YABANCI YOLCU
Her türlü hüzne kapılarımı açmış bir biçimde düştüm yine yurdumun o bitip tükenmez yollarına… Nedendir bilmiyorum ama ne zaman bir yolculuğa çıksam, bilinçaltıma büyük çabalarla gönderdiğim ve hep orada kalmasını istediğim düşünceler hapsoldukları yerden kaçıp gün yüzüne çıkıyorlar birer birer… Belki de sırf bu yüzden hüzün ve yolculuk kelimelerini birbirine çok yakıştırıyorum…
Ne zaman bir karar vermek zorunda kalsam ya da biraz kendi başıma düşünmeye ihtiyacım olsa yolculuk yapmaktan başka bir fikir gelmiyor aklıma…
İşte yine “nereden aklıma geldi şimdi bu” dediğim birçok düşünceyle birlikte bir dağ yolunda arabayla ilerlerken karşıma çıktı bu yabancı yolcu. Arabaların seyrek geçtiği, öğle sıcağının normalin epey üzerinde hissedildiği bir dağ dönemecinde yalvaran bir yüz ifadesiyle durdurmaya çalıştı arabayı.
Bir an onu arabaya alıp almamak konusunda tereddüt yaşadım. Yolculuklar sırasında çoğu zaman böyle yolculara rastlarım ama ne yazık ki yine çoğu zaman içim acıyarak onları almadan yoluma devam ederim… Yolun geri kalanını da, korktuğum için arabaya alamadığım bu yolcular için üzülerek geçiririm. “Keşke alsaydım arabaya” ya da “İyi ki almadım, ya tekin biri değilse” diyerek kavga eden iyilik ve kuşkucu meleklerimle devam ederim yoluma…
Ancak ne olduysa oldu –ister iyi tarafına denk gelmiş diyin, isterseniz saflığına denk gelmiş diyin– bu sefer bu yabancı yolcuyu fark ettikten biraz sonra durdurdum arabayı. Koşarak geldi adam ve “Allah razı olsun kardeşim” diyerek bindi arabaya… Hadi hayırlısı bakalım şimdi başlıyor yabancı yolcuyla yolculuğumuz…
—Nereye gidiyorsun dayı?
—Yol üstünde köyde incem ben, hiç param yok, çocuğu hastaneye yatırdım, onun yanına gidip geliyorum her gün, Allah senden razı olsun (belki de otuz kere tekrarladı bu cümleyi), sabahtan beri bir simitten başka hiçbir şey yemedim, bu gideceğim köye de para almak için gidiyorum, para alacağım birileri var orda, eğer alabilirsem o parayla ilaç alacam…
Bir dokun bir ah işit dedikleri bu olsa gerek… Bir solukta her şeyi anlattı ama hangi köye gideceğini öğrenemedim daha… Yabancı yolcu konuşadursun benim aklımda neredeyse birkaç film çekmeye yetecek kadar senaryolar oluşmaya başladı bile…
Korkmuyor değilim hani, korkuyorum açıkçası… Issız bir dağ yolunda yabancı bir yolcuyla yolculuk yapıyor olmam korkmam için iyi bir sebep mi acaba diye düşünmeden edemiyorum.
Bir yandan araba kullanırken bir yandan da göz ucuyla adamı incelemeye başlıyorum. Üstü başı biraz perişan da olsa kumaş pantolon ve gömleğiyle çok da kötü giyimli diyemeyeceğim, yaklaşık elli yaşlarında birisi ama yüzünde çok fazla kırışıklık var, çok zayıf hatta neredeyse kemikleri sayılıyor diyebilirim. Sanki biraz sonra arabanın içinde açlıktan bayılacakmış gibi duruyor. Ağzını kapatarak konuştuğu için konuşmaları anlaşılmıyor, kurduğu uzun cümlelerin arasından anladığım birkaç kelime ile ne anlattığını anlamaya çalışıyorum… Ellerini bacaklarının arasına sıkıştırmış fazla kıpırdamadan kaskatı duruyor, nasıl anlatsam ki suç işledikten sonra suçlu ve mahcup bir şekilde oturan çocuklar vardır ya işte tıpkı onlar gibi…
Ben tüm bunları düşünürken o konuşmaya devam ediyor. Arada bir başımı sallıyorum dinliyormuş gibi ama aslında ne dinliyorum ne de dinlediklerimden bir şey anlıyorum… Yolumuzun üzerinde birçok köy var küçük küçük, acaba hangisinde inecek diye düşünüyorum ama tekrar anlatmaya başlayacak diye korkuyorum sormaya. Nasıl olsa geldiğimiz zaman söyler diye beklemeye başlıyorum ancak bu bekleyiş yolları daha da uzatıyor gibi geliyor bana…
—Geçmiş olsun dayı, acil şifalar diliyorum çocuğuna, inşallah iyileşir en yakın zamanda…
—Sağol, sağol yavrum, diyor ve pencereden dışarıya bakmaya başlıyor.
Biraz sessizlik…
—Patates iyi para yaptı bu sene, çiftçinin yüzü güldü valla, diyor.
—Ya, doğrudur, yağmur da iyi yağdı bu sene, diyorum. (Tamamen konuşmuş olmak amacıyla)
Bir sağ tarafına bakıyor bir de arada dönüp dönüp arkaya bakıyor. Büyük bir tedirginlikle direksiyona yapışmış ve kaskatı kesilmiş bir halde tekrar düşüncelere geri dönüş yapıyorum…
Hemen bir senaryo daha üretiyor beynim.
Şimdi arkamızdan bir araba gelecek, arabanın önüne kesecek ve yanımdaki adamın arkadaşları olduğunu tahmin ettiğim adamlar in arabadan diyecekler bana, sonra da arabamı alıp uzaklaşacaklar…
Daha neler… Fazla polisiye filmi izliyorum galiba son zamanlarda…
Ya da biraz sonra yolun sağ tarafında gördüğümüz motorlu iki kişi için “İşte benim yeğenler beni bekliyorlar, ben burada ineyim” diyecek ve ben durduğum anda ellerindeki silahları kafama dayayacaklar.
Aman allahım, iyice paranoyak oldum ben de. Eğer öyle bir şey olursa durdurmam arabayı, gaza basar giderim, iyi de yanımdaki adam ne olacak o zaman, o da gelecek benimle, offf hiç almamalıydım belki de onu arabaya, bak yine arkasına bakıyor ya, ne var bu arkada, uyuz oldum iyice…
Ne bitip tükenmez yolmuş bu böyle ya, hani nerde bu bilmediğim ama yolcu indirecek olduğum köy…
—Senden bir şey isteyeceğim, diyor yabancı yolcu ve ben birden düşüncelerden sıyrılıp arabanın içine dönüyorum tekrardan, indiğimde bana iki üç lira verebilir misin, diyor.
—Tamam dayı vereyim, diyorum ama sesim titriyor sanki söylerken. Üç lira mı? Üç lira için mi öldürecek beni acaba diye düşünüyorum, ya da önden yol yapıyordur belki diyorum kendi kendime. Eyvah elini beline doğru götürdü, ya bir bıçak çıkarıp boğazıma dayarsa şimdi ve ne kadar paran varsa ver yoksa öldürürüm seni derse ne yaparım ben. Neyse ki mendil çıkardı cebinden ve terini silip tekrar cebine koydu mendilini…
Yok, yok kesin deliriyorum ben, ne istiyorum ki şu adamdan… Garip garip oturuyor işte yanımda. Eğer şu kafamdan geçen düşünceleri duyabiliyor olsaydı sırf saçmalamaya bir son vereyim diye öldürürdü beni…
Tekrar başlıyor konuşmaya benim yolcu…
—Şimdi inerken (az kaldı inecek galiba) sen bana beş lira ver, bir de bir kağıda adını, soyadını, adresini yaz, ben sana parayı gönderiyim sonra…
Haydaaa, bizim üç lira oldu şimdi beş lira… Hadi hayırlısı bakalım…
—Peki dayı, diyorum, isteksiz ve kısık bir ses ile… Aslında beş lira bir yana dursun daha çok para vermek geçiyor içimden ancak içimdeki başka bir his engel oluyor bu düşünceme. Ya saf yerine koyuyorsa bu adam beni diyorum kendi kendime…
Tamam, katil ve hırsız olduğu fikrini zor da olsa kafamdan uzaklaştırmıştım ancak şimdi de bir dolandırıcı ile birlikte yolculuk yapıyor fikri gelip yerleşti kafama…
O konuşarak ben ise senaryolar kurmaya devam ederek daha ne kadar yolculuk yaptık bilmiyorum ama işte beklediğim söz sonunda dudaklarından döküldü…
-Ben ilerde sağda ineyim artık.
-Tamam.
Arabayı durdurmadan önce iyice etrafa bakıyorum, kimsecikler yok, durduğum zaman saklandıkları yerden mi çıkıp gelecek acaba eşkıyalar… Durduruyorum sonunda arabayı ve elimi cebime atıyorum söz verdiğim parayı çıkarmak üzere, tam o sırada başlıyor yine konuşmaya…
-Sen şimdi on lirayı (on lira oldu şimdi de iyi mi) ver bana ama adını, adresini de yaz mutlaka, ben seni mutlaka bulup vereceğim paranı geriye, bak mutlaka yaz adresi bir kağıda…
İyice saf gibi oldum ya, ne yapacağımı ne diyeceğimi şaşırdım artık, cebimden yirmi lira çıkarıp uzattım bu yaşlı yolcuya ve adrese gerek falan yok, al bunu, dua et sadece dayı bana, dedim.
Adam aldı parayı ve indi arabadan, tabi yine bin bir teşekkür ederek… Kapı kapandığı gibi yoluma tekrar koyuldum ama bu sefer derin bir oh çekerek ve rahatlamış bir şekilde…
Şimdi söyler misiniz bana, bu kadar kuşkucu olmam, paranoyaklık seviyesinde senaryolar üretmem benim suçum mu yoksa insanların geldiği durumun sonucu mu?
Yardım etmeyi çok istediğim halde sırf bazı kötü insanlar yüzünden iyi ve gerçekten ihtiyacı olan insanlara yardımcı olamayan benim gibi kaç kişi var hayatta?
Kurunun yanında yaşın da yanması kaç kişiyi üzüyor aramızda?
İnsanlık dedikleri gibi gerçekten öldü mü acaba artık?
O yabancı yolcu söylediklerinde ciddi miydi yoksa tüm anlattıkları para almak için miydi?
Ve son olarak ben şimdi dolandırıldım mı yoksa bir iyilik mi yaptım?
Ne kadar kötü bir duruma gelmişiz aslında insanlık olarak…
Çok yazık…
Saygılarımla…
Pelin...
16 Ağustos 2009
YORUMLAR
Evet arkadaşım paranoyak olmaya olduk ta aam bu durduk yerde olmadı tabi her gün üçünce sayaf haberlerinde öyle şeyler okuyoruz ki bunların etkisinde kalmama mümkün değil.
öyleki insanlar artık bırakın yardım etmeyi yardımı alırken dahi korku ve endişe içindeler.
Geçen gün pazara gittim severim pazar gezmeyi,alacağım bir şeyde yok.
Dönerken alt geçitte benden genç bir bayan ama pazar arabası o kadar ağırki merdivenleri çıkmakta zorlanıyor.
Arabanın altından tuttum birlikte çıkaralım hanfendi dedim.
kadın garip garip baktı ya zahmet etmeseydiniz falan dedi ama ürkekliği belliydi.
Arabayı caddeye çıkardık ben iyi günler deyip ayrılırken hla şoktaydı.
çünkü kendinden bile yaşlı olan bir kadın ona yardım etmişti.
ve ona hiç bir zarar vermemişti.
İşte böyle garip günler ve psikoloji içinde yaşıyoruz ve kalem bu konuya el atmış çokta iyi etmiş.
Güvenin ve sevginin çok olduğu bir dünya dileği ile...
sevgiler.
"Merhametten maraz doğar" söznün doğruluğunu biz çok acı yaşadık. Yolda kalmış üçtane ünüversite gencini şehir dışından aldık şehre getirdik ama bir gün sonra arabanın arka camında duran çanta içindeki arabanın tüm evraklarını kaybettik. Ve bir gün sonra o evraklar emniyet müdürlüğünün öünündeki çöpün yanında bulundau. Polisler çantaya ne var bunda diye baktıklarında evrak çantası olduğunu anlamışlar ve biz kaybettiğimiz gün haber vermiştik emniyerte. Neyse çoduklar bulundu ve o çantayı içinde para vardır diye almışlar. Şimdi gelde gğven ve yolda kalanı al arabana.
Dediğinizde ne kadar haklısnız. Kurunun yanında yaş da yanıyor ve kötülükler bizi paranoyak yaptı.
Gülze ve düşündüren bir yazı. Sevgiler yüreğinize
Merhametten maraz doğar dedikleri durum budur aslında.Her zamanın bir hükmü olduğu doğru.Eksileri artılarından fazla olduğunda, bu durumlarda ,arabaya almamak doğru davranıştır ve vebali yoktur.Çünkü siz savunmasızsınız,o yoldan geçecek olanda yalnız siz değilsiniz.Cenaze namazını üç kişi de kılsa diğerlerinin üzerinden yük düşer...
Kutladım Pelin.Selam,saygı...