Soru-cevaplar-12 / Cinler enerjinin bir boyutunda var edilmiş sosyal ve sorumlu varlıklardır.
10/13/2009 3:14:20 PM
Azizim;
Cinler var tabi..
Bilgi algıya tabidir.Algılarımız ise beş duyumuza..Bazı insanlar beş duyusuna öylesine inanır ki,zamanla beş duyu dışında olup bittiği söylenenlere kendini kapatır.
Günümüzde bilim bizleri beş duyu ile algılayamadığımız o kadar çok gerçekle tanıştırdı ki beş duyumuzun yetersiz olduğunu ister istemez kabul etmek zorunda kaldık...
Hal bu ki tarih boyu insanların bir bölümü dinler vasıtası ile görünmez varlıkların olduğunu kabul ede gelmişlerdir.
Vahyin,peygamberliğin,ilahi kitapların ışığında cin kavramını,melek kavramını,ahiret hayatını,cenneti,cehennemi kabul edenler ve etmeyenler çıkmıştır.
Dinlerin en tekamül etmişi,ilahi kitapların en sonuncusu Kur’an-ı Kerim 114 sureden birisini CİN SURESİ olarak bize inanmamızı emrederek sunmuştur.İnkar eden Küfre Girer,dinden çıkar.Kitabın bir bölümünü inkar eden tamamını inkar etmiş demektir.
Cinler enerjinin bir boyutunda var edilmiş sosyal ve sorumlu varlıklardır.Bazı ilim sahipleri onları enerji boyutlu insan olarak tanımlarlar.Bizim gibi doğar büyür,ürer ve ihtiyarlayarak ölürler.Ortalama ömürleri de bizim gibidir.Kendi aralarında 70-80 yıl yaşadıklarını algıladıkları halde bize göre 14 kat fazla ömürleri vardır.Bunun nedeni de ışık hızında hareket etmeleridir.
Anıştayn’ın izafiyet teorisine göre hız arttıkça zaman boyutu uzadığından onlar aynı yıl doğan bir adem oğlundan 14 kat fazla yaşarlar.İnsana kıyaslarsak ve adaşı adem 80 yaşında öldüğü halde cin olan adem 80 çarpı 14 eşittir 1120 yıl yaşar.o nedenle insanlık tarihinden geçmişe dönük olayları anlatarak bir çok insanı yanıltırlar.
Müslüman olanları da kafir olanları da vardır.
İnsanlarla iletişim kuran alimleri olduğu gibi insanlara musallat olup kendilerini de insanları da hasta edenleri vardır.Cin insan ilişkilerini anlatan yüzlerce kitap ve bu ilişkilerde kullanılan binlerce metot vardır.Cinler tarafından hasta edilen insanları tedavi eden aklı başında insanlar olduğu gibi şarlatanlar da vardır.
İnsan birbiri üstünde yedi bedene sahiptir.Fizik beden,nefis beden,ruh beden,melek beden ,cin beden,enerji beden,bilinç beden gibi.Bütün bu bedenler senkronize olduğu sürece sağlıklı oluruz.Bunlardan herhangi biri hastalandığında sağlığımız bozulur.
Cin bedenimizle uygun şartlar altında cinler bütünleşip bize bağlanabilirler.Kendilerini bizim dünyamızda hapseden bedenimizden kurtulmak için bizi öldürmek üzere olmadık şeyler yaparlar.Kendileri de hastalanmışlardır ve nefsi müdafaa olarak bizden kurtulmak için herşeyi mubah sayarlar.
Onlardan bahsetmek korunmasız insanlar için tehlikelidir.Korunma islami inanç sahibi olmak,namaz kılmak,oruç tutmak,kuran okumakla olur.
Buna rağmen onlarla ilişkiye girip,birtakım işler yapmak isterken onların oyuncağı olan müslümanlar da vardır.
Kazara yazıda olduğu gibi tesadüfen onları incitip zarar görenlerde olur.
Bizim çocukluğumuzda tezekliklerden,küllüklerden,tenha yerlerdeki ağaç diplerinden,bulaşık suyunun döküldüğü yerlerden sakındırılırdık...
Hamamdan,tuvaletten ve pazar yerlerinden işimiz biter bitmez ayrılmamız önerilirdi.Buralara girerken özel savunma duaları okumamız önerilirdi.Çocuklara ağaç diplerine tuvaletlerini yaparken destur (geri çekil) diyerek yaklaşmaları tembih edilirdi.
Rahmetlik kaynanam anlatmıştı;
bulaşık suyunu kaynar vaziyette,destur demeden döktüğü için rüyasında bir kadının elinden tuttuğu bedeni yarı yanık bir çocuğu hiddetle göstererek,’’sen benim çocuğumu yaktın,ben sana ne yapayım şimdi ’’diye öfkeyle bağırdığını,çok büyük bir korkuyla uyandığını anlatmıştı.tövbe ettiğini,sadaka verdiğini ilave ederek,evlatlarına anlatmıştı.Uyarı mahiyetli...O çok dürüst yaşlı bir insandı...Çocuklarına olmadık bir hikaye anlatacak türden bir insan değildi.
Bu konuda hemen çok insanın az buçuk bir hikayesi vardır.
En azından çevreden duydukları,güvendiği insanların anlattıklarına maliktir.
Bu hikayede olduğu gibi.
Sözü uzatmaktan sakınmak için kısa kesiyorum.
Selam ve saygılarımla.
YORUMLAR
Yazının güncel haline bu linkten ulaşabilirsiniz. www.sonsuzlukkulesi.com/cinler-bilincaltindaki-sakli-kisilikler/
Sayın hayatyolu;paylaşım için teşekkür ederim.Mükemmel bir yazı...çok yararlandım...Yeniden yeniden okumam gerekiyor...
İnsan allah'ın halifesidir diyenleri haklı çıkaran bir çalışma.Öyleyse her şeyin bilinç altında ve üstünde ama insanda olmasından doğal ne olabilir ki.İnsan dürülü evrendir.Yalnız yakın göğü değil,atmosferin hemen dışı olarak algıladığımız uzayı değil,ölümünden sonra kazanacağı yetenekleriyle kainatın tamamını kapsayacak bir hayatın mirascısıdır.
İnsanlık olarak ortak bilincimiz,bilgimiz arttıkça geçmişin kavramlarına yenilerini ekleyecek,uzmanlaşılmış cümlelerle açıklamalarda bulunacağız..Ama duaya,kendi beynimizi telkin yoluyla,zikirle ayar etmeye her zaman ihtiyaç duyacağız.
Bize verilen yetkinin henüz yeterince farkında değiliz.
Ol dedğimizde oldurduğumuzu fark ettiğimizde yolumuz aydınlanacak,hızımız melek katına çıkacaktır.
selam ve dua ile.
HOCAM BİR YAZI YORUMUNUZU BEKLİYORUM.SELAMLARIMLA...
Güncellenmesi Gereken “Cin” Anlayışı20 Ekim 2009 | Berkay Özcan“İnsanların yüzlerce yıldır yaşayageldiği doğaüstü, olağanüstüymüş(!) gibi gözüken birtakım fenomenlerin “cin” adı verilen, insandan ayrı görünmez varlıklar tarafından meydana getirildiğine inanılmış, yaşanılan öykülerle insanlar korkmuş, birçok milletin inanışına, örfüne girmiş, kaçırılmaları için kuvvetli nefeslerle üflenmiş. Asıl korkulması ve korunulması gerekenin kişinin kendisini Allâh’tan ayrı düşüren “saklı alt kişilikleri” olduğu ise sembolik anlatımlar nedeniyle fark edilmemiş.”
* * *
Bilimsel düşünüş metodunda bir kural vardır. Bir olguyu açıklayabilmek için “n” tane unsur yetiyorsa o fenomenin “n”den fazla elemanla açıklanmaya çalışılması gereksiz olacak ve bu unsurlar çözüme eklenmeyecektir (Tutumluluk Yasası). Mevcut açıklamalar sorunu çözemediği takdirde ek açıklamalar, yeni kavramlar, boyutlar vs. işin içine sokulmalıdır.
İnsanların yüzlerce yıldır yaşayageldiği doğaüstü, olağanüstüymüş (!) gibi gözüken birtakım fenomenlerin “cin” adı verilen, insandan ayrı görünmez varlıklar tarafından meydana getirildiğine inanılmış, yaşanılan öykülerle insanlar korkmuş, birçok milletin inanışına, örfüne girmiş, kaçırılmaları için kuvvetli nefeslerle üflenmiş. Asıl korkulması ve korunulması gerekenin kişinin kendisini Allâh’tan ayrı düşüren “saklı alt kişilikleri” olduğu ise sembolik anlatımlar nedeniyle fark edilmemiş.
Gelenekten alınan şartlanmalarla kutsal metinlere yapılan tek yönlü ve dar (geçmişin) bakış açısıyla, anlatılan mecazlar elbette olduğu gibi, üzerinde düşünülmeden kabul edilecek ve kelimelere takılıp kalındığından işin ruhu, neye işâret edilmek istendiği kaçırılacaktır. 1400 yıl öncesinin bilinç düzeyleri için normal karşılanabilecek bu durum, içinde bulunduğumuz “Bilgi Çağı”nın insanları için artık geçerli olmamalıdır. Bizlere 1400 yıl öncesinin kelimeleriyle (hoş gelen/korkutan) hikâye/masal okuyalım diye değil, üzerinde “Derinlikli Düşünerek” akıl edelim (bağlantıları kuralım/sistemde yerine koyalım/parçayı bütüne yerleştirelim) diye o semboller, metaforlar verilmiştir. Mecâz yığınlarından oluşturulmuş bir inanç Ortak Aklın (≈Bilim) feneriyle çelişecektir. Bilim elbette her şeyi açıklayamamıştır; ama bilim insanlarının artık şüphe etmediği bulgularını “her şeye olan bakış açımızda” çok iyi bir el feneri olarak kullanma hakkımız vardır. Bu bakış açısı olmadan din, mecazlar/hayaller yığını olarak kalacaktır.
“Cin” ve “cinnî vakalar” konusunu Ortak Aklın bilgi birikimi ile içe/öze/insana dönük olarak yorumlamak gerekirse;
Bu gün modern psikiyatri, psikoloji ve nöroloji bilimlerinin sunduğu veriler, insan beyninin ve dolayısıyla zihninin (karanlık bilinçaltı ve ışıltılı üst bilinçdışı boyutlarıyla beraber) derinliklerini çözme yolunda büyük adımlar atmıştır. Bir zamanlar olağanüstüymüş gibi gözüken psikolojik hastalıkların, sorunlarımızın çarelerini bulmasının yanı sıra, gündelik veya farklı bilinç hâllerinin (meditasyon, vecd gibi derin boyutlarımıza âit hâller de dâhil), bilinçaltımızın karanlık mahzenlerinde saklı, bastırılmış duygularımızın, çekirdek inançlarımızın, alt kişiliklerimizin, atalarımızın ilkel dönemlerinden miras dürtülerimizin, gölgelerimizin tahlillerini de beynin nörobiyolojisine dayalı olarak doyurucu bir şekilde yapmış ve yapmaktadır da.
Damardan verilecek herhangi bir uyuşturucu ilaç, kanımızdaki hormon seviyesinin değişmesi veya sinir ağlarında oluşan herhangi bir hasar ile anormal zihinsel durumların, kişilik bölünmelerinin/değişmelerinin meydana gelebileceğini bilmekteyiz. Peki, hissedilen, yaşanılan her şeyin beyindeki sinir ağlarının yapılanma şeklinden kaynaklandığı bulunmuş iken insandan/beyninden ayrı ek bir kavram oluşturmaya, açıklama yapmaya gerek var mıdır?
Beyin küçümsenemeyecek, göz ardı edilemeyecek derecede olağanüstü bir hafızaya sahiptir. Benliğimizin alt katmanlarında da olağanüstü miktarda, kişiye saklı (=cinnî), farkında ol(a)madığımız, depolanmış yığınla veri vardır. İnsanın kendi beyninden ayrı, bir takım cinlerin yaptığına inanılan bütün (gerçek) olayları (şizofreni, bölünmüş kişilikler, sanrılar vs.) insan beyni zâten üretebilmektedir.
Kur’ãn, “cin” kavramı ile ek ve gereksiz bir açıklama getirmemiş, insanın alt bilinçdışındaki kendisinin bile farkına varamayabileceği “saklı alt kişiliklerinden” bahsetmiştir düşüncemize göre… Ötede, ayrıca cinler varmış gibi anlatılması ise üslup gereğidir. Kur’ãn kıssalarındaki anlatımların “varlıktaki hâl dilinin bizim dilimize çevirisi olduğu” anahtarını unutmamak gerekir.
*/ Kutsal olarak etiketlenen metinler vasıfsız olan Hakîkat’in 4 boyuta mahkum zihinlerimiz için Hakîkat Yaşamı ve Bilgisi‘nin açığa çıktığı bireyden bizlere yapılmış mecburi sembolik anlatımlardır, ki anahtarı da gene aynı Kutsal olarak etiketlenen Bilgi kaynağında verilmiştir. Bu anahtar kullanılmadan âyetlere yapılan yorumlar tamamen ötedeki bir Tanrı anlayışına dayalı olacağından yüzeysel ve bilimsel verilere aykırı olacaktır. Din ve Bilim çatışmasının nedeni de budur! /*
Benzer şekilde “Şeytan” kelimesi ile kavramlaştırılan ve kişileştirilen varlık da insan beyninden/zihninden ayrı bir varlık olmayıp, bizleri TEK olan VARLIK’tan ayrıymışız programına uyduran en büyük cinnî kişiliğimiz “varsayımsal benliğimiz”dir. Kendimizi TEK olan VARLIK’tan ayrı hissettiren Egomuz, cinlerimizin (saklı alt kişiliklerimiz) birleşimidir.
Anlatageldiğimiz bakış açısına göre, Kur’ãn “ins ve cin” terimlerini aynı varlığın (zihnimizin) iki ayrı yönü olduğu için çoğu kez beraber kullanmıştır.
İnsanın herkes tarafından algılanan, gündelik bilinç hâline “ins” denilir.
Atalarımızdan miras yoluyla genetiğimize giren bilgilerle ve doğduktan sonra da çevre şartlanmasıyla (özellikle ilk 6 yaş döneminde) oluşturduğumuz “saklı alt kişilikler, dürtüler, kalıplaşmış inançlar” yeryüzündeki ezici çoğunluktaki kişilerin “ins yönünü”, yani gündelik bilinçlerini hükmü altına alan (“Ey Cin topluluğu, nâsın çoğunu hükmünüz altına aldınız” âyeti) yönlerine ise, kelime anlamı “gizli, saklı” olan ve dalgasal (enerji/nar) yapıdaki “cin” terimi ile işâret edilir.
Bilincimizde açığa çıkan düşünceler, aklımıza gelen fikirler, davranışlarımızın çoğu bu bilinçaltı programları doğrultusunda açığa çıkar. Hatta insanda öyle saklı kimlikler vardır ki, örneğin gündelik yaşamında sâkin, eline-diline hâkim geçinen bir insan, bir futbol maçı izlencesinde farkında olmadan farklı bir kişiliğe bürünerek takımının mağlubiyeti ile beklenmedik öfke/argo patlamaları yapabilmektedir. Bu tipte bir olayda kişi, fanatiği olduğu takımını kendi şahsıyla/gücüyle özdeşleştirme, gücünün sembolü yapma cinine sahip olup, ortam şartları hazırlandığı için algılama≈ins düzeyine çıkmaktadır.
Dîn, işte bu cinnî yönlerimizin ehilleştirilmesini/kontrol edilmesini tavsiye etmektedir. Yâni, bilinçaltı sakinlerinin (cin) farkındalık düzeyindeki kimliğimize (ins) çıkartılıp, tanımlanıp teşhis konulduktan sonra temizlenmesi (“Sultan bir güç (≈ Tefekkür) ile Göğe çıkartıp, ŞıHaB ile yakmak” ayeti) farzı (≈ arınmak için şartı). Genetiğimiz ve çevreden gelen programların oluşturduğu karanlık bulutların kapladığı bilinçaltı (≈ ata dîni) aydınlanarak Göklerin (≈ Işıltılı, içsel Farkındalık boyutları/üst bilinçdışı) Krallığından her an gelen zenginlik Tadılamamakta ve Cennet olan varlık, Dünya veya Cehennem derekesinde algılanmaktadır.
*/ CinleriNi kontrol edebilen İçsel Farkındalık “Huzur/Selamet insanı” anlamında “Süleyman” olarak etiketlenmiş ve anlatılmıştır. Zihnin en derinlerinde saklı kalmış cinler dâhi Süleymanca kontrol edilebilmekte ve “karıncanın sesini” duyabilme olarak sembolleşmektedir. /*
Kur’ãn bir kavrama îman edilmesini istemiş ise, o konuya inanıldığı ve bilindiği takdirde Beyin için maddi, mânevi yararlar var demektir.
Örneğin, “Meleklere iman” nedir, nasıl olmalıdır ve niye inanmalıyız? Gökten yere kanatlarıyla inip çıkan bir takım tasavvurlara “melek” diye inanmanın faydası nedir? Bizler ötelere attığımız melekler hayalleriyle mi avunmalıyız, yoksa küçük bir beden sandığımız bedenimizin gerçekte büyük bir âlem olduğunu ve kendimizdeki âlemin derinliklerini gene kendimizdeki meleklerle keşfedebileceğimiz gerçeğine mi inanmalı ve bunun için gayret etmeliyiz? Melek kavramı bizde somutlaşmalı ki, ona olan inancımızı mânevî gelişim için kullanabilelim. Ötelerdeki melekler -varsa eğer- ise ulaşılamaz oldukları için yararsız ve kullanışsızdır.
Benzer durum “cin” kavramı için de geçerlidir. Ötedeki bir cine –varsa eğer- inansam ne kazanırım, inanmasam ne kaybederim kendimizdeki somut cinleri ve etkilerini biliyor iken?
*/ Elbette deneyimlenmemiş bir takım inançlar ve korkular üretip gene kolay bir şekilde hayâli bir takım korunma yolları (üflenen duâlar, muskalar vs.) oluşturulabilir ve önlem alınmadığı takdirde zarara uğrayacağımıza inanılabilir. /*
Yüzlerce yıldır milletlerin kendi kafalarında oluşturduğu, efsaneleştirdiği ve dini kavramlara giydirdiği “ötedeki cin” kavramı yerine bilimin, rasyonel düşüncenin rehberliğinde ve içe/öze/insana yönelik yorumlanarak hissedilen “cin” kavramını paylaşmaya çalıştık.
Hakîkati Tek olan Varlıktadır.
Çağın ötesinde düşünebilmemiz dileğiyle…
Berkay Özcan (AHHA)