdüm. Gerçi senden önce tutulduğum kadınlar olmadı değil! Bazılarına bir çeşit aşkla bağlandığımı yadsıyamam. Bu aşk aslında düpedüz kendime yönelen, kendimi doyurmaya yönelik bir tutkudan başka bir şey değildi. Benim sevdiğimde değildin, senin gibi yaratma gereksinimi duyduğum kendi yarattığımda değilsin! Çünkü ben yaratırken kurduğum düşlerin anısını yeniden yaşamak istemem. Çünkü onun gerçekliğiyle karşılaştığımda, onu ilk kollarımın arasına aldığımda, onun o buz gibi dudaklarını ilk öptüğümde içimde yıkıldığını duyduğum hayallerin acısı çok büyük! Bu benim içinde bir boşluk duygusu. Tıpkı! Senin duyduğun gibi! Bütün bunları geride bırakamayız ki? Gerçekten bütün bu anılar, bütün ilkelliklerine, belki gülünçlüklerine karşın buruk, tatlı ağdalı bir gerçeklik taşıyor. Acı diyemiyorum, çok mu iyimserim böyle düşünüyorum diye! Yaşam ne acı, ne tatlı, ne renksiz, ne kokusuz, ne dümdüz, anımsanacak değer taşımayan bir yığın küçük olaylar zincirinden başka bir şey değil! Acılar var durmadan anımsanan, hastalıklar var bir türlü iyileşemeyen, birde arada sırada şimşek gibi parlayıp sönen tıpkı bizim yaşadığımız mutluluk anları hepsi bu kadar değil mi? Çılgınca eğlendiğimizi sandığımız gecelerde bile hüzünlü değimliyiz? Açığa vuramadığımız gözyaşlarımız hiç yok mu? Nedensiz hiç mi ağlamadık? Şimdi de yapacağımız az ile avunmak elde kalanla yetinmek, bir daha ki buluşmaya kadar bu tür anılarla oyalanamaz mıyız? Çok mu zor! Ben yapabilirim! Ya sen! Sen de yapabilirsin? Çünkü kendimi çok seviyorum ben. Ünlü yazarların da dediği gibi’ Kimi kendini aradığı için gider bir başkasına, kimide kendini yitirmek için. Henüz bu kadar sevmiyor muyuz yoksa! Birbirimizi. Çünkü sende biliyorsun ki sevgi bir bolluk olayıydı. Ön şartı sevgiyi verebilenin kuvvetiydi. Sevgi aynı zamanda bir onaylama ve yaratıcılıktı. İnsan sevileni yaratmaya çalışırdı. Başka birini sevmek ancak böyle bir iç kuvvetten kaynaklandığı zaman bir erdemdi. Ama kendi kendisi olamama gibi temel bir güçsüzlükten ileri geldiği zaman bir kötülüktü. İnsanın kendisine karşı duyduğu sevgiyle, başkaları için duyduğu sevgi arasındaki ilişki problemini çözülmemiş bir karşıtlık olarak bıraktığı bir gerçekti. Kendi benliğimizde, aslında tıpkı başka bir insan gibi sevgini abecesi olabileceğiydi. İnsanın kendi hayatı, mutluluğu, gelişmesi ve özgürlüğü karşısında olumlu bir tavır takınması sevme yeteneğinden yani ilgi, bakım, saygı, sorumluluk ve bilgiden kaynaklanırdı. Bir insanda yaratıcı bir şekilde sevme yeteneği varsa, o insan kendini de severdi. Yalnızca başkalarını seviyorsa hiç sevmiyor! Demekti. Aynı şekilde vicdanımızın sesini dinleyebilmek için kendimize kulak vermeyi bilmiş olmamız gerekirdi. Kulağımıza gelen her sesi ve herkesi dinleriz. Ama kendi sesimize kulak vermeyiz. Bize dört bir yandan, saldıran fikirler ve kanıtlarla yaşıyoruz, her an insanın kendi sesine kulak vermesi çok güçtü. Kendimizle karşılaşmaktan ürker gibiyiz. Kendimizin çok kötü bir arkadaş olacağını sandığımız için mi böyle davranıyoruz? Öyle sanıyorum ki kendimizle yalnız kalmaktan korkmamız daha çok! Bu kadar iyi tanıdığımız ama aynı zamanda bize bu kadar yabancı olan birini görmekten ileri gelen ve bazen dehşete kadar varabilen bir sıkıntı, şaşkınlık ve utanç duygusudur. Korkuyoruz ve kaçıyoruz böylece kendi sesimizi dinleme şansını elden kaçırıyoruz ve vicdanımızı bilmezlikten gelmekte devam ediyoruz. Vicdanımızın zayıf ve belirsiz sesine kulak vermek; Onun bizimle doğrudan doğruya değil de dolaylı olarak konuşmasından ve çoğu zaman bizi rahatsız eden şeyin vicdanımız olduğunu fark etmemizden ötürüde güç bir şeydi. Görünürde vicdanımızla ilgili olmayan birçok neden yüzünden kendimizi endişeli hatta hasta hissedebiliriz. Vicdanımızın onu ihmal etmiş olmamıza karşı gösterdiği tepkisi beklide nereden çıktığı, ne olduğu belli olmayan bir suçluluk ve tedirginlik duygusudur. Sanki ikimizde aynı duyguları taşıyoruz. Seni acıtacak hiçbir şey yapmadım ben! Kısa bir seyahate çıkarak, vicdanımın sesini tekrar dinlemeye karar verdim. Sende vicdanının sesini iyi dinle! Dönüşte! seni beni beklerken görmek dileğiyle. Bakalım, Bay (K) nın gidişine Bayan Zen ne diyecek! Bir sonraki hikayemizde buluşmak dileğiyle. Sevgilerimle.
Nezihe ALTUĞ
28.09.2009
ÇANDARLI
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.