- 833 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Beyaz Pudradan Sayfalar
Apartmanın kapısını yavaşça kapatıyorum. Dışarıdayım. Sokak ıslak. Akşam vakitleri… Evet, her şey bu dakikadan sonra belirginleşiyor. Kapıyı kapatmadan önceki hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Bu benim küçük bir hatıram. Her anlattığımda tüylerim ürperir, üşürüm (ilk kez anlatıyorum). Sokağa adımımı attıktan bir süre sonra, ıslanmaya başlıyorum. Sarı ışığın altından geçiyorum. Yukarı doğru bakıyorum. İşte o zaman, yağmurun ne denli şiddetli yağdığını anlıyorum. Elektrik direklerinin o meşhur sesi, kulaklarımda çınlıyor. Küçükken, sabaha karşı, o sesi duyunca mutlu olduğumu hatırlıyorum. Yürümeye koyuluyorum. İşte hikâye burada başlıyor. Canımı sıkan bir hikâye. Anlatmak istemediğim… Aslında istiyorum. Bazen insan rahatsız olduğu şeyleri yapmayı seviyor. Sokağı yarılıyorum. Önümü ilikliyorum. Kahverengi bir yelek var üzerimde… Bir süre sonra yanımdan beyaz montlu, kırmızı şapkalı bir adam geçiyor. Adamın yüzünde bir maske var. Beyaz pudradan, belli belirsiz; donuk, mat bir karışımdan oluşan, sadece yüz kısmını örten bir maske… Fazla dikkat edemeden, geçip gidiyor yanımdan. Arkasından bakıyorum. Sağ gözüm dört beş defa seğiriyor. Bir sonraki sarı ışıkta kayboluyor. Devam ediyorum. Caddeye çıkıyorum. Karşıdan karşıya geçip, durağa gideceğim. Bunu biliyorum. Trafiğin yavaşlamasını beklerken, yanımda ufak bir kız beliriyor. Hayır bakmıyorum. Sadece görme alanımda… Bir süre ikimiz de bekliyoruz. Bir türlü karşıya geçmek için fırsat bulamıyoruz. Ne büyük sıkıntı! Ağır hava içime çöküyor. Şimdi bakma gereksinimi duyuyorum. Bu durum, o an ihtiyaç oluveriyor gözlerimde… Başımı sola doğru kaydırırken, sanki başka bir şeye bakıyormuş izlenimi vermeye çalışıyorum. Birkaç saniye geçmeden kavuşturuyorum bakışlarımı. Ah! Nefessiz kalıyorum. Beyaz pudradan maske! Şaka mı yapıyorlar? Etrafıma bakıyorum(ne gördüğümü hatırlamıyorum). Az önceki adamınkine ne kadar benziyor! Belki daha koyusu… Bitiş çizgileri net, kalın bir tabaka halinde… Neyse ki bakmıyor. Işık yanıyor. Karşıdan karşıya geçiyorum. Küçük kız, benimle gelmiyor. Sanki başkaları tarafından dikilmişçesine; beklemeyi sürdürüyor. Orada, öylece bırakıyorum. Neresi olduğunu hatırlamıyorum ama yetişmem gereken bir semt var. Duraktaki yerimi alıyorum. Belli belirsiz birkaç kişi var. Yanımda orta yaşlarda bir adam oturuyor. Yüzünde aynı maskeden mevcut. Tepki vermiyor, olağan karşılıyorum. Kendi kendine konuşuyor, tebessüm ediyor, mırıldanıyor. Bir kadın ismi sayıklıyor. Evet, belli belirsiz fakat anlayabiliyorum. Söylediği ismi duymuyorum ama biliyorum ki bir kadın ismi… Yağmur şiddetleniyor. Yağmur şiddetlendikçe, yüzündeki maske fire veriyor. Çenesinden adem elmasına doğru akıyor. Buna rağmen hala diri. Beyaz pudradan maske, sıfatının hakkını vermeye devam ediyor. Büyük bir bozulum değil bu… Elinde bir gazete olduğunu fark ediyorum. Bir an bakışlarım üzerindeyken, bana dönüyor. Önce bana, sonra elindeki gazeteye bakıyor. Bana uzatıyor. Nefesini tutuyor (hissediyorum). Bir süre sonra yüzü morarıyor. Elinden gazeteyi çekip alıyorum. Nefesini bırakıyor, rahatlıyor, eski halini alıyor. Maske çatlıyor artık… Adamdan biraz uzaklaşıyorum. Durağın çatısının altından çıkıp, sarı ışıklı elektrik direğinin altına geliyorum. Beni mutlu eden, sesinin ve ışığının altında gazeteye göz gezdiriyorum. Uzunca bir manşet dikkatimi çekiyor. ‘Meteoroloji uzmanları, gökyüzünde bulut yokken yağan şiddetli yağmuru açıklayamıyor.’ Başımı gökyüzüne kaldırıyorum. Ay, dolunay vaktinde… Tertemiz, açık, pırıl pırıl parlıyor yıldızlar… Ve şakır şakır yağmur yağıyor. Korkmam, hayretler içinde kalmam, bağırmam, haykırmam gerekir. Yapmıyorum. Aslında beni ürperten de bu. Benim tavırlarım. Kayıtsızlığım, hissizliğim, zayıflığım, güçlülüğüm… Gazeteyi elimden fırlatıyorum. Islanıyor. Bir müsvetteye dönüyor. Tekrar durağa geliyorum. Az önceki, sayıklayan adam gitmiş… Dip köşede bir şapka buluyorum. Kırmızı, küçük, eski tip, ıslak bir şapka… Daha yarım saat önce yanımdan geçen adamın şapkası… Ya da ben öyle sanıyorum. Hiç oralı olmuyorum. Bir otobüs önümde duruyor. Nereye gittiğine bakmadan, adımımı atıyorum alüminyum merdivenlerine… Şoförle göz göze geliyorum. Yüzünde beyaz pudradan, kalın… Ehhhh! Her neyse işte! Gülümsüyor. İşte buradan sonra ki hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Tam bir sessizlik!
Bu bir rüya değil! Adım gibi eminim. ‘Daha sonra uyandım, sabah olmuştu, ter içinde kalmıştım.’ Gibi bir cümleyle bitmeyecek. Bu benim unutmaya çalıştıkça, daha çok hatırıma gelen bir anım… Öylece duracak. Bu arada, bunları size anlatırken bir şey fark ettim. Yüzümde beyaz pudradan bir maske var. Ama benimkisi, siyah noktalarım için… Karanlık noktalarım…(!)
Halil BABÜR