- 1570 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
GÜNLÜKTEN NOTLAR...ÖLÜM; KAPIDA BEKLER HER AN....
"Bir dertli kul idim derman arayan" diye söze başladı Beyazid-i Bestami:
Kalbime bir süvari gibi indim. Bütün ellerimle Hakk’ın kapısını çaldım, belâ eliyle çalmadıkça kapı açılmadı. Bütün dillerle izin istedim,hüzün diliyle istemedikçe izin verilmedi. Bütün ayaklarla O’na giden yolda yürüdüm. Yokluk ayağıyla yürüyemedikçe dergâhına varamadım.
Denildi ki, "Ey Bayezid! Nefsinden boş ol. Hiç ol da gel." Yıllarca gayret ettim. Ve bir gün Sükût edince baktım ve gördüm ki derdim, dermanım imiş.
Yazmak istiyorum...Anlatmak, paylaşmak adına belki...Her daim olduğu gibi yine,geçen günü arkamda bırakıp,öpüyorum kalemimi kalbinden önce. Çeviriyorum sonra günlüğümün sayfalarını tek tek...
Devrilen her bir yaprak,yaşayacak ömrün varmı? diye sorup, hatırlatıyor ölümü bana...
"Bir yerlerde yaşanan hayatlar var"diye başlıyorum önce söze...Kahkahalarla tükenen hayatlar var, şu karşı kıyının gece mekanlarında insanların .
Yaşanan hayatlar var, çöp konteynırlarının içinde günlük yiyeceğini bulmaya çalışan insanların...
Yaşanan hayatlar var, ölümün ne vakit kapıyı çalacağını bilmeden bekleyen hastaların...Yaşanan hayatlar...Yaşanan hayatlar...
Hayatımızda, ne kadar değerli ve çok büyük zenginliklere sahip olduğumuzdan haberdar mıyız? Günlük yaşantımızın her anında, şikayet ediyoruz hiç durmadan.
Sosyal hayat çatışmaları,iş hayatındaki problemler, trafik derdi, geçim sıkıntısı, devlet sorunları,hastalıklar veya hiç bir sıkıntısı olmadığı halde, sağlıklı olupta şikayet eden nice insanlar var.
Bitip tükenmek bilmiyor istek ve arzularımız hiç bir zaman. Oysa, bilmediğimiz bir şey var ki oda,yaşamak için zamanımız varmı acaba? Bir gün içinde, Azrail (as), kimbilir kaç insanı ansızın çekip alıyor o narin tenlerin içinden.
Tıpkı, mehtabı andıran güzel yüzler,bir çınar gibi salınan yiğitler,makam ve mevki sahibi olan tüm insanlar.
Yaşına, zenginliğine ve ırkına bakmıyor asla ölüm..."Kimsin? Necisin?" demiyor ne yazık ki. Aldığı gibi götürüveriyor hiç beklemeden.
Tevafuken yolda gördüğümüz biri belki... Belki çok yakın bir akrabamız... Belki her hangi sıradan biri işte.
Ölüm... Ne kadar büyük adil bir hüküm. Asla hakkını yemiyor hiç bir insanın. Kainat dahi diz çöküyor ölümün önünde. Yıllar, mevsimler ve aylar dahi, ölüp tükeniyorlar teker teker.
Pahalı pahalı arabalardan, milyar dolarlık dubleks-trubleks villalardan,veya en ucra köşedeki bir gecekondudan,bir anda duyulabiliyor ölümün çığlık çığlığa sesi.
Daha bu sabah uyandığımda,sabahın ilk ışıklarıyla duyduğum ilk ses, bir sela sesiydi. Aklıma takıldı birden? Ölüm...Dedim kendime. Her an, her hangi birimizin kapısını çalabilirdi aniden? Gerçek bu. Fakat,önemli olan benim hazır olup olmadığımdı buna...
Hazırmıydım ben? Rahat oluşumun sebebi, genç olmamdan dolayımıydı? İşte, hayata dair herşeyi bildiğim ve ebed hayatıma dair hiç bir şey bilmediğim gerçeğim,Ölümüm...
Kilit nokta burası.Hemen aklıma Davud-i Tai hazretlerinin “Hangi güzel yüzdü ki toprak olmadı/ hangi ceylan gözdü ki yere akmadı” sözü geliverdi birden.
Son günlerde çoğu zaman içimin dolup taştığını hissediyorum sürekli olarak. Akıyorum öylesine nerelere dahi gittiğimi bilmeden.
Bakışlarımın daldığı her noktada, muhakkak bir damla nem bulanıyor gözlerime, istemesemde. Ardından katreler süzülüp, sessizce, suskun bir hıçkırıkla karışıyoruz birbirimize.
Sarmaş dolaş dertleşiyoruz acıyla beraberce. Ellerim ıslanıyor sonra. Buğulu buğulu gözlerle bakıyorum avuçlarıma uzunca. Acı bir tebessüm dökülüyor dudaklarımdan. Üç gün diyorum kendime...
Üç günlük hayat olarak kabul edilen şu geçici handa,yalnızca kendi için yaşamamalı insan, öğle değilmi?
Sokakata yalnız kalmış bir kedi bile, canımı yakıp acı verir çoğu zaman bana. Kaldırımda dilenen bir çocuk mesela...
Bu belki kişiliğimizden, belki yetiştirilme tarzımızdan,belki insanlığımızdan,belki de imanımızdan kaynaklanıyordur. Bilemiyorum. Ama, gerçek olan bir şey varki oda, acının bu kadar çok deşifre edildiği bir çağda, hakkıyla mutlu olmak mümkün değil insan olan insana.
Acı; kulun olgunlaşması içinmi sunulmuştur hayatımızda bizlere? Yoksa insanların Rablerini bulabilmeleri için mi? Her ikiside doğru sanırım.
Bazen Rabbim ile konuşuyorum geceler boyu...Bazen sabahlara dek sürüyor bu muhabbetimiz. Çoğu zaman, ışıklarıda kapatıp, karanlıkta geziniyorum evin her bir köşesinde.
Buna rağmen, ayağımın dibini görebiliyorum yinede. Sokak lambaları ve gökyüzünde mehtabın ışığının yardımı ile.
"Kabrimdede bu kadar ışık ver , oda bana yeter" Allahım! diyorum kendi kendime.
Bilirim ki, bu yazıya gözleri takılan bir çok insan,muhakkak yaşamıştır hayatının her hangi bir anında böyle bir durumu.
Nice şiirler yakılıp savrulmuştur öfkeden sağa, sola. Nice kalemler kırılmıştır her hangi bir kızgınlık anında. Kimleri çıkartmışızdır hayatımızdan kimbilir. Meydana gelen yalnızlık ve o soğuk boşlukları hangi avuntu ile dolmuşuzdur.Buna rağmen yinede, kaleme sarılmıştır bütün insanlar.
Yazan her insanın yolu, muhakkak bir acıyla kesişmiştir bu hayat yolculuğunda. Her ne kadar gülüşler ve muhabbetler olsada, görüntünün ötesindeki yüzümüz, hep keder izleri taşır nedense...
Bu düşünceleri aklımda alıp verirken, odanın caddeye bakan penceresinin perdesini aralayıp, sonra gökleri seyretmeye başladım, öylece...
Gün içinde, yaşayıp şikayet etmiş olduğum ufak tefek sıkıntıları hatırladım,o anda... Kim bilir? En büyük dert,benim derdim diyorumdur, çoğu zaman kendime.
Benden daha çok acı çeken insanların varlığından habersizimdir çünkü, o an... Oysa, "beterin beteri var"diye meşhur bir söz vardır, kulaklarımı her daim tırmalayan. Beterin beteri varmış! diyorum karanlığa. Uzaklara, simsiyah boşluklara bağırmak geliyor içimden.
Kurtulmak istiyorum artık bu şehrin beton duvarlarından. Çığlık çığlığa, göklere dek haykırmak istiyorum sanki, delirmişcesine... Rabbimin olduğu her yer duysun istiyorum sesimi. Ama yapamıyorum işte.
Dört yanım tamamen bina. Özgürlüğüm elimden alınmış sanki. Dört metrekarelik, beton bir odada, en iyisi Allah ile konuşmak diyorum sonra. Bağırmadanda duyar Rabbim beni, biliyorum.
Ve akıyorum karanlıklara dua, dua! Bir beyaz sayfa üzerine yazıp tüm dileklerimi, tutşturup meleklerin eline, ulaştırmak istiyorum kevser ırmağına. Su gibi aziz olmak adına...Alıpta götürün melekler dileklerimi. Götürürmüsünüz? Götürürlermi Rabbime?
Bazan bu kadar çok içli olduğumdan dolayı kızıyorum kendime. Elimi ısıran bir sivrisineği dahi kovamıyorum elimin üstünden. Onun, kendi kararı ile gitmesini bekliyorum hiç kıpırdamadan.
İğnesini batıran o sivrisinek, hem canımı yakıp, hem acıma ortak oluyor kanımı emerek benimle. Ne garip bir durum, acıyı bir sivrisinekle paylaşmak. Bunada gülüp geçiyorum dudak bükerek.
Çocukluğumdan beri hep sevdim paylaşmayı. Bir kuşu yakalayıp onunla konuşmayı. Pencereme vuran bir kelebeğin, ölmesinden korkup, usulca alıp onu,camdan dışarı salıp, özgür bırakmayı mesela...
Sevdirene hamdolsun!
Çok büyük acılar olmadığı sürece,insan küçücük şeylerden de mutlu olmayı başarabilir hayatında. Yeterki Rabbimiz dermansız dert vermesin kimselere...
Ama hangi sözcükleri biriktirip, nasıl bir cümle kuracağımı bilemiyorum, şu anda... Belki hayatımda ilk defa bu kadar sarsılıyorum öylesine derinden..
Çaresizlikler vardır hayatımızda bahtımıza ansızın düşen. Ağlamalarımız vardır sevdalarımızda düğüm düğüm dert büyüten.
Acılar vardır ki bir hayatı bir bakışta gizleyen...
Bir insan için, sevdiğinin gözleri önünde ölmesi nasıl bir duygudur acaba? Yaşayanımız varmı bunu..? Bunu ifade etmenin tarifi mümkünmüdür peki? Hangi cümleler kurulupta anlatılır bu duygu... Hangi teselli avutabilir bu acıyı? Yaşamadan anlayabilirmiyiz?
Sadece içimin acıdığını hissediyorum. Canım yanıyor hemde çok. Bunu çok iyi biliyor ve derinden hissediyorum.
Telefonda konuştum onunla. Titriyordu sesi. "Murat"! dedi bana sadece. Murat artık konuşamıyor biliyormusun? Ve... hıçkırıklara boğuldu sonra...
O an, tek bir cümle olsun kurmak, öylesi zor geldi ki bana, hayatımda asla umutsuzluk nedir bilmeyen ben! donup kaldım öylece.
Ölüme nasıl bir cevap verilirdi ki? Boğazıma bir şeyler düğümlendi yumruk,yumruk. Çok şey söylemek istiyordum aslında ama, hiç bir şey söyleyemiyordum o anda.
Sabret diyebildim sadece. Acizdim. Onu görmeye dayanamam bunu biliyorum. Çünkü, canım gibi severim Ayşe"yi ben...
Rahmetli babası doktordu. Kendi ailesi içinde yaşadığı bazı olaylardan dolayı, üzüntüden hasta olup, 36 yaşında hayatını kaybetmişti...Ayşe küçücük bir bebek ve son beşikti...
Ne çok severmiş babası onu meğer, dünyalar güzeli Ayşesini. Yıllar sonra öğrendik bunu. Babasının Ayşesini ne çok sevdiğini...
Şimdi, hayatta olsaydı babam, dedi. Kapılarımı açıp bana"sabret kızım" deseydi,sadece. Başka hiç bir şey istemezdim her halde.
Oda yok ama... Dayanamıyorum artık! Murat ile bende tükeniyorum günbegün, sanki..! Yetmiyor günler... Yetmiyor geceler... Yetmiyor zaman bize artık..!
Nasıl yetsindiki, hayat arkadaşı her gün biraz daha tükeniyordu gözlerinin önünde......Hapların dışında,günde tam 14 iğne yapılıyor Murat"ın vücuduna...Haftada iki kere kemoterapiye gidiyor. Yaşıyormu Murat? Yaşıyor. Ama soluk alıyor sadece.
Tıpkı bir çocuk gibi besliyor sevdiği insanı Ayşe...Nasıl beslmesinki, hayat arkadaşı onun,can yoldaşı! Onunla paylaşıyor soluklarını...Sevgisi ile okşuyor tüm ağrılarını... Bir an ayrılmış olsa başucundan, " Ayşeyi çağırın hemen bana! gözümün önünden ayrılmasın ne olur! "diyor Murat annesine...
Çorbasını elleriyle içiriyor kaşık kaşık. Yatalak olan eşinin en özel ihtiyaçlarını gideriyor hiç sıkıntıya dahi düşmeden....Asla da şikayet etmiyor bu halinden hiç bir zaman...Tek Murat yaşasında,ben razıyım onun bu haline bile,diyor mahsunca...
Yeter ki Murat yaşasın...Yeterki yaşasın... Sena bu yıl okula başladı henüz...Ama anne ve babası bunun sevincini bile yaşayamadılar daha...
Her gün Murat"ın başucunda ,ölüm korusu ile gözlerini kapatıp,ellerini alıyor avuçlarının içine...Uyandığında bir gün, ya buz kesmiş olursa elleri sevdiğinin...Ya üşütürse ebedi olarak Ayşe"yi ölüm...
Allahım..! Üşütme Ayşe"yi...Üşütme Rabbim.! Yapılacak hiç bir şey kalmadı artık...Yalnızca duamız dışında... Dualarınız Murat ve tüm ağır hastalar için olsun..Derdin, dermanın olsun inş...Amin Rabbim!...
-----------------------------------------------------------------------------
"Bir gün dünyaya ait büyük bir derdin olursa,"Benim büyük bir derdim var!" deme,derdine dönüp "Benim büyük bir Rabbim var!" de."
YORUMLAR
"Bu çöllerde kimseye aşina değil bir şey ölümden başka..."
Bu hisli yürek, bu duyarlı kalp böyle içten ve samimi bir eda ile vurdu kendi sayfalara ve aktı kalemin ucundan gözyaşları...
Rabbim hepimizi ıslah etsin diyorum...
Allah razı olsun sizden ve sevdiklerinizden...
Hayırlı Cumalar...
Selam ve dua ile
huzeyfi tarafından 10/23/2009 10:45:13 PM zamanında düzenlenmiştir.
ÜÇ GÜNLÜK DÜNYA DERİZ HEP. AMA OYSA DÜNÜ YAŞADIK, YARIN BİLİNMEZ O ZAMAN SADECE BUGÜN VAR, BELKİ ONUN DA SONUNA ULAŞAMAYACAĞIZ. İŞTE BU BİR GÜNÜ NASIL YAŞADIĞIMIZ ÇOK ÖNEMLİ. GECE YASTIĞA BAŞIMIZI KOYDUĞUMUZDA BUGÜNÜN SORGULAMASINDAN SONRA RAHAT OLMALI İÇİMİZ. SEVGİ VE SADAKAT DE ÇOK ÖNEMLİ ÖZELLİKLE MENFAATİN YÜREKLERİ KAPLADIĞI BU GÜNDE. TEBRİK EDERİM GERÇEKTEN YÜREĞİNİZİ, DUYARLILIĞINIZI. İZNİNİZLE BU YAZIYI SEÇTİKLERİME EKLİYORUM. RABB'İM DAHA NİCE GÜZEL YAZILARDA GÖRÜŞMEYİ NASİP ETSİN. KUCAK DOLUSU SEVGİ VE SAYGILARIMLA.. HOŞÇAKALIN..