Şiire dokunmak hayata dokunmaktır..
Bir yaprak nasıl düşüyorsa dalından, öyle düşmeli hayata. Ürkek, narin ve usulca…
Bir sandal nasıl yol alıyorsa, öyle yürümeli insana. Dingin, berrak ve güvenli…
Bir çocuk nasıl hıçkıra hıçkıra ağlıyorsa, öyle hissetmeli korkuyu. Terli avuçların heyecanında…
Şiir hayatın en savunmasız, en dirençli, en korkak ve en cesur dostudur.
Bilindiği üzere, hayat zaman zaman yolunu şaşırır. Tarih, doğa, insan, değerler, duygusal ve düşünsel faaliyetler silsilesinde, yaşam çoğunlukla anlamını yeniden bulmakta güçlük çeker.
İşte tam da bu noktada ’insan’ da bu kayboluştan nasibini bir biçimde alır. Hatta kendi dışındaki birçok unsurun doğal dengesi içinde ’insan’ çoğu zaman en aciz varlık durumuna dahi düşebilir.
Peki bu anlamda ’şiir’in rolü nedir ya da ne olmalıdır?
Duygunun ifade sanatında şiir’in misyonu sınırlı mıdır?
Ya da ’şiir’ çoğu insanın yaptığı gibi sadece kişisel nefs için köprü vazifesi gören ’araç’ mıdır?
Başka bir pencereden bakarsak, ’şiir’ tek başına neyi, nasıl ve ne kadar çözümler?
Eli kalem tutan veya tutmayan hemen her insanın cevabı, bazen bilinmezlik ya da bilgisizlik taşısa da, birer ışıktır aslında. Çünkü ’şiir’ insanla doğmuştur ve gelişimini ancak yine insanoğlunun o muazzam varlık mekanizmasından geçerek sağlar.
Ve şiir, görünürde duygu-düşünce ifadesi olmaktan çok hayata en azami ve en asgari ölçüde dokunabilmektir. Eğer istediğimiz tekdüze bir yaşamsa ve yine buna bağlı olarak sıradan bir toplum oluşturmaksa, o zaman kalem sahiplerinin ’şiir’i her yönüyle irdelemesi gereksiz ve anlamsız bir uğraş olacaktır. Ama yine aynı kalem sahibi hayatı yeniden erdemleme ve kendi anlamını yeniden kazanma/kazandırma yolunu seçmişse, “düşünmek” kaçınılmaz bir eylemdir.
O halde “şiir” yalnız değildir, diyebilir miyiz? Elbette… Hatta “şiir”in bu durumda yalnız olma lüksü yok gibidir neredeyse… Peki insanlar yaşamın kirli yanına neden ısrarla “şiir”i de alma gafletine düşerler?
Kişisel düşüncem, etkili unsurun yine “insan”da gerçekleştiği yönündedir. İnsan, egoyla doğar ve yaşama karşı kendini koruma becerisini de bu tehlikeli güdüden alır ki olumsuz kullanımda ne yazık ki “şiir” e de hak etmediği payı biçer.
Oysa “şiir” aynadır. Arkadaşlar, ben bazen bu tespiti abartır “şiir yaşamın aynasıdır” derim. Abartı diyorum çünkü zaman zaman dostlarla şiire dair yaptığım paylaşımlarda, birçoğunun bu ifademe katılmadığını gözlemliyorum. Daha ölçülü biçimde düşündüğümde ise “şiir”in en azından “insanın aynası” olgusuna çok rahat biçimde varıyorum. Ve bu olgu, sadece şiir işçisi olarak baktığım “şair” kimliğiyle sınırlı değil elbette… Aynı zamanda “okuyucu” kimliğine de oldukça yatkın görünüyor. Bu tespitte durmamız bizleri “her okuyucu kendini bulduğu şiire yönelir” gibi bir düz mantık sınırına hapsedebilir. Bu nedenle hemen uzaklaşmayı öneriyorum. Çünkü her okuyucu kendi doğası gereği bir an’a sahiptir. Dolayısıyla zaman zaman kendinden çok uzak hatta kendine çok aykırı şiire yönelmesi de doğaldır.
Şair veya okuyucu olarak “şiir”e giderken uzak durulması gereken tercihlerden biri de “önyargı”dır. Ve sırasıyla;
kişisel ego, karamsarlık, yüzeysellik, eşitsizlik ve ayrımcılık…
Şiir, sadece kelimeler dünyası değildir. Aynı zamanda, yaşamın içinden gelen kelimeleri anlama, ardını görme ve anlamına hakkını verme, kısacası iyisi-kötüsüyle “kelimeyi kucaklayabilmek”tir. Şiirde “dil” ise, görünürde kelimede veya imlada olsa da gerçekte “anlam”da saklıdır. Ve bizler ancak berrak baktığımız takdirde şiir dilini net görebiliriz. Dilin özgünlüğü, “özgürlük” duygusunu perçinler ama asla başkalarının özgürlüğüne müdahale hakkını vermez. Şair, kesinlikle özgün olmalıdır ama bunu şiire taşımada olabildiğince ince eleyip sık dokumalıdır. İşte ’şair duruşu’ dediğimiz olay da burada başlar. Çünkü şair bilir ki ’aynılık yoksullaştırır’...
Bazen bu durum ince bir ipin üzerinde yürümeye benzer. Şair, insana ulaşma yolunda zaman zaman dengesini kaybeder ki doğaldır çünkü bu onun ne kadar “insan” olduğunun ayrı bir göstergesidir. Ama üstünden çok zaman geçmeden yeniden dengesini bulmak zorundadır. Konfüçyus der ki “derin olan kuyu değil, kısa olan iptir”
Özetle; şiir, hayata ne kadar ve nasıl dokunduğumuza bakar. Çünkü bilir ki
tercihlerimiz onu da şekillendirecek, geliştirecek belki de kötü bir sürprizle
yok edecektir.
O halde çok geçmeden; sevgi adına, saygı adına, hoşgörü ve erdem adına, en önemlisi de emek adına,
Şiir’e, güvercin sadeliğinde ve alın terinin onuruyla dokunalım…
Mine Gültepe
YORUMLAR
Şiir, sadece kelimeler dünyası değildir. Aynı zamanda, yaşamın içinden gelen kelimeleri anlama, ardını görme ve anlamına hakkını verme, kısacası iyisi-kötüsüyle “kelimeyi kucaklayabilmek”tir. Şiirde “dil” ise, görünürde kelimede veya imlada olsa da gerçekte “anlam”da saklıdır. Ve bizler ancak berrak baktığımız takdirde şiir dilini net görebiliriz. Dilin özgünlüğü, “özgürlük” duygusunu perçinler ama asla başkalarının özgürlüğüne müdahale hakkını vermez. Şair, kesinlikle özgün olmalıdır ama bunu şiire taşımada olabildiğince ince eleyip sık dokumalıdır. İşte ’şair duruşu’ dediğimiz olay da burada başlar. Çünkü şair bilir ki ’aynılık yoksullaştırır’...
Bazen bu durum ince bir ipin üzerinde yürümeye benzer. Şair, insana ulaşma yolunda zaman zaman dengesini kaybeder ki doğaldır çünkü bu onun ne kadar “insan” olduğunun ayrı bir göstergesidir. Ama üstünden çok zaman geçmeden yeniden dengesini bulmak zorundadır. Konfüçyus der ki “derin olan kuyu değil, kısa olan iptir”
Özetle; şiir, hayata ne kadar ve nasıl dokunduğumuza bakar. Çünkü bilir ki
tercihlerimiz onu da şekillendirecek, geliştirecek belki de kötü bir sürprizle
yok edecektir.
O halde çok geçmeden; sevgi adına, saygı adına, hoşgörü ve erdem adına, en önemlisi de emek adına,
Şiir’e, güvercin sadeliğinde ve alın terinin onuruyla dokunalım…
.......................
mine dostum,,,
şiire hak vermişsin
hem şiirsel
hem edebi bir seslenişle.
çok saygımla.