Betül
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
BETÜL
Yanağımın derinliğinde gizlenmiş kızarıklıklar ateş ediyordu hiç durmadan. Hedefi belirsiz, anlamsız kurşunlardı bunlar. İklim normallerinin üstünde bir duygusallıkla aşınmış gün sözcükleri, aldırış edilmediğinden küsmüş sabah güneşinde erimek üzereydiler ki kapım çalındı. Hani ona olan kızgınlığımdan mıdır bilinmez onu çatılmış kaşlarımın gölgesinde karşıladım. Buyur ettiğimi anlatan küçük bir parmak hareketim olmasa içeri girmeyi düşünmeyecekti. Her zamanki yerine oturup, her zamanki şaklabanlıklarıyla bir puan önde başlayacağı bir sohbet değildi bu. O da bunun farkında olduğundan sustuk bir süre. Ellerimiz nereye koysak sakil duran protez plastikler gibiydi. Gözlerimiz kesişmemek için çaba sarf ediyordu. Çünkü ikimizin de yalan söylemeyi öğrenememiş gözleri vardı. Bu gibi durumlarda iyi seçilmiş bir albüm, uygun bir ses yüksekliğiyle sunulduğunda cümlelere gerek kalmayabilirdi. İyi ama bu ortama, yaşanmışlığın yarattığı ‘biz’e en uygun albüm hangisiydi ki?
Olduğundan hızlı çalıştırmam lazımdı beynimi, bir çırpıda onun hoşlanabileceği seçenekleri sıraladım kafamda. Hümeyra, Nazan Öncel, Ortaçgil den biri olmalıydı, bunlardan benim de onaylayacağım ve bizi çok germeyecek olanı doğru seçimdi galiba. Hümeyra’yı dinlersek ona yalakalık yaptığımı düşünebilirdi bu şu an için hiç istemediğim bir durum olduğundan onu eledim. Ortaçgil olursa bencillikle suçlanabilirdim. Ben de tarafsız bir sanatçı olarak Nazan’ın Göç albümünü koydum. Gidelim buralardan şarkısıyla başlar o albüm, ‘sen beni öldürüyorsun’ ile devam eder. Nasıl da adı gibi etkilidir bilemezsiniz böyle günlerde.
Çay kalmış mıydı sorusu odadaki sessizliği bozdu, sesinin yabancılığı çok şeyin bittiğini kanıtlarcasına yankılandı bir süre. Doğru karar verdiğimin bir göstergesi gibi ışıldadı, her ışık aydınlatmıyordu demek ki, her karanlığın ağlatmadığı gibi. Tanışmamızın ilginçliğinin yanında çok sıradan bir ayrılışımız olmuştu. Öyle ya tanışmamızın büyüsü ile değerlenmiş geçmiş yılların tatlı bir yığıntısı değimliydik ikimiz.
Tanışma
Bir günü aşkın bir süredir yürüyorduk. Pelitli köyünü sormak için daha önce görmediğim türden keçilerin arasından-daha sonra İsviçre civarından geldiklerini öğrenmiştim- geçerek çiftlik evine adım attığımda koca bir tahta masaya dayalı gitar görmek tuhaf gelmişti. Bana askerlik günlerimi anımsatan çelik sürahiden su doldurup içtikten sonra, kimse yok mu der demez, gitarı elime aldım, akordunun yerinde oluşu, tok ve komasız sesi işi bilen birinin yakınlarda olduğunun göstergesiydi. Biraz çekinerek de olsa özlemimi gidermek için Mamak Türküsünü çalmaya başladım. İsteyerek çaldığım zaman sevdiğim şarkıları daha iyi seslendirdiğimi düşündüğümden midir ne, böyle anlarda daha bir hoş gelir bana o şarkılar. Bu şarkının geçmişinin ve kitlelerde bıraktığı izlerin toplamı ile benim ona duyduğum sempati birleşince ortaya çıkan güzellik şaşırtıcı değildi. Kızmanın aksine beyaz sakallı elli yaşlarındaki adamın gülümseyerek içeri girmesi beni rahatlatmıştı.
<<hoş geldiniz, epeydir duymadığım bu şarkı için ayrıca teşekkür ederim, sever misiniz Yeni Türkü’yü? >>
Eski Yeni Türkü hayranı olduğum gruptu, hani o kabak kemani çalan adam ya unutmuşum adını özür dilerim, neyse işte Selim Atakan’lı zamanlar yani, sahi ya neydi kabak kemani çalanın adı, besteleri de vardı sanki hatta sonraları biraz ara verip İnce Saz ile enfes işler yapmıştı.
<<Cengiz>> dedi davudi sesiyle, gözlerinin dolmasının hiç birazdan anlatacağı hikâyeye bağlı olduğunu düşünmemiştim.
Duvarda asılı duran aletin yanına geçip bu onun ilk kemanesidir dedi. Ağlamaya başladı. Dakikalar sonra annesinin ölümünde benim suçlu olduğumu düşündüğünden o günden beri görüşmüyoruz, onu çok özledim dedi. İnanmak zordu bu duruma, kilometrelerce yürüyüp, yolu uzatıp hatta kaybolup geldiğim bu çiftlikte şu yaşadıklarımın beni hayat yoldaşıma gönderecek bir pusula olduğunu yıllar sonra ayırt edebiliyorum. Öyle oldu çünkü ne yapıp edip Cengiz’i bulup bu tatlı adamla barışmasını isteyecektim. Biraz inatçı biri olmam ve şansımın yaver gitmesi sonucu onu buldum. Ortak tanıdıklarımızın yardımıyla konuyu açtım, bir de kendi ağzından olan biteni dinledim. Yıllar geçtikten sonra kızgınlığın geçmesi, yerine kırgınlıkları bırakmıştı.
İşte Betül’ü ilk kez o an görmüştüm, sanırım görür görmezde çarpılmıştım. Ortaçağ desenli batik elbisesiyle salınarak sahnenin bir o yanına bir bu yanına giderek kabloları kontrol ediyordu. Sarı kızıl saçları, gerçek mi değil mi tedirginliğini yaşatmayacak kadar çok yakışıyordu, hani boya ise bile cuk oturmuştu. Omuzları ve yüzündeki çillere bakılırsa da gerçek bir kızıldı. Sadece bu bile benim nerden geldiğini kestiremediğim kızıl zaafımın bende yarattığı hayranlık maskesini takınmamı hızlandırmıştı. Bu saflaşma hali erkeklerde paranoya temelli bir rezonans oluşturur, üstüne üstlük şiddeti giderek artan melankoli yaratır ki, bu tutulma anları zaman olarak kişiden kişiye değişir. Büyülenmiş, transa geçmiş erkek beden bazen aylarca bazen yıllarca bir tül perde gibi gözlerinde pembe hayaller, sonu tatlı öykülerden kareler asılıyken ne kadar sağlıklı davranabilir siz karar verin. Onun solist olduğunu-yardımcı vokal- ayrıca ses teknisyenliği yaptığını öğrendiğimde şaşırmıştım, genellikle erkeklerin uğraştığı bir iş olmakla beraber bu durum hoşuma da gitmişti. Elbette tahmin ettiğiniz gibi ilk sahne aldığı tarihi Cengiz’den öğrendiğimde önümdeki iki günün geçmek bilmeyeceğini anlamıştım. Öyle de oldu, sıkıntılı bekleyiş sonunda Beyoğlu’nun güzelliğine daha bir mana katan onu görebilme heyecanı ile içeri girdim. Sahneye yakın bir yerde konuşlandım. Şimdi nasıl tanışacağımız konusunda kafa patlatıyordum. Tahmini repertuarlarının dışında bir şarkı isteyecektim, şu an mümkün değil dediklerinde de isterseniz ben çalayım Betül hanım söylesin demeyi planlıyordum. Her ihtimale karşı da sözleri basmış yanıma almıştım. Önemli olan doğru zamanlamayı seçmekti. Neşeli, keyifli bir anlarında istedim şarkıyı, başka zaman dediklerinde de önerimi getirdim neden olmasın bizde mola vermiş oluruz diyip benle onu sahnede baş başa bıraktılar. Kekelemeye başlamaktan korkar bir halde, isterseniz sözleri var dediğimde gözlerim ayaklar altında çiğnenmişçesine kısılmıştı. Gitarı aldım elime çalmaya başladım ‘bütün çiçekler biraz daha su ister’ ellerimin titremesi halen gözümün önündedir. Sesini duyduğumda işte aradığım kız dedim. İnsanı geçmişinde gezdirirken usta bir şoför gibi sarsmadan, doğru yollardan giden bu ses o kadar berraktı ki bu sesin içinizi acıtan buğusu mu, yoksa samimi oluşu mu daha değerlidir karar veremezdiniz. Aylarca peşinde koşturdu beni, arkadaşlarımın gözünde madara olmayı göze almam ne kadar hoşlandığımın göstergesiydi. Sonraları nasıl olduysa bir film sayesinde buluşma ayarlayabilmiştim. Jan Reno hayranı olduğunu bildiğimden sohbetlerin birinde onun birkaç filmini izlememiş olduğunu tespit etmiştim, aylar sonra ‘deep blue’ filminin dvd sini bulduğumda çocuk gibi sevinmiştim. Bu kadar başarılı bir filmini bir hayranı nasıl olurdu da izlemezdi- iyi ki demekten kendimi alamıyorum-. İşte bu film sayesinde aşkımız başlamış oldu. Dağda kaybolmuş bir gitarcının bulduğu büyülü gitarın bana getirdiği bu tatlı kızla deli dolu yıllarımız geçti.
Sıradanlaşma
<<Hız, modernlik, ileriye gitmenin çürümüşlüğü(böyle diyorum çünkü dünya tarihinin ölçeğinde bizim yüzyılımız çok küçük bir zaman dilimidir ve sizin ileri diye gördüğünüz ‘şey’ bir algı yanılması olabilir) günümüz çağdaşlığının temel problemidir. Daha fazla kar elde etmek için satamayacağı hiçbir değeri olmayan sistem ve yarattığı sefil canlıların hıza tapmaları, asıl sorunun nerden kaynaklandığını görmek istemeyen uyurgezerler gezegeni olmamızı getirdi. Belki de asıl sorun sistem, olması gereken sistemsizliktir diyen nihilistlere kulak vermek lazım, onun türevi anarşistlere zihnimizi provoke edip düşünmemizi sağlayan herkese gereken değeri vermenin zamanıdır belki de. >>
Kafayı kırdın yavrucum sonunda, şu Troçkist sevgili yaramadı sana.
Sevcan’ın bir süredir takıldığı ‘tuhaf’ çocuk için söylenenler roman olacak düzeyde olduğundan burada bahsetmeyeceğim ama bu ilişkinin onu epeyce değiştirdiğine- en azından tekrar okumaya başlattığına göre olumlu katkısı olduğuna- ben de katılıyorum.
Her zamanki gibi sekiz-on kişi bizde toplanmıştık, içiyor ve hararetli tartışmalara yelken açmak için sabırsızlanıyorduk ki Betül kanal d yi açmak istedi, insanlar şaka yaptığını düşünerek kahkaha attılar. Oysa durum oldukça vahimdi, o ciddi bir şekilde yaprak dökümünü izlemek istiyordu. Bu bir şaka olsaydı cuk otururdu ama değildi. Yüzlerimiz düştü, üç kişi hemen, kalanlarda yarım saat sonra gitti. Kız arkadaşları beni suçlayan bakışlarıyla, ne yaptın bu kıza dercesine iyi akşamlar dediler. Ne yapmıştık bize de bu hale gelmiştik. Gençliğinde kitabını okumayı bile düşünmediği bir hikâyeyi yozlaşmış bir senaryoya çeviren sistem yapımcılarının oltasına takılan bu kadına neler oluyordu.
Önceleri geçici bir dönemdir diye düşündüğüm bu durum bir kâbusa dönüşüyordu. Artık gazete dışında hiçbir şey okumayan, günlerini akşamki dizilere göre programlayan, abur cubur yeme alışkanlığını hayata taşıyan bu kadın benim âşık olduğum Betül’e benzemiyordu. Her fırsatta dalga geçtiğimiz tekdüze hayatlara benzemeye başlamıştık. Boğulma hissi yaratan sıkıcılığın buharı sarmıştı evimizi. Bu konuyu her açtığımda asıl suçlunun ben olduğumu vurgulayan ve sonu kesinlikle çığlıklı ağlama krizleriyle biten kavgalar yapar olmuştuk. Hiç şarkı söylememesi düşündürücü bir bulguydu. Asıl travma çok bağlı oldukları grubun dağılması ile başlamıştı. Bu olayı bile bizim evlenmemize bağladığını bir ortak arkadaştan duymuştum. Sanırım buna âşık olan grubun lideri biz evlenince grubu dağıttı diye düşünüyordu. Sesinin güzelliğinin farkında olan birinin başka yerlerde şansını denememesi o yakışıklı basgitarcının aşkına hiçte kayıtsız olmadığını mı gösteriyordu halen bilemiyorum.
Ayrılık
Bahsettiğim o basgitarcı ile Betül’ün bir barda içerlerken tuhaf hallerini yadırgayan bir arkadaşım dayanamayıp bana söylediğinde gülümsemiş olmam böyle bir şeyi bekliyor olmamı mı gösteriyordu yoksa tahmin edilen sonun başlangıcındaki patlama anının işareti miydi ayırt edemiyorum.
Ona çok yakışan telaşlı halleri bizim evden göç edeli çok olmuştu. Neşesi yarım, bakışı donuk bir kızıl hiç çekici değilmiş meğerse. Ben onun çocuksu, koşturmalı doğal haline tav olmuşum demek ki. O gece yarısı eve döndüğündeki mutlu ifadesi ondan ayrılmanın zamanı geldi dedirten bir fotoğraf karesi oldu. Delice sevmenin onu kaybetmeyi göze alabilecek bir tarafsızlıkla olaylara bakabilecek ve bu acıya dayanacak gücü beraber getirmesi beni şaşırtmıştı. Kıskançlığın verdiği hayvani duygular, onun mutluluğu için ayrılmamız gerektiği fikrini kabullenmemi hızlandırmıştı. Bu olayı bildiğimi ima bile etmedim. Ona sorsanız benden sıkıldı diye cevap verecektir.
Uzun süren beraberliklerde eşlerin değişimlerinin kalibrasyonu önem kazanıyor. Olumluya düzeltilmiş beraber gelişim eğrisi gözle görülebilir olmasa da hissedilir bir kavramdır. İlişkiye dışarıdan bilinçli gözle bakabildiğimiz sağlıklı dönemlerimizde bu değerlendirmeyi yapabilmek-eğer istenen bu ise- kaliteli bir uzun ilişkiyi beraberinde getiriyor.
ekim 2009
Nadir
YORUMLAR
İnanın soluksuz okudum.Tekniksel babda su gibi akıcı, duru bir dil.Eserin içeriğinde birbirinden kopmadan ustaca çengellenmiş hikayelerle ana temayı destekleyen tutum ve yazarın ilişkilerin sürekliliğine dair okuruna verdiği mesaj finalde muhteşemdi.
Herşeyiyle, hikayesiyle, anlatımıyla hakettiği başarıyı almış olan ve geç kalmışlığın hicablığıyla okuduğum bu değerli eseri ve yazarını kalben kutluyorum.
Paylaşım için teşekkürler ederim.
Saygılarımla.
Kal sen dedi ,ben giderim .
Hayır dedi düşünceli bir ifadeyle
sen kal,giden ben olmalıyım
Ne komik onca benciliklerine rağmen ayrılık kapıya geldiğinde benliklerinden sıyrılıp ötekini düşünmeye başladılar. Bu kaybetme telaşından mıdır yoksa bencil hatırlanmamak için midir acaba?
hikayeye son yazdım kendimce.
Sıradanlaşmaya başlamadan..acık hereket getirmeli ilişkilere.
Gidelim buralardan...ben de severim
kutlarım