Müzenin İçinde Düşündükçe...
(Bir Yıl önce bir müzede, Akıl Defterimi çıkarıp içimde durmaktan rahatsız olan düşüncelerimi kağıda aktarmaya çalışmıştım, şimdi de dijital ortama aktarabildim)
*******************
Belki de hemen yazmalı, ertelemeden, olduğun anda, hissettiğin anda. O zaman duyu organlarıyla hissedilebilir hale getirmeli düşünceleri. Ölümsüzlüğe taşımalı ve de, Türk dilinde. Başka başka kültürlerin kalıntıları arasında…
Türkçe yazmak bu kez ilginç geldi, bir garip hissettim. Etrafımdaki insanlar farklı farklı dillerden konuşuyorlar çünkü şu anda. Farklı renkler, farklı kişilikler ve farklı giyim tarzları. Benimkiler ise onlarınkinden daha farklı.
Harika bir müzedeyim şu anda. Tek kelimeyle kusursuz... Ve bu müze zaten 1997 yılında Avrupa’da yılın müzesi seçilmeye hak kazanmış. Her şey gerçekten de çok medeni…
Tarih öncesi ve tarihteki uygarlıkların kullandıkları eşyalar sergileniyor. Yemek kapları, savaş eşyaları, dini inanç simgeleri ve heykelleri… Ve sanat eserleri esasında…
Gözüme en çok da bu çarptı ya, ta eski çağlarda dahi insanlar bize göre “zor” denilebilecek şartlar altında güzelliğe, farklılığa ve zevke önem addetmişler. Sadece yemek yemek amacıyla yapmamışlar kaplarını örneğin, onu bir güzel süslemişler. Aslına bakarsanız bugün biz çokça faydacı, çıkarcıya da kolaycı olmuşuz. Ne yazık ki! Mesela yemek yenecek bir tabağın vb süslemeleri o kadar önemli değil bizim için. Ucuz olsun, ha, sağlam da olursa aynı zamanda o da fazladan bir lütuf. Belki de o yüzdendir Çin mallarının ve seri üretimin, el emeğinin ümüğünü sıkmaları ve belki de o yüzdendir, sanata ve kültüre hak ettikleri değeri vermeyişimizdendir 1997 yılında Avrupa’da yılın müzesi seçilen müzenin Anadolu Medeniyetleri Müzesi olduğundan bihaber olmamız. Belki de hala gerek vardır bu müzenin Ankara’da olduğunun söylenmesine ve hatta Müze Karttan bahsedilmesi bile gerekebilir belki de.
Eleştirmek istiyorum, ne yapayım, öylesine ideolojilerimizin esiri olmuşuz ve Türkiye’liler olarak biz kimiz, bizim değerlerimiz nelerdir, gibi konuları düşünmekten öylesine uzak kalmışız ki, en sonunda kimliksiz, niteliksiz, meteliksiz, nereden geldiği belli olmayan sokak çocukları gibiyiz ve medeniyetler yarışında kendimize yer bulmaya çalışıyoruz.
Özellikle bugün çok üzüldüm Ankara’nın kimliğini yansıtan Hitit güneş kursu amblemini hemen hemen Anadolu’nun bütün şehirlerinin amblemlerinin bir kopyası, İstanbul’unkinin ise adeta bir taklidi olan mevcut şekle dönüştüren zihniyetin haline. Nedir yani bu? Zengin ve köklü bir kültürü inkâr girişimi mi?
Bir diğeri İstanbul Eyüp’teki mezar başlarındaki sarıkları kırıyordu. Kültür, medeniyet cahili! Bir diğeri Konya’da Alaaddin Tepesini evimden göremiyorum, şu minare engelliyor diye İnce Minare Medresesinin, şu anki ismiyle tezat durumuna neden olacak şekilde, minaresini yıktırıyordu. Yüreğinin sızlaması için insan görümüne dahi sahip olmak yetmez miydi? Nasıl kıyılırdı o şaheser minareye!
Dünyada uygarlıklar beşiği olduğu halde barbar, geri, ezik diye adlandırılan bir ülkede yaşamak ve bu tezadın kaynağının da yöneticilerin kuş beyinli zihniyetlerinde olduğunu fark etmek acı verdi bana şu an, bu ortamda.
Müzelerimizi yabancı turistler gezinirken, biz kanalizasyon eğitim sistemimizin sebep olduğu uyuşuklukla “ekmek kavgası” yalanının peşinden hayatın acımasız çarklarında nefes tüketiyoruz, her ay yeni bir cep telefonu alıp çatılarımızı uydu alıcılarıyla süslerken…
İmkânlarımız bu kadar geniş ve internet aracılığıyla bütün dünya elimizin altındayken, ne olur aslında geyik muhabbetinden başka bir şey olmayan şu “çet”leri bir bırakabilsek keşke.
Uygarlıkların kaynağı olan bir ülkede, belki de edebiyatçılar olarak kendi değerlerimize en fazla bizim sahip çıkmamız gerekiyor. Mevlana hazretlerinin müthiş görüşlerinin de, Aydın – Efes şehrinin de, Antalya – Aspendos tiyatrosunun da, Adıyaman Nemrut’taki heykellerin de, Konya – İnce Minare Medresesinin de, İstanbul – Süleymaniye Camii’nin de bu toprakların ürünü olduklarının farkında olarak… Ama nefret etmeden, ama durup önce bir dinleyerek ve anlamaya çalışarak birbirimizi…
YORUMLAR
Çok güzel...Konu güzel anlatım güzel..Duyarlılığınıdan dolayı tebrik ediyorum...Ben de müzelere gidince, içim bir garip olur. Farklı düşüncelere dalarım. O çağlara giderim. Bir gün bizim eşyalarımızın da tarihi eser olduğunu dşünürüm.
Vefasızlara diyecek sözümüz yok. Yazıklar olsun denebilir belki...
Tebrik ediyorum tekrar...Saygılarımla