- 723 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
198 - YAĞMUR SONRASI
Onur BİLGE
Bir gün önce, gündüzün geç saatlerinde, her yer günlük güneşlikken, hava hızla bulutlandı, ortalık sarardı, kızardı ve karardı. Gök gürlemeye başladı, korkunç gürültülerle!.. Bir şeylere çok öfkelenmiş gibiydi gökler!.. Bardaktan boşanırcasına bir yağmur indi ansızın! Arada dolu da vardı. Sert yapılarına rağmen yerde kalamayacak kadar küçük ve kızgın toprağa karşı dayanıksızdılar. Yağmur suyuna karışıp, cadde kenarlarından aktılar.
‘Yaz yağmuru, çabuk geçer’ derler. Bir anda yer gök birbirine kapıştı!.. Yarım saat sonra hava açtı. Yerlerde sular olmasaydı, kimse inanmazdı, az önce kıyamet koptuğuna! Saçak altlarına, kaya kovuklarına kaçışan hayvancıklar tekrar yayıldı etrafa. Kafasını içeriye çekerek, mümkün olduğu kadar acele duvar kenarına kaçan kaplumbağa da rahatladı. Yağmur yıkadı, rüzgâr kuruttu, güneş ütüledi, çok geçmeden tertemiz oldu her yer.
Elimde klasörümle kırlardayım. Üstümde beyaz elbisem, ayağımda beyaz ayakkabılarım... Sonbahara hazır değilim. Buraları unutmuşum. Yağmur yaş aklıma gelmemiş. Oysa annem:
“Antalya’nın havasına da güven olmaz, insanına da...” der.
Ne zaman, neye kızacağı belli olmaz! Akdeniz insanı, bir anda her şeyi yakıp yıkabilir! Ona göre tedbirli yaklaşmak lazım! Genelde sıcak iklimin sıcakkanlı insanıdır. Anlayışlı, uyumlu, uysal, arkadaş canlısı, yardımsever, misafirperver... Fakat tahammüllerinin bir haddi vardır. Çok üstlerine varmaya gelmez! Aniden parlar, gürler ve yağdırıverir!.. Fakat saman alevi gibidir kızgınlığı. Yaz yağmuru gibi geçiverir. Beş dakika sonra o ruh halinden eser kalmaz. Kin tutmaz. Güleç yüzlü, yanık tenli, yanık bağırlıdır. Gönül adamıdır. Halden anlar. Akdeniz insanının karakteristik özelliğidir bu! Akdeniz ve nisan kızı olarak benim de böyle olduğumu söylememe gerek yok, sanırım.
Bu sabah, pırıl pırıl bir güne uyandık. Birkaç gündür babam da aramızda olduğu için üçlü kahvaltıda mutluluğumuz tamdı. Daha orada planladım, bu sabah ne yapacağımı, neler yazacağımı.
Uygun bir yer buluncaya kadar önce biraz dolaşacağım. Sabah yürüyüşüm olacak. Tertemiz kır havasından azami faydalanacağım. Sonra bir kaya bulacağım ve ortak yaşamakta olduğumuza inandığım duygu ve düşünceleri yazacağım. Bende olanlar onda da oluyordur, mutlaka. Onun için yanılma payım yok denecek kadar azdır. Duygu terazimiz dengede olduğuna göre olgu terazimizin kefeleri de dengededir muhakkak. ‘Kalp kalbe karşı’ derler ya eşit ve simetrik kalpler taşımakta olan ikiz ruhlu kişiler, aynı şeyleri yaşarlar. Öyle değil mi?
Yorulunca, yazabilmek için mutlaka herhangi bir yere oturmam gerekeceğini biliyorum. Buralar da kırmızı çamur, küçüklüğümü yaşadığım yer gibi... Yine üstümü kirletmemek için küçük bir minder var yanımda. Artık Şermin yok ve kirlettiklerimden sorumluyum.
Bazı yerler hâlâ nemli. Baharı çoktan yaşamış, çimenler ve aralarındaki çiçeklerine veda etmiş yabani bitkilerle tohuma durmuş papatyalar. Yazı da geride bırakmışlar. Artık ayaklarımın altında, miadını doldurmuş, yorgun ve bezgin bir bitki örtüsü var.
“Geldim, geliyorum!..” diye bağırmakta, sonbahar.
Sarkık kollarının uçlarından, bazıları yan yan gülümsemekte olan kırmızı yanaklı kocaman narlar sunan, yerden bitme narin ve düşük omuzlu ağaçlar, yere ne kadar da yaklaşmışlar! Beş altı yıl önce dikilmişlerdi. Sulanması dert olmuştu, o zamanlarda. İlk yıl ne kadar da uğraştırmışlardı! Ne çabuk yetişmişler de meyveye durmuşlar! Buralara ne kadar da yakışmışlar!
“Bir ağaç, en az bir yıl sürekli bakım ister. Sonra alışır yerine, alır başını gider. Giderek kendini kurtarır, verimli hale gelir. Yoksa kurur, yazık olur! İnsan da öyledir. En az bir yıl arkadaşlık etmek, onu yalnız bırakmamak, etrafını sılcanlardan temizlemek gerek, onu kazanabilmek için. Bilgiyle beslemek, sevgiyle sulamak, şefkatle korumak... Vatana millete hayırlı bir vatandaş, Peygamber Efendimize lâyık bir ümmetten ve Allah-ü Teâlâ’nın huzuruna çıkmaya yüzü olan bir kul olabilmek için her kişi, en az bir kişi yetiştirmeli! Bir kişiyi kurtaran, tüm insanları kurtarmış gibidir. O kadar sevap alır. O sevabın büyüklüğü, Kaf Dağı kadardır!” der, babam.
Kaf Dağı... Tüm güzellikleri ardında sakladığına inanılan efsanevi dağ... Bir de Anka Kuşu vardır. O dağı sadece o geçebilir. Dağı aşabilmek için ona sımsıkı sarılmak lazım. Anka Kuşu, farzlar... Kelime-i Şehadet, Namaz, Oruç, Zekât, Hac... Sonrası Miraç... Ruhlarımız buna aç! Bir de sevgiye... Bir de aşka aç...
“İnsan, sevebildiği kadar insandır!” diyor, Ümit Yaşar Oğuzcan. Her ne kadar intihar ederek, canını şeytana teslim etmiş olduğu düşünülse de ruhu şad olsun; Allah, taksiratını affetsin! Kolay değil, bir babanın evlat acısı çekmesi! Aklını kaybetmeyen intihar etmez! İntihar eden, aklını kaybettiyse, cezadan muaftır. İnşallah öyledir de o sevme ustası yüreğe sahip kişi de kurtulanlardan olur!
Kovanlık’a doğru yol boyu yürüdüm. Yer yer çitlerle, harımlarla çevrili arazileri geçtim. Taşların yüzleri ağarmış, ağaçların gözleri parlamıştı. Sabah güneşiyle her şey yepyeni ve taptaze görünüyordu. Kahve gibi kırmızı toprak vardı, ağaç diplerinde; taşlardan temizlenmiş. Hemen oracığa çömelmek ve çamur oynamak geldi içimden. Tam tavındaki toprağı avuçlamak, yoğurmak, on parmağımla doya doya oynamak... Fırın yapmak istedim, küçüklüğümdeki gibi. İçinde ateş yakmak ve dumanına bakmak... o zamanlar benim için ne kadar muazzam bir olaydı, ateşle oynamak!
“Ateşle oynama! Elin yanar!” derdi, annem.
Sesi kulaklarımda... Fakat hiç:
“Aşkla oynama! Kalbin yanar!” dememişti.
Demiş olsaydı, düşünür müydüm acaba? Sanmıyorum. O zamanlar da demişti ama yine de her fırsatta ateşle oynamıştım. O zamanlarda da hep sevginin peşinden koşmuştum, gökkuşağının arkasından koşan çocuklar gibi... Hep görmüştüm ama hiç yakalayamamış olmanın acısı içinde kıvranmıştım!.. Her ağlamaya başladığımda görünürdü, yakalayamazdım ve hep aç kalırdı avuçlarım!
Yağmur başlayınca görünürdü, gökkuşağı; olanca ihtişamıyla, gelin gibi süzülürdü göklerde. Bir kolunu bir tarafa, diğerini tam aksi istikamete uzatırdı. Sanki:
“Haydi gel! Seni bekliyorum! Koş, sarıl bana! Kollarımı açtım, bekliyorum, gel! Birazdan bulamayacaksın beni! Burada olamayacağım! Damlacıklarla yaşamaktayım! Aşk gibi... Sevgi gibi...” diyordu.
Davete icabet ediyor, ona koşuyordum, uzaklaşıyordu; kahroluyordum! Galiba artık kendimi de onu da yordum. Eskisi gibi peşinden koşmuyorum. Sevgi sevgi dolaşmışım, aşka demir atmışım.
Aşkın da ondan farkı yok. Yani İlhan’ın... Kollarını açıp davet ederken, yaklaştığım kadar uzaklaşmakta... Benim ondan farkım varmış gibi... Yakınımda olduğunu fark eder etmez, bir bahaneyle oradan uzaklaşmıyormuşum gibi... İkimizin hastalığı da aynı... Uzaklaşınca, zıt kutuplar gibiyiz; yakına gelince aynı adlı... Uzaklaşınca tüm yüreğimizle, olanca kuvvetimizle çekmekteyiz birbirimizi; yaklaşınca aynı güçle itmekteyiz. Aşk diyoruz adına. Fakat çok tuhaf bir aşk... Bu türünün adı ne acaba? Belki zamanla bir isim bulurum da kayda geçer.
Sadece birbirimizi çok sevdiğimizi biliyoruz. Aşkımızı içimizde yaşıyoruz, sessizce. Sessizce bakışıyoruz, sessizce yanıyoruz, dumansız ateşte. Sessizce bakıyor, sessizce akıyor, sessizce yakıyor, ağlıyor, çağlıyoruz, sessizce.
En çok sevgiye muhtacız
İşte onun için açız!
Sevdikçe yol alacağız
Sevgi; Senden Sana, Rabbim!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ 198
YORUMLAR
Fakat tahammüllerinin bir haddi vardır. Çok üstlerine varmaya gelmez! Aniden parlar, gürler ve yağdırıverir!.. Fakat saman alevi gibidir kızgınlığı... bu güzel her yörenin insaninda vardir bu özellikler hemen hemen.
“Aşkla oynama! Kalbin yanar!” dememişti.
evet yanar kalp yansin güzel bir yanis askla yanan kalp.
cok güzeldi.
bütün hikayelerin birbirinden güzel birbirinden sürükleyici.
yazan ellerine emegine saglik.
sevgiler cok cok.
''Kalp kalbe karşıdır derler ya...Eşitve simetrik kalplertaşımakta olan ikiz ruhlu insanlar.''Yazınızda anlattığınız kişi ve özellikler birebir beni anlatıyor.Antalyalı olmak ve nisanda doğmuş olmakta dahil.Bayan olduğunuzu ümit ediyorum.Kardeşler bile benzeşmezken.....Ben de o kızıl çamurdan fırın yaparak büyüdüm.içine kuru toprak koyar. ıslak çamurla kümbet yapar sonra içini boşaltırdık.Çocukluğumu hatırlattınız teşekkürler...
“Ateşle oynama! Elin yanar!” derdi, annem.
Sesi kulaklarımda... Fakat hiç:
_ “Aşkla oynama! Kalbin yanar!” dememişti.
Bunu bana çok söylemişlerdi Sevgil Onur bilge ama insan o aşkın yakıcı olduğunu analmak için yaşaması gerek değil mi?
Ve ben aşık olduğumda iyi ki annemi hiç dinlememişim diyorum. Çünkü aşk yaşanması gereken en özel duygulardan biridir kişiyi yakıp kül etsede inanın.
Sevgiler